Köşe Yazıları

İklim mücadelesinde demokratikleşme süreci: İklim değişikliği davaları – Nilsun Gürsoy

0

Dünya genelinde sivil toplum kuruluşları (STK) ve vatandaşlar daha sürdürelebilir bir çevre politikası ve iklim değişikliğiyle mücadele için kolları sıvamış durumda. Devletlerin iklim değişikliğiyle mücadeledeki yetersiz politikaları, STKları ve vatandaşları da daha farklı çözüm arayışlarına yönlendiriyor.

Uluslararası alanda devletlerin attığı en etkili adım olarak nitelendirilebilecek Paris Anlaşması’nın koyduğu hedefler dahi iklim değişikliğiyle mücadelede ulaşılması gereken noktadan oldukça uzak. Kasım 2017’de Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından yayınlanan Rapor’a göre (Emissions Gap Report 2017) Paris Anlaşması’na taraf devletler sera gazı emisyonu azaltım taahhütlerini (NDC) tamamen yerine getirseler bile emisyonlardaki bu azalma, küresel sıcaklık artışını, tehlikeli sınır olarak görülen 2⁰C’nin altında tutmayı sağlayacak azaltımın ancak üçte birini karşılamaya yetiyor. Bu da demek oluyor ki devletlerin küresel sıcaklık artışını 2⁰C sınırının altında tutmak için koyduğu hedefler yeterli değil ve iklim değişikliğiyle mücadele etmek istiyorsak sürdürülebilir bir ekonomi yönünde çok daha köklü adımlar atmamız gerekiyor.

Dünya genelinde birçok STK ve vatandaş da devletlerin politikalarını yetersiz bulmuş olacak ki, iklim değişikliğiyle mücadeleyi deyim yerindeyse halka indirmek ve demokratikleştirmek yönünde atılan adımlar giderek yaygınlaşıyor. Bugün dünyanın pekçok yerinde STKların ve aktivistlerin de yardımıyla halk, hukuki mekanizmaları kullanarak hem iklim değişikliğinde en yüksek tarihsel paya sahip enerji şirketlerinden hem de yetersiz önlemler alan devletlerden hesap sormaya hazırlanıyor.

Mahkemeler uzun zamandır iklim değişikliğiyle mücadelede çevrecilerin uğrak noktası olsa da devletlerin vatandaşlarının temel insan haklarını koruma yükümlülüğü çerçevesinde açılan davalar oldukça yeni[i]. Bu davalardan dünya çapında en çok ses getireni ise Urgenda[ii] Derneği ile 886 vatandaşın Hollanda hükümetine karşı açtığı dava. Bu davada 2015 yılında Lahey Yerel Mahkemesi, Hollanda hükümetinin iklim değişikliğiyle mücadelede gereken önlemleri almayarak özen yükümlülüğünü ihlal ettiğine ve hükümetin 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını en az %25 oranında azaltması gerektiğine karar verdi. Mahkeme kararı şu anda yürülükte olsa da dava sonucu hükümetin kararı temyiz etmiş olması sebebiyle henüz kesinleşmiş değil. Temyiz duruşması 28 Mayıs 2018 tarihinde Lahey İstinaf Mahkemesi’nde görülecek; ancak aksi yönde yeni bir karar çıkmadıkça Hollanda hükümeti Yerel Mahkeme’nin kararına uymakla yükümlü.

Lahey Yerel Mahkemesi’nin kararının ardından davayı kazanan davacıların sevinci (Chantal Bekker/Urgenda)

Bu dava, ilk defa bir mahkemenin sera gazı emisyonlarının azaltımı konusunda hükümetin attığı adımları yeterli bulmayarak daha yüksek bir azaltım hedefi belirlemiş olması sebebiyle oldukça önemli. Lahey Yerel Mahkemesi, daha önce birçok davanın olumsuz sonuçlanmasına sebep olan, iklim değişikliğinin yalnızca bir devletin emisyonlarının sonucunda oluşmadığı ve tek bir devletin emisyonlarını azaltmasının onu uluslararası alanda dezavantajlı konuma sokmak dışında herhangi bir etkiye sahip olmayacağı, enerji ve çevre politikasının mahkemeler değil yürütme organı tarafından belirlenmesi gerektiği gibi argümanların hepsini bir kenara iterek Hollanda hükümetini daha etkili ve hızlı iklim değişikliği politikaları edinmeye zorladı. Mahkeme kararının doğrudan etkisi midir bilinmez ama geçtiğimiz aylarda Hollanda’nın yeni koalisyon hükümeti de, yapımı 2015 yılında tamamlanan üç kömür santrali de dahil olmak üzere, 2030 yılı itibariyle tüm kömür santrallerini kapatmayı planladığını açıkladı. Elbette bu davanın önemi Hollanda hükümetinin daha kararlı bir iklim politikası belirlemek zorunda kalmasından ziyade, davanın uluslararası alanda başka STKlara ve aktivistlere örnek oluşturarak birçok ülkede yeni davalara zemin hazırlamış olmasından kaynaklanıyor. Hollanda’daki davanın başarıyla sonuçlanmasının ardından Belçika, İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri gibi birçok ülkede, devletlerin iklim değişikliğiyle mücadelede yeterli önlemleri almayarak vatandaşlarının temel haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle davalar açıldı.

