Yeşeriyorum

Küresel İsyana Doğru Mu?

0

Kriz var, bunalım var! Son yıllarda en sık duyduğumuz söz bu olmaya başladı. Önce küresel çevre krizi sözü ortalıkta dolaştı, BM rapor üstüne rapor yayınlayıp dünyanın hali kötü önlem alın ey devletler topluluğu dedi.

Kriz var, bunalım var! Son yıllarda en sık duyduğumuz söz bu olmaya başladı. Önce küresel çevre krizi sözü ortalıkta dolaştı, BM rapor üstüne rapor yayınlayıp dünyanın hali kötü önlem alın ey devletler topluluğu dedi. Birileri çevre mültecileri, bozulan doğal yaşam alanlarının yarattığı çevresel felaketlerden yola çıkarak bunun savaşlara neden olacağının söylerken, birileri de kaçınılmaz çöküşle yok olacak dünyadan söz ediyordu. Sonra iklim krizinden söz edildi, çevre mültecilerinin yerini iklim mültecileri almıştı, ekolojik çöküş teorisi ise aynen sürüyordu. Savaş senaryosu da değişmemişti. Sadece genel gezegensel ekolojik destek sistemleri iklimle ilişkilendirilerek yan dallara ayrılmıştı. Sonra bu senaryo fazla değişmeden suya uyarlandı. Şimdiyse kriz besin krizine dönüştü. Senaryonun çıktıları da hiç değişmiyor. Krizin önüne geçilmezse olacak felaketlerden dem vuruluyor ki bunların arasında mutlaka savaş senaryoları yer alıyor. BM tüm bu korku kültürünün savaş senaryolarının tam ortasında adeta pazarlık için gereken senaryolar BM üzerinden üretilerek bu sürecin merkezine yerleştiriliyor.

BM felaket kumkuması rolü oynarken arkada sıkı pazarlıklar dönüyor, ihaleler veriliyor, ihaleler alınıyor küresel polisin nerede ne tür bir rol oynayacağı öngörülüyor. Medya burada en önemli aygıt o korku senaryolarını üretiyor yayıyor, küresel panik havasının oluşmasını sağlıyor. Korkudan serseme dönen insanlar birilerin duruma el koyup durumu düzeltmesini istiyor. Bu esna da BM öncülüğünde felaketlere müdahale etmek için zengin ülkeleri topluyor, uzun müzakereler sonrası BM öncülüğünde müdahale birimleri olaya müdahale ediyor. Bu arada sol basın bazı ülkelerin sorumsuzca davranarak vaatlerini tutmadığını belirterek beyaz vicdanları kara kafalılara karşı sorumsuz davranmakla suçluyor.

Sonra zemin oluşunca birileri krize el koyuyor (tabi bu arada her senaryoda bir iyi polis bir kötü polis oluyor, örneğin iklim krizinin kötü polisi Bush, iyi Polisi çevre starı Al Gore’du, şimdi gıda krizinin kötü polisi AB ve tarım alanlarına etanol ektiren zenginler, iyi polisi ise yoksulları ayaklanmaya çağıran gıda programcısı…) ve işler tıkır tıkır yürüyor.

Tüm bu senaryoları ifşa eden Naomi Klein bu oyunun adını koyuyor Felaket Kapitaliz mi? Birileri bizim felaketlerimizi kârlılığa, kazanca dönüştürüyor. Mesela Endonezya’daki felaket sonrası yeniden inşa programı uyarınca bir takım şirketler epeyi zengin oldu, elbette bu işteki fedakârlığı karşılığı yüksek maaşlar ile ödüllendirilen BM yardım bürokratlarını saymıyorum. Onlar değerli zamanlarını zavallı yoksulları, felaketzedeleri kurtarmaya adadığından bunu çoktan hak etmişlerdi. Krizi fırsata dönüştürenler bundan nemalan dursun felaketin tüm ağırlığı üzerine çökmüş olanlar ise kendilerini sıkı mı sıkı bir biçimde damlaması bir türlü mümkün olmayan yardımların yaşamlarındaki olumsuzlukları ne zaman gidereceğini biraz da kızgın bir halde beklemektedir. Şayet Haiti de olduğu gibi sızlanmanın ötesine geçip hakları olana el koymaya filan kalkarlarsa BM’nin beyaz polisleri orada” kötü” isyancıları vurmaktan çekinmeyecektir.

İşin peşrev bölümünden sonra artık oyun bölümüne geçebiliriz. Ne oluyor? Quo Vadis nereye gidiyoruz ya da “vatandaş bir kaşık pilava neden muhtaç” hale geldi. Çirkin politikacılar, kötü spekülatörler yani küresel felaket melodramının değişmez karakterleri mi sorumlu bu işten. Yoksa son yıllarda olup biten her şeyden sorumlu Küresel Isınma acı sonuçlarını bir bir göstermeye Al Gore ağabeyimizin uyarılarına kulak asmayan pis kapitalistler nedeni ile gayya rövanş aşamasına geçip, insan denen canlıyı bu deneyden çıkarmaya mı karar verdi. Ya da “tavşanlar gibi üremekten” vazgeçmemizi öneren kravatlı liberal akademisyenlerin söylediği gibi sorumlu nüfus artışı, rasyonel örgütlenemeyerek dünya piyasasına ayak uyduramayan asalak köylüler mi? Kim? Ne? Durun bilgi tanrınız olarak ben imdadınıza yetişecek ve sizi tüm gerçeklerden haberdar edeceğim.

