Yine Kadınlarla Başlamak
Yeryüzünün her biçimde taciz edilmesi, kadınların taciz edilmesinin bir metaforu haline gelmektedir.
(Judith Plant, 1989)
Biz Kadınlara göre bugünkü “dünya düzeni”, erkeklerin gerek kadınlar gerekse doğa üzerindeki güçlerinin beklide en aşırı dışavurumunu temsil etmektedir. Uzun bir geçmişi olan patriyarkalliğin tarihi, on altıncı-on dokuzuncu yüzyılların sınaî ve bilimsel devrimlerinden çok daha gerilere uzanmaktadır. Patriyalkarlik, babanın mutlak egemenliği demektir. Ancak bu tanımlama genelde daha çok erkeklerin çıkarlarını öne çıkaran kadınları arka plana iten bir sistemi tanımlamak üzere kullanılmaktadır.
Kadınlar, tarih boyunca erkeklerin gücüne karşı mücadele etmişlerdir. Kadınlar erkeklerin gücünü bazen bireysel ya da kolektif olarak kırmayı başarabilseler bile, erkek gücü son noktada asla kırılmış değildir. Kadınlar, kendileri üzerinde fiziksel, ekonomik, ideolojik ve duygusal bir denetim kurmakta uzmanlaşmış olan çok başlı bir canavarla savaşmaktadırlar. Batı toplumlarında başlayan ( İngiltere ve Fransa ) on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılların politik devrimleri, bireysel politik haklar talebiyle kadınlara bir çıkış yolu sunar gibi görünüyordu. Kadınların artık babaların ve kocaların taşınır malları olmaları gerekmiyordu. Pek çok kadın kendisini yeni toplumsal hareketlerin eşitlik ve özgürlük talepleriyle özdeşleştirmişti. Ne yazık ki Fransız devriminin üçüncü sloganı olan “kardeşlik”, gerçeklik haline geldi. Sendikalar ve toplumsal hareketlerdeki yeni kolektif mücadele içinde, kadınların yarışı kaybeden atlar durumuna düştüğü, erkekler uğruna, kardeşlik uğruna bir mücadele olduğu görüldü
Yeni sanayileşen toplumların politik sistemlerinde yer alamayan kadınlar, kırsal tarım geleneği yerini şehirli sanayi toplumuna bıraktıkça üretim sisteminin uzağına düştüler. Şehir yaşamı, kadınları sınırlayan toplumsal sınırların bazılarını yıkarken, yaşamlarını da fiilen bölüyordu. Sanayi toplumu, kadınları, bir yanda iş, ticaret, politika ve kültürden oluşan kamusal dünya ile öbür yanda, aile, cinsellik ve ev işinden oluşan özel dünya ile bölünmüş durumda, toplumsal bakımdan şizofrenik bir hale getirdi. Erkekler, özel dünyada kadınların hizmeti ile yaşarken, kamusal dünyaya da egemendiler. Kadınlar kamusal dünyaya, yalnızca kendi özel dünyalarındaki sorumluluklarını reddederek (“fahri erkekler olarak”) giriyorlardı.
On dokuzuncu yüzyılın “ ilk dalga “ feministleri, kamusal dünyaya eşit bir temelde girmek için mücadele yürütmüşlerdi. Yirminci yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise kadınlar kendi yaşamlarındaki, bölünmeleri yıkmanın, özel dünyayı kamusal dünyayla yeniden birleştirmenin zorunlu olduğunu artık fark etmiş durumdaydılar. Ekolojik ve askeri yangının giderek artan tehlikeleri, kadınların daha da ileri gitmesi gerekliliğini açıklığa kavuşturmaktadır. Olay, cinsiyet temelinde bölünmüş bir toplumun yol açtığı zararları onarma olayı değil , erkeklerin yarattığı ekonomik, politik,, askeri ve cinsel egemenlik yapılarını alaşağı etme olayıdır. Bununla birlikte, söz konusu yapılar, kadınların hem çevrelerine, hem de aralarına birtakım engeller koymuşlardır. Kadınların mücadeleleri, sınıf, ırk, etnik köken ve cinsiyet bölünmeleri nedeniyle parçalanmıştır. Kadınlar geçim araçlarıyla ilişkileri bakımından da birbirlerinden farklıdırlar. Sanayi toplumlarında kadınlar üretim sürecine ancak dolaylı ve eşit olmayan yollarla katılabilirken, sanayileşmemiş toplumlarda doğrudan kendilerinin ve ailelerinin hayatta kalma sorumluluklarını üstlenmişlerdir. Güneyde Piyasa geçim ekonomilerine giderek baskın çıktıkca, kadınlar kendi topraklarının sanayileşmiş tarım tarafından yutulduğunu görmekte, yiyecek maddeleri yerine peşin parayla satılabilecek ürünler yetiştirme baskısını hissetmektedirler.
Ekolojik krizi doğrudan ekonomik, askeri ve politik sistemler, içlerinden bir kısmı onlara katılmış ve nimetlerinden yararlanmışsa da, kadınlar tarafından yaratılmadı. Kadınların maruz kaldığı sömürü ve baskıyı çok sayıda erkek de paylaşmış olmakla birlikte. Bu iktidar yapıları erkek çıkarları ve önceliklerinden yola çıkmaktadırlar. Gelecek açısından yaşamı sürdürebilir bir toplum kadınların görüş ve önceliklerinden yola çıkmalıdır. Yaşam araçlarını yaratıp sürekliliğini sağlamaktan sorumlu olanlar kadınlardır. Yoksulluğa, çevre kirliliğine, savaşa karşı en dayanıksız olan insanlara ( çocuklar, yaşlılar ve hastalar) bakanlar kadınlardır. Bedenleri doğum mühendisliğinin deney alanı durumuna getirilen ve özürlü çocuklar doğuran kadınlardır. Piyasa ekonomilerinde çoğu reklamların hedef kitlesi olan ve üzerinde korkunç bir tüketim baskısı hisseden kadınlardır. Nitekim piyasa ekonomilerinde bir kadını değeri, kullandığı markayla ve ev bütçesinden çocuklarına en son model gereçleri edinip edinememesiyle ölçülür.
Feministler ve yeşiller modern topluma köklü bir eleştiriyi yöneltiyorlar. Modern toplumun yanlışlığını eleştirmeyenler toplumsal düzenin bozukluğunun bir parçası görümündedir…
Bilge Contepe
Yeşiller Partisi Eş sözcüsü