Maalesef bu davalardan bazıları hukuk sistemiyle ilgili genel sorunlara takılmış ve vatandaşların temel haklarından çok daha farklı tartışma alanlarına kaymış durumda. Örneğin, Belçika’da 1 Aralık 2014’te açılan davada, bugüne kadar davanın esasıyla ilgili tek bir konu tartışılmış değil; mahkemeler hala davanın Fransızca mı yoksa Felemenkçe mi görülmesi gerektiğini ve hangi bölgenin mahkemelerinin yetkili olduğunu tartışmakla meşgul. Öte yandan hükümetlerin iklim değişikliğiyle ilgili daha köklü çözümler talep eden davaları geciktirmek için çeşitli yollara başvurdukları başka davalar da mevcut. Bu davalardan belki de en önemlisi, Amerika Birleşik Devletleri’nde 12 Ağustos 2015 tarihinde, Amerikan vatandaşı gençler tarafından esas olarak Obama hükümetine karşı açılmış olan ve şu anda da Trump hükümetine karşı süren dava. Bugün itibariyle yaşları 10 ila 20 arasındaki değişen farklı eyaletlerden 21 genç, davacı sıfatıyla, Amerikan hükümetinin iklim değişikliğine katkıda bulunan çeşitli eylemleri sonucu, kendilerinin anayasa tarafından korunan yaşama, kişi hürriyeti ve güvenliği ile mülkiyet haklarını ihlal ettiğini iddia ediyor[i]. Hükümetin, davanın daha detaylı bir incelemeye yer olmaksızın reddedilmesi için çeşitli itirazlarına karşın Federal Mahkeme Hakimi Ann Aiken son olarak 10 Kasım 2016’da, bu itirazların reddedilmesi ve davanın esastan incelenmesi yönünde bir karar verdi. Bu kararın yeniden değerlendirilmesi için çeşitli yöntemleri deneyip başarıya ulaşamayan hükümet, 9 Haziran 2017’de üst derece mahkemesine başvurarak olağanüstü bir incelemeyle bu kararın bozulmasını (writ of mandamus) ve bu talep sonuçlanana kadar görülmekte olan davanın durdurulmasını talep etti. Trump hükümetinin başvurduğu bu yöntem, ancak yerel mahkemenin yetkilerini kötüye kullandığı veya açık bir şekilde aştığı durumlarda başvurulan bir olanak olması sebebiyle bazı çevreler tarafından Federal Mahkeme Hakimi ve federal yargıya saygısızlık olarak değerlendiriliyor ve tabii Trump hükümetinin neden esasa ilişkin inceleme sırasında kendi taleplerini savunmak yerine böyle bir yola başvurduğu da akıllara bazı soru işaretlerini getiriyor. Hükümet bu talebini, iklim değişikliğiyle mücadele politikalarının, özellikle de çevre ve enerji politikalarını yakından ilgilendiren konuların, yargının yetkisi dışında kaldığı ve ancak yürütme tarafından belirlenebileceği yönündeki iddiasına dayandırıyor. 11 Aralık Pazartesi günü tüm bu taleplerin üst mahkeme tarafından değerlendirilmesi için San Fransisco’da uluslararası çevreci grupların da yakından takip ettiği bir duruşma gerçekleşti[ii]. Davayı izleyen bazı gazeteciler ve aktivistlerce yapılan değerlendirmelere göre üç kişiden oluşan mahkeme heyetinden en az iki hakim hükümetin talebine pek de sıcak bakmadı. Bu duruşmanın sonucunda çıkacak karar bize davanın devam edip edemeyeceğini gösterecek; dolayısıyla şimdilik bu davanın gidişatı ile ilgili daha detaylı bir yorum yapmak mümkün değil.

