2007 yılının bir Mayıs akşamı içeriği tam anlaşılmadan ve tartışılmadan apar topar kabul edilmişti parlamentoda. “Çocuk pornografisi ile savaş”, “internette zararlı içeriklerden çocukları koruma” gibi hiçbir politik kampın itiraz edemeyeceği sihirli argümanlarla hayatımıza girivermişti işte. Tam adını bilişim hukukçusu dostlarım ve öğrencilerim dışında kimse bir çırpıda söyleyemiyordu. “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele edilmesi Hakkında Kanun” yerine çoğumuz kısaca “İnternet Yasası” dedik ona ya da sadece “5651”.
Son altı yıl boyunca bilişim alanında faaliyet gösteren hemen her STK (özellikle Alternatif Bilişim Derneği ve Korsan Parti’nin adlarını anmadan olmaz), Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak gibi saygın hukukçuların da içinde bulunduğu azımsanmayacak büyüklükte bir akademisyen grubu, sayısız bürokrat, siyasetçi, ve internet yayıncısı amansız şekilde eleştirdi 5651’i. Bu lanetli yasa üzerine kitaplar, tezler yazıldı, pek çok farklı platformda uzun uzun tartışıldı, uluslararası ifade özgürlüğü raporlarına girdi ve tabii yıllar içinde bizi internet özgürlüğü sıralamalarında Çin’den biraz hallice bir duruma geriletti.
İnternet kullanıcı profilinin bu denli dinamik, yeniliklere açık ve genç olduğu bir toplumda kanun koyucunun mantığı dijital çağın tersine işliyor ve erişim amansızca engelleniyordu. Bu yasayı gerekçe göstererek Kürt meselesiyle ilgili haber yapan siteler hızla kapatılıyordu. Bu sitelerin arkasındaki kişiler hakkında “yasadışı örgüt propagandası yapmak” ve “silahlı eyleme teşvik etmek” gibi suçlardan davalar açılıyordu. Oysa bu yasaklamaların hukuki temeli yoktu. 5651 yıllarca Kürt haber sitelerini taciz etmek ve cezalandırmak için kullanıldı. Oysa 5651 kapsamında ne terörle mücadele yasalarında erişim engelleme ne de terör propagandası yapmakla ilgili suçlar vardı.
Ancak politik yetke sanal aleme “çekidüzen” vermeye ant içmişti bir kere. İnternet üzerinde filtreleme ve sansür yıllarca hız kesmeden sürdü. Siteler sekiz katalog suç üzerinden sansürleniyordu: çocuk pornosu, müstehcenlik, intihar, kumar, uyuşturucu, fahişelik, tehlikeli maddeler ve Atatürk’e manevi şahsına hakaret. Hem hükümetin internet düzenleyicisi olan Telekomünikasyon Daire Başkanlığı, hem de özel kişiler bu tür suçların işlendiğine dair “makul şüphe” varsa sitelerin kapatılması ya da erişiminin engellenmesi için şikayette bulunabiliyorlardı. Bu ülkede yasak ve sansür politikaları internet bağlamında hep var oldu. Kişisel olarak bu yasanın orasına burasına yama yapılmasından değil toptan kaldırılmasından yana oldum hep.
Özellikle Gezi Parkı direnişinden sonra sosyal medyanın oynadığı rol ve iktidarın takındığı intikamcı tutum nedeniyle internete her an bir sansürcü yasa geleceğinden endişeliydik. İktidarın internet üzerinde oluşan muhalefet alanına darbe ise çok sonra, 17 Aralık 2013’te Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu’nu 12 maddelik bir yasa teklifiyle geldi. Sonra nedense bu teklif 21 maddeye çıktı ve 60’tan fazla kanunu kapsayan bir torba yasanın içine dahil ediliverdi. Oysa bu torba yasa ta Haziran’da hazırlanmıştı, komisyonda bekliyordu ve internetle yakından uzaktan ilgisi yoktu. 18 Aralık tarihinde “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” nedense apar topar bu torba yasanın içine sokuluvermişti. 5651’in yasakçı zihniyetiyle uğraşırken ondan çok daha beter bir düzenlemeyle karşı karşıya kalacağımızı nerden bilebilirdik? Neler neler yok ki içinde bu teklifin?
“Hak ihlallerine” yönelik başvuruların hakimler tarafından ise 24 saat içinde karara bağlanması gerekiyor mesela. Hakimlerimiz adeta ışık hızında adalet dağıtacaklar anlayacağınız. Hakimlerin bilişim dünyasına aşinalığı göz önüne alındığında ben şahsen pek gerçekçi bulmadım bu durumu. İçeriğe erişim engellenmesi bir kuşağı DNS ayarlarını değiştirip sansürü bypass etmeyi öğretmişti. Bu yeni yasa tasarısıyla bu artık ortadan kaldırılıyor ve IP ve URL tabanlı bir uygulama zorunlu kılınıyor. İşin özü kullanıcılar olarak daha ağırlaşmış, özel hayatın gizliliği hakkının ihlaline yola açacak olan daha fazla gözetlenen bir internete sahip olacağız anlamına geliyor. Oysa internetin doğası şeffaflığı ve uyar-kaldır mekanizmasının sağlıklı işlemesini ideal olarak kabul eder. Bu tür erişim engellemeleri son derece ekstrem uygulamalar olmalıdır.
5651’de muğlak tanımlı “müstehcenlik” kavramına bu tasarıyla yeni tehlikeler eklenmiş. Katalog suçları barındırdığı düşünülen siteleri izleme, filtreleme, engelleme, uygulama, denetleme vb. yetkisi de İnternet Geliştirme Kurulu‘na (İGK) bırakılmış. Bu yapının Amerika’daki Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) benzeri olacağı sanılıyor. Yeni düzenleme, Bakana ve TİB Başkanına bizzat internet sitesi erişim engelleme yetkisi veriyor. Sanırım bunu yorumlamaya pek gerek yok.
Kısacası bu yasa tasarısı internetin özgürlükçü yapısına tamamen ters bir şekilde 5651’in halihazırda var olan sorunlarını katmerleştirmekte. 5651’in eski haliyle bile ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla tescillenmiş olduğunu da hatırlarsak işin vahametini daha da iyi anlayabiliriz. 5651’in yarattığı sansür azalacağına tam tersine bu tasarıyla devasa bir gulyabani gibi sanal alemi yutmaya hazırlanıyor. Buna gereken demokratik tepkiyi vermezsek bir avuç kalan özgürlük alanımızın daha da daralacağına hiç kuşkunuz olmasın.
Aslı Tunç www.t24.com.tr