Karmaşık Nedensellik

Öncelikle gerçekten de ortada bir sorun var, gerçekten de nüfus artışına karşılık hasadı yapılan ürün miktarı arasında bir açık var. Gerçekten iklim değişimine paralel yaşanan kuraklı, ya da mevsimsiz gelen aşırı yağışlar, sert kış koşulları pazara çıkan ürün miktarın azaltıyor. Arz düşünce stoktan yemeye başladığımızdan birileri bunu fırsata dönüştürüp fiyatları yükseltiyor. Gerçekten gıda arzında ve buna bağlı olarak gıda güvenliğinde kırmızı alarm seviyesi uygulanmasına neden olacak bir şeyler yaşanıyor. Hakikaten ekonomilerindeki karbonu düşürmek, Kyotoya uyacak biçimde kotaları düşürmek isteyenler çareyi biyo yakıtlara yatırım yapmakta buldu. Ve bu doğal olarak besine dönük üretim alanlarında bir daralmaya neden oldu. Zaten tarım yapılabilecek toprak mevcut artışın sürmesi halinde talebe cevap verebilme yeterliliğinden uzak. Diğer yandan klasik sol jargonun günah keçisi “emperyalistler” söyleminde de gerçeklik payı var. Çünkü dünya gıda piyasasına büyük şirketler yön veriyor ve fiyatı da onlar belirliyor.

Yine zengin sanayileşmiş ülkeler arasında kendi çiftçilerine çok ciddi destekler sunulurken Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu İMF’nin kredilerinde bir şart olan tarımın piyasa koşullarına uygun olarak yeniden yapılanması ve bu doğrultuda devletlerin kendi çiftçilerine uyguladığı tarımsal teşvikler son verilmesi olgusu da bugünkü gıda krizinin başlıca sorumlularından. Çünkü zaten çok kısıtlı şartlarda ve modern tarım tekniklerinden yoksun üretim yapan ve elde ettikleri para ile de değil zenginleşmek, borçlarını ödedikten sonra (çünkü girdi maliyetleri çok yüksek, tohum, yakıt, gübre vb girdiler kazancın önemli bir bölümünü gideriyor) kalan para ile bir işini görebilirse mutlu olacak haldeler. Bu koşullara bir de dünya piyasasına uygun fiyat koşulu eklenip, devletlerin yüksek taban fiyatları ile çiftçiyi-ki bu da çok doğru bir tez değil çünkü zaten tarım ülkelerinin çoğunda devlet zengin değil ki çiftçiyi çok büyük paralar ile desteklesin-desteklemekten vazgeçince çiftçilik cazip bir iş olmaktan çıkıyor ve tarımdaki iş gücü miktarı hızla düşüyor. Ayrıca sanayi malları ile kıyaslandığında tarım ürünlerinin katma değeri de hayli düşük kalıyor.

Bütün bu etkenlere yeni sanayileşen ve zenginleşmeye başlayan Çin, Hindistan gibi tarım devlerinin kentli nüfusunun hayat standardındaki yükselişe paralel tüketimleri artıp ellerindeki ürünü ihraç etmek yerine iç piyasada tüketmeye başlayınca bu da gıda arzını düşürüyor.

Bu bilgilerin tümüne FAO raporları vasıtası ile ulaşmak mümkün. Ama ulaşamayacağımız bir başka gerçek var. O da şu, mevcut yaşam tarzımız ve buna bağlı olarak kalkınma, ekonomik büyüme gibi hedeflerimiz. Çünkü bir gerçek var ki tüm dünyanın bir ABD ya da Avrupa gibi tüketmesi olanaklı değil. Çünkü bu kadar çok büyük bir besin talebini karşılayabilecek bir arz olanaklı değil. Lakin bu doğru saptama da haklı bir adalet duvarına çarpıyor. Çünkü onlar tüketimlerini kısmaz hatta giderek daha fazla yükseltirken, dönüpte başkalarına ee ama kaynaklar kısıtlı ne yapalım siz de bizim seviyemize ulaşmak için uğraşmayın. Bunu yaparsanız ortada dünya diye bir şey kalmayacak. İşte kısır döngüde buradan itibaren başlıyor. Mantığın soğuk dili ile ifade edilen bu gerçeği siz çok doğal olarak hiç kimseye kabul ettiremezsiniz.

Bu şartlar altında eğer bir gelecek kuşak olursa muhtemelen gezegenin ve insanlarının bencillik yüzünden bir çöküş yaşadığının söyleyecekler. Bu durumda ya yoksullar tüm lanetleri ile üzerinize çökerek sizlerin dehşet ölüm silahlarıyla ya da açlık ve sefalet, bulaşıcı hastalık, kötü beslenme vb nedenler ile yavaş yavaş ölecekler. Yada el kaideyi bile mumla arayacağınız dehşet örgütleri size huzur yüzü göstermeyecek, zenginliğinizin taştığı kentlerinizde ölüm ve korku aranızda kola gezecek ve başkaları için ürettiğiniz dehşet silahları sizi yok edecek.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.