11 Aralık tarihli duruşmadan sonra mahkemenin önünde bekleyen davacılar (Eric Risberg/AP)

İklim değişikliğine ilişkin davaların en sonuncusu da 23 Ekim 2017 tarihinde Friends of the Irish Environment tarafından İrlanda hükümetine karşı iklim değişikliğiyle mücadelede yeterli önlemlerin alınmadığı iddiasıyla açıldı. İrlanda, Avrupa Birliği içinde kişi başına düşen en yüksek karbon emisyonuna sahip üçüncü ülke ve İrlanda’nın 2015 tarihli iklim değişikliğine dair yasal düzenlemeleri sera gazı emisyonlarının ciddi anlamda azaltılması için yeterli önlemleri almaktan uzak. Bu davanın da yukarıda bahsedilen Urgenda Derneği’nin açtığı davadan esinlendiğini söylemek mümkün; hatta grup internet sitesinde de bu konuyu açıkça ifade ediyor. Friend of the Irish Environment, aynı zamanda, Urgenda Derneği’nin avukatlarından Dennis van Berkel ile de yakın bir ilişki içinde ve dava ile kampanya sürecinin yürütülmesi konusunda kendisinden stratejik destek de alıyor. Dava henüz çok erken bir aşamada ve hâlâ hükümetin yazılı cevaplarını sunması bekleniyor. 12 Aralık tarihinde tarafların ilk defa yüzyüze gelmesi beklenen duruşma ise hükümet avukatının katılamayacağını bildirmesi üzerine ertelendi. 30 Ocak 2018 tarihinde görülecek olan bir sonraki duruşmada ve hatta takip eden aylarda görülecek duruşmalarda da hükümetin cevaplarını sunmak için yeniden süre uzatımı talep etmesi bekleniyor. Dolayısyla bu yeni davada da daha önemli gelişmeler için bir süre daha takipte kalmak gerekiyor[i].

Yukarıda sayılan davalara çok daha fazlasını eklemek mümkün: 65 yaşlarında 450 kadının İsviçre hükümetine karşı açtığı dava[ii], Yeni Zellanda’da bir hukuk öğrencisi tarafından açılan dava, Greenpeace tarafından Norveç hükümetinin kutuplarda petrol arama kararına karşı açılan dava ve daha birçoğu. Üstelik bunlara iklim değişikliğinin yanı sıra, çevre kirliliği, zorla yerinden etme, tarım alanlarının ve ormanların tahrip edilmesi gibi enerji sektörünün sebep olduğu daha yerel sorunlara odaklanan çok sayıda davayı da eklemek mümkün. Hukuki süreçlerin tahmin edilenden çok daha fazla zaman alması sebebiyle bu davalardan ne gibi sonuçlar çıkacağını görmek için biraz daha beklemek gerekiyor. Ancak Urgenda derneğinin açtığı davanın olumlu sonuçlanması birçok ülkede vatandaşlara ve çevre aktivistlerine ilham vermiş ve uluslararası dayanışmayı büyük ölçüde arttırmış görünüyor. Tüm bu davalar bize sivil toplumun devletlerin etkili önlemler almasını beklemekten yorulduğunu ve sürece dahil olarak devletleri eylemsizlerinden sorumlu tutmayı istediğini gösteriyor. Türkiye’de henüz hükümetin iklim politikasını doğrudan hedef alan bir dava açılmış değil; fakat özellikle kömür santralleri ile kömür madenlerine karşı açılmış ve kısmen ya da tamamen başarıya ulaşmış birçok dava mevcut. 2017 yılının Temmuz ayı sonu itibariyle elektrik üretiminin %31’ini kömürden, %34’ünü ise doğal gazdan sağlamış ve mevcut kömür santrallerine daha onlarcasını eklemeyi planlayan bir ülke olarak Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele sicili pek de parlak değil. Türkiye’nin kirli enerji politikası belki doğrudan iklim değişikliği sebebiyle değil ama artan hava kirliliği sebebiyle sivil toplumun dikkatini çekmiş görünüyor. Dolayısyla, yakın zamanda iklim mücadelesinin demokratikleşmesini içeren bu süreçten Türkiye’nin de payını aldığını ve daha sürdürülebilir enerji politikaları için yeni davalar açıldığını görebiliriz.

[i] İklim değişikliğiyle mücadele alanında başarıya ulaşan ilk dava Avusturalya’da açılmıştır. Bu davada mahkeme, bir kömür madeninin çevre lisanslarının verilmesi aşamasında ilgili kamu kurumunun gelecekte kömürün kullanımı sırasında ortaya çıkacak sera gazı emisyonlarının da dikkate alınması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bkz. Australian Conservation Foundation v. Latrobe City Council (2004) 140 LGERA 100.

[ii] Urgenda, Urgent Agenda yani Acil Gündem anlamına geliyor.

[iii] Davacı gençlerle ilgili daha detaylı bilgiye bu linkten ulaşabilirsiniz.

[iv] Duruşma kaydını bu linkten izleyebilirsiniz.

[v] Davayla ilgili en güncel gelişmeleri Climate Case Ireland adlı facebook sayfasından takip edebilirsiniz.

[vi] Dava “grannies against climate change” olarak da biliniyor.

 

 

Nilsun Gürsoy

İstanbul Barosu Avukatı

Harvard Law School Yüksek Lisans Mezunu

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Yüksek Lisans öğrencisi

You may also like

Comments

Comments are closed.