Köşe Yazıları

Hukuk devleti mi, Kafka’nın “Şato”su mu?

0

Türkiye’de devlet, etrafı su dolu derin hendeklerle çevrili eski bir şatoyu andırıyor. Sıkı güvenlik önlemleriyle, topla tüfekle korunan bu eskimiş yapının yenilenmeye ihtiyacı olduğu ortada. Ayakta kalması için şatoyu, senyörleri kutsamak, halkın vergileriyle sağına soluna istinat duvarları dikerek tahkim etmek çözüm olmuyor. Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları olarak kendimizi sık sık Kafkaesk bir dünyada buluyoruz. Bu kapalı, anlaşılmaz, nüfuz edilemez derin yapıya yabancılaşıyoruz.

On yıllıdır tutuklu Hizbullah sanıklarının zindanlarından salıverilmeleriyle, Şato’nun adalet katında ciddi altyapı sorunları olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Vaktiyle senyörlerinin isyancılara karşı kullanıp ihtiyaç kalmayınca içeri attığı bu acımasız katiller şimdi yasa gereği bırakıldılar. Hep birlikte dehşete düştük, isyan ettik. Oysa yüzyıldır o zindanlarda adalet adına binlerce, belki on binlerce tutuklunun on yıllar boyu yatırıldıklarından haberdardık, ama nerdeyse alışmıştık, pek umursamıyorduk. Domuz bağıyla, işkenceyle öldürülüp mezar evlere gömülen 188 insanın katil sanıkları salıverilince gözlerimiz fal taşı gibi açıldı, çok hassas adalet duygumuz incindi!.

Yüksek Yargımız, ne yapalım, yasayı uygulamak zorundaydık, elimizdeki dosyaları karara bağlamaya yetişemiyoruz, dosya sayısı 1 Milyon 800’ü aştı, dediler. Yüzümüze maske takıp arşivlerdeki tozlu kutuları açıyor, dosyaları incelemeye çalışıyoruz, dediler. Böylece hayal hanemize ağzı maskeli yüksek yargıç görüntüleri düştü. Halk olarak ulaşamadığımız şatonun köhne mahzenlerini görür gibi olduk.

Sonra Yüksek Yargı ile iktidar sözcüleri arasında söz düellosu başladı. Her zaman olduğu gibi yetkililer, karşılıklı birbirlerini suçlayarak üste çıkmaya çalıştılar. Bu münazarada söylenmeyen şeyler olduğunu seziyorduk. Örneğin, Adalet Bakanlığı bütçesine ayrılan pay neden bir türlü artırılamıyor; savcı, hakim açığı neden kapatılamıyordu? AKP, bir anayasa reform paketini referanduma sunabilmişti de, neden 8 yıldır iktidarda olduğu halde doğru dürüst bir yargı reformu yapamamıştı?

Yargıtay’ın yükünü hafifletecek İstinaf Mahkemeleri* neden kurulamamıştı? Şimdi kurulması kaçınılmaz görünüyor, ancak bunun için altyapı sorunlarının çözümü, en başta da binlerce hakim, savcı açığının kapatılması gerekiyordu.

Peki, atamalar neden yapılamamış? Siyasi iktidarla yüksek yargı arasındaki bilek güreşi nedeniyle yapılamadığını bizzat iki tarafın yetkililerinin açıklamalarından çıkarabiliyoruz. Söylenenler, yargının hükümete, hükümetin yargıya güveni olmadığını, atamaların bu yüzden kilitlendiğini gösteriyordu.

Bu ülkede hukuk varsa, hukukun amentüsü, masumiyet karinesinin ihlaline neden son verilemiyordu? Neden, bir tedbirden ibaret olması gereken tutukluluk fiili cezaya dönüştürülmüştü? Bütün bu soruların yanıtlarını, Osmanlı’dan devralınan, hukuktan çok güvenlik konseptine dayalı, kendini vatandaşa karşı korumak üzere kuran ve sürekli tahkim eden despotik devlet anlayışında bulmak mümkün. Çözüm her halde, güvenlik devletinden hukuk devletine geçişle mümkün olacak.

Hukuk devletinin yürürlükte olduğu ülkelerle Türkiye karşılaştırmalarına bakınca da aradığımız yanıtları bulabiliyoruz. Devlet bütçesinden adalete ayrılan payla silahlanmaya ayrılan payı; görevli hukukçu sayılarıyla asker sayılarını ve benzeri verileri karşılaştırınca adalet sisteminin içinde bulundugu krizin nedenlerini anlamak kolaylaşıyor.

Yeni Anayasa yapma sürecinin, Hak ve Özgürlükler Rejimi kadar önem taşıyan ve onunla sıkı sıkıya bağlı Devlet Rejiminin yeniden yapılandırılması için bir fırsata dönüştürülmesi gerekiyor. Çünkü, halkın devleti, hukuk devleti olmak zorunda, egemenlerin iktidar aygıtı, tahakküm aracı değil.

Türkiye, 21. Yüzyıl’da yoluna, eski Şato’yu tamir ve tahkim ederek devam edemez.

You may also like

Comments

Comments are closed.