Köşe Yazıları

İklim ayrım yapmaz

0

Hindistan’ın doğu kıyılarını, iki hafta önce karadaki hızı saatte 240 kilometreye varan Phailin kasırgası vurdu. Ülkenin Bengal körfezi kıyısındaki Odisha (eki adı Orissa) ve Andhra Pradesh eyaletlerinde yaşayan yaklaşık 12 milyon insanı etkileyen kasırgada en az 46 kişi öldü, 1 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Binlerce kerpiç evin yıkılmasına, ağaçların devrilmesine, pek çok köyün sel suları altında kalmasına, altyapının ve yolların hasar görmesine neden olan kasırganın üzerinden üç hafta geçtikten sonra halk yavaş yavaş evlerine dönmeye başladı ama hasar çok büyük.

Bundan 14 yıl önce yaşanan benzer bir kasırgada yaklaşık 10 bin kişinin hayatını kaybettiğini hatırlatanlar, insanların gelişen iletişim imkanları sayesinde kasırga uyarılarından erken haberdar olmalarının ve evlerini zamanında terk etmelerinin ölü sayısını azalttığı yorumunu yapıyorlar. Boşaltılan bölgelerdeki insanları önceden belirlenen güvenli sığınaklara yerleştiren hükümet de iyi not aldı.

Bengal körfezi

Hint Okyanusu’nun kuzey bölümünü oluşturan ve dünyanın en büyük körfezi olan Bengal körfezi söz konusu olduğunda ölçekler hayal gücümüzü zorluyor. İki hafta önce The New York Times’ta konuyla ilgili bir yazı yayımlayan tarihçi Sunil Amrith, dünyada yaşayan her dört kişiden birinin, Bengal körfezini çevreleyen ülkelerde yani Hindistan, Bangladeş, Myanmar, Tayland, Malezya, Sri Lanka ve Endonezya’nın Sumatra adasında yaşadığını hatırlatıyor. Sömürge döneminde Hindistan ve Çin arasında önemli bir deniz yolu geçişi olan Bengal körfezinin kıyıları, o zamanlar muson yağmurlarının yanı sıra bölgenin zengin doğasının kurulan kahve, çay ve kauçuk plantasyonlarıyla yağmalanması sonucunda şekillenmiş. Amrith, bölgenin şimdi iklim değişikliği ve nüfus artışı tarafından yeniden şekillendirildiğini söylüyor.

Körfez çevresindeki düşük rakımlı kıyı bölgelerinde 500 milyon kişinin yaşadığını ve buraların iklim değişikliği nedeniyle yükselen deniz seviyelerinden en çok etkilenecek yerler olduğunu vurguluyor. Tabii bu ülkelerin başında topraklarının büyük bölümü deniz seviyesinde, hatta bir kısmı deniz seviyesinin altında bulunan 150 milyon nüfuslu yoksul Bangladeş geliyor. Deniz seviyeleri yükseldikçe tarım toprakları tuzlanıyor, bu da bölgede yaşayan insanların bağımlı olduğu tarımsal üretimi tehdit ediyor. Ama çevresel sorunlar bundan ibaret değil. Açık denizde petrol ve doğalgaz aramaları sürüyor. Bengal körfezine akan Ganj, Brahmaputra gibi büyük ırmakların getirdiği kirlilik ve üzerlerinde kurulan barajların büyük nüfusların su kaynaklarını tehdit etmesi de cabası.

El Nino’lar

Bengal körfezi 19. yüzyıldan bu yana, özellikle sömürgecilik döneminde önemli nüfus hareketlerine sahne oldu. Yaşanan göçlerin bir nedeni çay ve kauçuk plantasyonlarında iş bulma umudu. Ancak iklim olaylarının payı da önemli. 1870 ve 1890’da meydana gelen iki El Nino olayı (Pasifik Okyanusu’nun doğu kıyılarındaki su akıntısında meydana gelen ve bütün dünya iklimini etkileyen dönemsel sıcaklık artışı) sırasında kuraklık ve açlıktan milyonlarca kişi ölmüştü. Günümüzde bu tür felaketler iklim değişikliği tarafından besleniyor. Son on yılda bölgede meydana gelen tropikal kasırgalardan 18 milyon kişi doğrudan etkilendi. Gerek El Nino olaylarının gerekse tropikal kasırgaların sıklığı ve şiddeti küresel iklim değişikliği nedeniyle artıyor. Kasırgalar, kuraklık, toprakların tuzlanması gibi nedenlerle geçim kaynakları tehlikeye giren insanların, iklimsel istikrarsızlığın şiddetlendirdiği politik ve etnik çatışmalar nedeniyle göç etmeye mecbur kalması önemli bir toplumsal sorun. Birleşmiş Milletler’e göre 2012’den bu yana yaklaşık 13 bin kişi Bengal körfezinde botlarla göç yolculuğuna çıktı, yüzlercesi hayatını kaybetti.

