Kürdün doğası savaşın ve paranın kıskacında – Ferhat Tunç

ferhat_tuncToplumlara ait çevre bilincinin, genel olarak ekolojiye dönük bilincinin, devletleri-sermayeyi hiç de memnun etmeyen, onların kâr oranlarını düşüren bir boyutu var.

Ekolojinin yanlış yorumlanması, toplumların bu bilim dalına ilgisini de sorunlu hale getirdi. Bitki-hayvan ilişkisini incelemekten ibaret olduğu algısı yaratılmaya çalışılarak -ki böyle de olabilirdi- insanın aidiyet kurmasını önleyen bir nihayete kapı aralandı.

Ekolojinin, tüm canlı-cansız yaşamı içine alan gerçekliği; ağacın insana, bitkinin ağaca, insanın ve kuşun doğaya, suyun saçtığı değerli döngü gözardı edildi. “Sıcak para”yı seven devlet ve sermaye bu şuursuzluğu hem temsil etti, hem de onun kolaycı ekonomik katkısıyla geçinerek, ekolojik dengenin bozulmasına yol açtı.

* * *

AKP, siyasal iktidarlığa başladığından beri, para hırsına kapılarak hepimizin yaşamını tehlikeye atan, doğada tahribat yaratan projeler geliştirdi. Sermaye birikimi baz alınarak, dereler kaynağından şirketlere teslim ediliyor; Kaz Dağları’ndan Trakya’ya kadar. Orman, mera ekosistemi taş ocaklarına, maden işletmecilerine bırakılıyor. Alışveriş merkezleri için ağaçlar kesiliyor.

Gezi Parkı’nda “üç beş ağaç için” denilerek direnişi küçümseyenler oldu. Evet, direnişin ivme kazanmasında antidemokratik politikaların payı büyüktü ama çağdaşlığın koşullarından biri de ağacı, doğası için laf söylemek, itiraz etmektir. Kısa vadede birkaç ağacın değeri anlaşılmayabilir ama dünyanın günümüzdeki en ciddi sorununun çevre özelinde yaşandığı önümüzdeki senelerde -ne yazık ki- daha iyi kavranabilir.

* * *

Kürt coğrafyasında ise doğa tahribatı devletin savaşçı karakteriyle birleşiyor; ormanların yakılması gibi. Yine bu coğrafyanın doğası termik santraller ve barajlarla tahrip kirletiliyor, verimsiz hale getiriliyor. Dereler yapılan barajlarla hem sular altında bırakılıyor ama olumsuz sonuçlar bunla da sınırlı kalmıyor; insanların yaşam alanlarının da sular altında bırakılması, “insansızlaştırılma mı hedefleniyor” sorusunu akla getiriyor.

Son olarak, Diyarbakır’da hükümet ile Gülen Cemaati’nin ortak projesi olan, Hevsel Bahçeleri’nin “yapı rezerv alanı” olarak ilan edilmesi gündemde. Hevsel Bahçeleri, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday olacak kadar, dünya topraklarının önemli ve güzel bir yeşil alanı. Diyarbakır için tarihi, kültürel bir karşılığı olan bu alan, aynı zamanda toplumun ve halkın kimliği gibi. Bir kentin böylesi ehemmiyet içeren bölgesine müdahale etmek, tıpkı mirasa göz diken dolandırıcı, fakirin cebine göz diken gaspçı gibi vicdandan geri kalmışlığa benziyor.

Hevsel Bahçeleri’ne saldırmak, ağaca, doğaya acımasız davranmakla beraber, hem bir değerleri olduğu için, hem de kendilerine danışılmadığı için Diyarbakır halkına da saygı duymamak anlamına geliyor. Kürt halkının diline, özgürlüğüne olduğu gibi, tüm yaşam alanına gasp vandallığı noktasında yaklaşılmasını, içinde bulunduğumuz “çözüm süreci” de hak etmiyor. Hükümet, toplumun süreci sahiplenmesini istiyorsa, bu ciddiyetle yaklaşarak, ağaç katliamından da vazgeçmeli. Toplum bu süreci sermayedarların topraklarını talan etmesi için desteklemiyor. Eskiden kirli savaş adına insansızlaşan, tahrip edilen alanlarının, bugün de para uğruna yok edilmesini toplum kabul etmez.

* * *

Eskiden, maalesef demokratik tepkilerimizi sınırlı konularda gösteriyor ve sistemin geri kalan alanlarda yayılmasının istemeyerek önünü açıyorduk.

Ancak Kürt Özgürlük Hareketi özellikle kadın ve ekoloji başlıklarını uzun süredir mücadelesine dahil ederek, toplumda yeni reflekslerin oluşmasını sağladı. Halkın, doğa kırımına karşı gelmenin, deyim yerindeyse “fuzuli bir uğraş” olmadığına kanaat getirmesini sağladı. HDP’nin de kendini “ekolojist” olarak tarif eden ve bu derdini gündemde tutan yapısı, halklarda bu temel görüşün yayılmasını sağlayacak.

Diyarbakırlıların Hevsel Bahçeleri’ni koruyacak iradeye, bilince sahip olduğunu, Gezi direnişine katılanların da bu direnişe katkısını esirgemeyeceğini düşünüyorum.

Ferhat Tunç – www.bianet.org

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR