Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Kore mucizesi: Rakamların ve filmlerin söylediği

0

[email protected]

Paramızın değeri yerlerde sürünmeye başlayıp, iktidar çevrelerinde buna bir gerekçe bulma gayreti başlayınca ex-post olarak keşfedilen “ihracata dayalı sanayileşme” modeli sayesinde Kore bu günlerde oldukça popüler bir konu. Bu yazıda doğrudan bu konudan bahsedilmiyor fakat, okuduktan sonra dolaylı olarak bu konuyla ilgili bazı çıkarsamalar yapmak da mümkün.

Kore (burada kasdettiğim elbette Güney Kore) Çin’le birlikte son 30-40 yılın nadir ekonomik mucizelerinden birisini gerçekleştiren ülke olarak biliniyor. Çin de çok büyük bir ekonomik atılım yapmakla birlikte kişi başı gelirde hala gelişmekte olan ülke statüsünde. Oysa Kore bu dönemde “gelişmekte olan ülke” statüsünden çıkarak “gelişmiş ülke” konumuna gelen tek ülke.

Bir zamanlar Türkiye ile karşılaştırılan Kore’de yaşanan bu ekonomik başarı Almanya’nın ikinci dünya savaşından sonraki başarısını simgeleyen “Ren Mucizesi” teriminden esinlenerek “Hangang Mucizesi” olarak da adlandırılıyor. Hangang, ülkenin başkenti Seul’ün içerisinden geçen nehrin adı.

1950’lerdeki Kore Savaşı’ndan adeta bir yıkıntı olarak çıkan Kore, başından beri ihracata dayalı bir ekonomik kalkınma modeli izliyor. Bunda, ABD ve Japonya’dan gelen desteğin ve bu ülkelerin Kore ürünlerine açılan kapıları önemli bir rol oynadı. Ama bir sonraki kısımda değineceğim Chaebol sistemi de ülkenin sanayileşmesi ve küresel ölçekte rekabet edebilir noktaya gelmesinde oldukça etkili oldu.

Kore-Türkiye

Aşağıda Sn. Mahfi Eğilmez’in Ağustos 2017’de yazdığı bir makaleden aldığım bir tablo var. 1980 yılında bu iki ülkenin göstergeleri birbirine çok yakın, hatta bazılarında Türkiye daha iyi konumda. Bu tarihten itibaren Türkiye patinaj yaparken Kore’nin başını alıp gittiğini görüyoruz. Tabloda kapsanmayan son beş yılda iki ülke arasındaki fark daha da arttı. 2020’de Türkiye kişi başına gelirde 8,600 dolarda kalırken Kore 32,000 dolar seviyesine ulaştı. Ufak bir hatırlatma: 1960 yılında bu rakamlar Türkiye için 456 dolar, Kore içinse 158 dolardı!

Şirketlerin yarattığı mucize

Kore ekonomik mucizesinin arkasında büyük gruplar ve şirketler var. Kore modeli olarak adlandırılan bu yapıya “Chaebol” sistemi deniyor. Chaebol, kelime olarak “servet/sermaye grubu” anlamına geliyor. Kore’nin ekonomik kalkınmasında kendilerine ayrıcalık tanınan ve birçok firmadan oluşmakla beraber kolektif olarak yönetilen aile kontrolündeki şirket gruplarına verilen isim. Bir anlamda holdinglere benziyor. Günümüzde dünya çapında bilinirliğe ulaşmış ve firmaları kanalıyla Türkiye’de de tanınan Chaebol’ların başında Samsung, Hyundai, LG ve Lotte Grupları geliyor. Bunun dışında aralarında SK, Hanwha, GS ve Honjin gibi grupların olduğu onlarca Chaebol daha var. Chaebol sistemi, Japonya’daki adı sonradan Keiretsu’ya dönüşen Zaibatsu modeline benziyor ama Keiretsu’lar bir banka etrafında oluşmuşken Kore’nin Chaebol sisteminde bu yok.

Chaebol’lar özellikle 1960-1997 arasında oldukça kuvvetli bir devlet desteği görüyor ve etkili oluyorlar. Aynı dönemde devlet, politikacılar ve Chaebol’leri kontrol eden aileler arasında çok sıkı ilişkiler gelişiyor. Bu gruplar Kore’nin ekonomik gelişimi için hayati önemde görülüyor ve kendilerine gizli-açık birçok avantaj sağlanıyor. Diğer yandan kartel oluşturma, fiyat belirleme, rekabeti önleme, kamu ihalelerinde ayrıcalıklı muamele gibi birçok uygulama da bunlar için rutin hale geliyor. Ama 1997 finansal kriziyle birlikte Chaebol’ların ekonomide yarattığı sorunlar, bulaştıkları rüşvet ve yolsuzluk skandalları ayyuka çıkıyor ve ciddi bir kamuoyu tepkisi oluşuyor. Bunların sonucunda bazı politikacıların Chaebol’lar üzerine gitmeye başladığını ve yolsuzlukları soruşturma yönünde bazı adımlar attıklarını görüyoruz. Bu dönemde Samsung Grup Yönetim Kurulu Başkanı bir rüşvet skandalı nedeniyle bir süreliğine hapse bile giriyor.

Son 40 yıllık dönemde Chaebol sisteminin sunduğu avantajlardan yararlanan Samsung, Hyundai ve LG gibi şirketler teknolojik alanda da oldukça ciddi yatırımlar yaparak küresel çapta rekabet edebilen ve kimi alanlarda lider konumuna gelen şirketlere dönüşüyorlar. Bu süreçte Kore’nin Chaebol’ler kanalıyla AR-GE faaliyetlerine yaptığı büyük yatırımların da etkisi çok büyük. Aşağıdaki grafik Kore’nin gelişmiş ülkeler arasında da AR-GE’ye milli gelirinden en yüksek payı ayıran ülke olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. Birçok Koreli şirket bu sayede yeni teknolojiler geliştirip, patentler alarak küresel düzeydeki konumunu pekiştirme ve hatta geliştirme imkanına kavuşuyor.

Kore’de ekonomik kalkınma modeli küresel rekabete açık bir ekonomi olarak tasarlandığından, bu modelin başarısının en önemli göstergesi elbette ihracatta yakalanan performans oluyor. 1960-2020 dönemindeki ihracat rakamlarına bakıldığında bu modelin Kore ekonomisine getirdiği başarıyı net bir şekilde görmek mümkün. Kore 1960 yılında sadece 100 milyon dolarlık ihracat yapmışken, 2020 yılında pandemiye rağmen 513 milyar dolarlık ihracatla dünyanın en büyük yedinci  ihracatçısı ve dünya ihracatının yüzde 3,1’ini yapan ülke konumuna ulaştı.

Filmlerin ve dizilerin söylediği

Şimdi, madalyonun görünen yüzündeki bu parıltılı ekonomik mucizeden arka tarafa doğru ilerleyelim ve madalyonun daha karanlıkta kalan yüzüne bakalım. Bunu da filmler ve diziler aracılığıyla yapalım. Çünkü burada görselliğe gereksinim var ve insana dokunmamız gerekiyor. Son 10-15 yıldır Kore ile ilgili birçoğumuzun gözüne çarpan bir diğer olgu Kore kökenli film, dizi ve K-pop olarak adlandırılan Kore pop müziğinin yükselişi.

Sinema ve müzik alanındaki bu çabalar boşa gitmiyor ve bu film, dizi ve müzikler dünyanın her tarafında ilgiyle karşılanıyor, hatta ödüle boğuluyor. Belli ki Kore ekonomik alanda yakaladığı yükselişi kültürel alanda, özellikle sinema ve müzik alanlarında da yakalamak istiyor. Muhtemelen bu konularda ciddi bir devlet desteği de var. Ama sonuçta bu film ve müzik endüstrisi toplumun sorunlarına da ışık tutuyor kaçınılmaz olarak.

2020’nin en iyi film Oscar’ını  alan “Parazit” filmi ve 2021’de Netflix’in en çok seyredilen dizisi olan “Squid Game” son dönemde Kore sinemasının küresel izleyicilere sunduğu film ve dizilerin en çok bilinenleri. Bu film ve dizi bir yönüyle ekonomik alandaki parlak başarıyı gözler önüne sererken, aynı zamanda Kore toplumundaki “zengin-yoksul” veya “başarılı-yenilmiş” ayrımını da çok belirgin bir şekilde ortaya koyuyor. Eşitsizlik ve sosyal yapının parçalanmışlığı bütün çıplaklığıyla sergileniyor. Başarıya bu denli vurgu yapılan Kore toplumunda belli okullara gidemeyenler veya birtakım sektörlerde ve pozisyonlarda kendilerine yer bulamayanlar “kaybetmiş” olarak algılanıyor.

Kaybetmişler arasında büyük bir öfke, çaresizlik ve tepki var. Yaşam biçimleri arasında sadece maddi olarak değil, kültürel olarak da büyük farklar var. Zengin sınıf Batılı (özellikle Amerikan tipi) yaşama özenir ve bunu taklit ederken, geride kalmışlar daha geleneksel bir çizgide yaşamaya devam ediyor. Aslında toplumdaki bu ikili (dual) yapı Türkiye’deki veya diğer gelişmekte olan ülkelerdeki manzaradan pek farklı değil. Ama Kore’nin ekonomik gelişmesi çok daha çarpıcı ve hızlı olduğundan “başarılı” olanla “kaybeden” arasındaki uçurum çok daha keskinleşiyor ve daha sert bir tepkiye yol açıyor sanki. Yine bir Netflix dizisi olan “My Mister” ve son zamanlarda Mubi’de izlediğim “Burning” ve “Microhabitat” gibi iki Kore filmi de aşağı yukarı benzer temaları işliyor.

Mucizenin bedeli

Kore’de bir yandan etkileyici bir ekonomik mucizeyi, diğer yandan kısmen bu gelişmenin yarattığı, kısmen de hep var olmakla birlikte bu başarının gölgesinde geri planda yaşanan büyük bir eşitsizliği ve sefaleti görüyoruz. Ekonomik göstergelerin gelir dağılımıyla ilgili olanları ile filmlerde ve dizilerde ağırlıklı olarak işlenen ekonomik ve sosyal uçurumu birlikte değerlendirdiğimizde şu gözlemleri yapmak mümkün:

  • Kore aslında Gini katsayısı ile ölçülen gelir dağılımı açısından birçok Batılı ülkeden ve Türkiye’den daha iyi durumda. 2019 yılındaki 0.34 katsayısı ile 0.419 kaysayıya sahip olan Türkiye’den çok daha iyi durumda (0-1 arasında değişen Gini katsayısı sıfıra yaklaştıkça daha adil, bire yaklaştıkça daha eşitsiz bir gelir dağılımını gösterir.)
  • Gelir dağılımında durum çok kötü olmamakla birlikte özellikle gençler ve yaşlı nüfus için ciddi problemler var. Kore’nin ekonomik performansının en parlak olduğu 1970-1997 dönemi artık geride kalmış durumda. 1997 ve 2008 finansal krizleri Kore’de birikmiş ekonomik sorunların ortaya çıkması ve büyümesine yol açtı. Ekonominin parlak döneminde iş yaşamına giren ve makul fiyatlara ev sahibi olabilen orta yaş kuşağı genel olarak nispeten iyi durumdayken gençler gelecekten umudunu yitirmiş durumdalar. Kore’nin artık o parlak günlere dönemeyeceğini görüyorlar. Bu parlak dönemi yakalayamamış olan yaşlılar ise çok düşük gelirle idare etmek zorunda. Kore’de çalışma çağındaki nüfusun sadece yüzde 13’ü fakirlik sınırı altında ama bu oran 66 yaş üzeri nüfusta yüzde 44’e çıkıyor.
  • Gelir dağılımında eşitsizliğin kendini en açık ortaya serdiği alanlar eğitim ve konut sahipliği. SKY üniversitelerden birisine (SKY, Kore’deki en prestijli üç üniversitenin baş harflerinden oluşuyor: Seoul National University, Korea University, Yonsei University) giremezseniz iyi bir iş bulma ve sosyal mobiliteyle sınıf atlama şansınız yok. Bu nedenle aileler ilave kurslar ve özel okullar için inanılmaz paralar harcıyorlar. Aynı şekilde, özellikle başkent Seul’de ev almak aşırı yükselen fiyatlar nedeniyle gençler için artık neredeyse imkansız.

  • İnsanlar gelirleriyle geçimlerini sağlayamadıkları için borçlanmaya yönelmiş durumdalar. Hanehalkı borçlanmasının GSYİH’ya oranı inanılmaz yüksek bir seviyede, ABD, İngiltere ve Japonya gibi ülkelerin üzerinde seyrediyor. 2020 yılında bu oran Türkiye’de yüzde 17 iken Kore’de yüzde 105 seviyesinde. Ayrıca, tefecilere borçlanma oldukça yaygın. Zaten yukarıda bahsettiğim bazı dizi ve filmlerde bu durum oldukça sık işleniyor.
  • Kadınlar da bu ortamdan olumsuz etkilenen gruplardan biri. . Geleneksel olarak Kore kültüründe var olan kadına karşı ayrımcılık iş yaşamına da yansıyor. OECD rakamlarına göre, hükümetin çabalarına karşın kadınlar erkeklerden yüzde 30 daha düşük gelir elde ediyor. Bu, OECD ülkeleri içerisinde erkek-kadın arasındaki en büyük gelir uçurumu anlamına geliyor. Toplumda yaşlı ve göçmenlere karşı da ayrımcılık yaygın.

Kore’nin geleceğinde ekonomik göstergelerin ima ettiği olumlu hava mı, yoksa film ve dizilerdeki umutsuzluk, çaresizlik mi ağır basacak? Bir başka anlatımla, rakamlar mı yoksa his ve korkular mı haklı çıkacak? Zaman bunu hepimize gösterecek!

Öte yandan, sizin de okurken dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Kore’de gördüğümüz gelişmeler ve insanların umutsuzluğu son dönemde Türkiye’de yoğun bir biçimde yaşadığımız bunaltıcı siyasi ve sosyal ortam, ekonomik kriz ve pandeminin de etkisiyle yaşananlarla neredeyse birebir örtüşüyor. Film ve dizilerde fazla işlenmeyen ama her iki ülkede de görülen bir diğer olgu da gençlerin çoğunluğunun ülkelerini terk etmek istemeleri, fırsatını bulanların da terk etmesi.

60 yıl önce epey ileride başladığımız yarışta Kore’nin ekonomik performansının ancak dörtte birine ulaşabildik, teknoloji üreten küresel şirketlerimiz de yok ama tasa ve umutsuzlukta Korelilerle kader birliği noktasında birleştik galiba!

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.