Suriye

Kuşkusuz bu toplumsal trajedi, Bengal körfeziyle sınırlı değil. Göç yolculuğunda hayatını kaybeden mültecilerin dramı bizim yabancımız da değil. Ama Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle 600 bin mülteci ağırlamak zorunda kalan bir ülkede yaşadığımız halde iklim mültecisi kavramını pek önemsemiyoruz. Oysa bütün bu yaşananlar ancak birbirine bağlı olarak düşünüldüğünde anlaşılabilir hale geliyor.

Araştırmacılar Suriye’de yaşanan iç savaşı başlatan ekonomik ve sosyal istikrarsızlığı tetikleyen nedenler arasında 2006’dan sonra Doğu Akdeniz’de ve Fırat-Dicle havzasında yoğunlaşan büyük kuraklığın önemli yeri olduğunu söylüyorlar. Küresel iklim değişikliğinin tetiklediği bu büyük kuraklıktan ülkemiz de ciddi biçimde etkilendi. Birleşmiş Milletler, Suriye’de bu dönemde yaklaşık 800 bin küçük çiftçinin geçim kaynaklarının kuraklık nedeniyle tahrip olduğunu ve çok sayıda ailenin kentlere göç etmek zorunda kaldığını belirtiyor. Bu ekolojik-ekonomik krizin yarattığı huzursuzluk Esad diktatörlüğü tarafından şiddetle bastırılan bir ayaklanmaya ve dış güçlerin de etkisiyle bir iç savaşa dönüştü. Siyasi sorunları sadece etnik ve dinsel meselelerle ya da iktidar güçlerinin kişisel hikâyeleriyle açıklamaya alışık olan popüler yazın, işin arkasında bu kadar açık iklimsel veya ekonomik istikrarsızlıklar bulunduğuna dair tezlere pek ilgi göstermiyor. Aynı şey, yine kuraklığa bağlı ekonomik çatışmalardan beslenen Somali, Darfur ve Ruanda olaylarında da görülmüştü. Oysa artık yaşanan iç savaş, soykırım ve diğer çatışmaların iklim değişikliğine bağlı bir tür paylaşım sorunu tarafından tetiklendiğine dair çözümlemeler giderek yaygınlaşıyor.

İlk iklim mültecisi

IPCC’nin geçen ay yayımlanan 5. İklim Değişikliği Değerlendirme Raporu da iklim değişikliğinin en fazla etkileyeceği bölgelerin başında Akdeniz havzasının olduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu. Bir başka klasikleşen çalışmaya göre iklim değişikliğinden kaynaklanan sorunlardan dolayı mülteci olacak kişi sayısının önümüzdeki 40 yılda 25 milyonu aşacağı söyleniyor. Ama şimdi bu tahminlerin aslında ne kadar iyimser olduğu ortaya çıkıyor.

Türkiye ’ye sığınan yüz binlerce Suriyeli mülteci, iklim değişikliğinin tetikleyicilerinden biri olduğu Suriye iç savaşının yarattığı mülteci akınının sadece bir parçası. Öte yandan Akdeniz her gün Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mülteci teknelerine mezar oluyor. Bengal körfezi, Afrika ve başka yerlerde yaşanan bölgesel göçler de çoğu zaman iklim felaketleriyle ilişkili.

Kribati adalarında yaşayan bir kişinin önceki hafta Yeni Zelanda’ya iklim değişikliği nedeniyle iltica etmeyi talep etmesi haber olmuştu. Başvurusu kabul edilirse Ioane Teitiota ve ailesi dünyanın ilk resmi iklim mültecileri olacak. Oysa çevremiz şimdiden milyonlarca “gayriresmi” iklim mültecisiyle dolu. Türkiye de bu trajedinin tam orta yerinde duruyor.

(Bu yazı ilk olarak 3 Kasım 2013’de Radikal İki’de yayınlanmıştır.)

You may also like

Comments

Comments are closed.