Hafta SonuKültür-SanatManşet

[Hermit] Postmodernizm’e yenik düşen Çalıkuşu – Ayşegül Sağlam

0

Yaşlanmaya başladığımı hissettiğim ilk anı hatırlıyorum. Öğretmenliğimin ilk yılıydı. Ailesiyle anlaşamamasından yakınan bir öğrencim, bir konuda fikrimi almak istemişti. Aramızda sadece 5 yaş olduğu için, kendisine hak vereceğimi düşünerek, derdini anlatı bana. Ben de kendimce fikrimi söyledim. Fikrimi beğenmeyen öğrencim; “Ay hocam! Aynı annem gibisiniz.” deyince, benim aklım başıma geldi. Sadece 5 yaş vardı aramızda. Nasıl oluyor bu? Yani benden 40 yaş büyük komşu amcayla sohbet ederken daha çok ortak yönümüz oluyor da benden 5 yaş küçük öğrencimle aramızda bu kadar büyük bir uçurum oluyor. Bunu uzun bir süre düşündüm; sonra fark ettim ki sokakta oynayan, bayramlarda büyüklerine bayramlaşmaya giden ve ortaokulda Çalıkuşu’nu okuyan son nesilim. Yani benden 40 yaş büyük komşu amca da bunları yapmıştı ama benden 5 yaş küçük öğrencimle yaşam tarzlarımız artık çok farklıydı. Ben mahallede büyürken o otoparklı, güvenlikli bir sitede büyümüştü. Ben mevsimlerin değişimini; sokağımızdaki bahçelerin filbahri, hanımeli, ıhlamur kokularından anlarken o, sitenin peyzaj mimarının insafına kalmış sera çiçeklerinden öğrenmeye çalışıyordu. Bunlar bir kenara bence en önemli fark şuydu; ben okuma alışkanlığımı, ailemden ve bir önceki anlayışın öğretmenlerinden edinirken o, bu alışkanlığı ‘Ayy bu çocuklar bu yaşta klasiklerden sıkılıyor. Onları yormayacak, bilmedikleri kelimelerden arındırılmış, kısa cümlelerden oluşan, sürükleyici ama içi boş seriler okutalım’ diyen anlayıştan edindi okuma alışkanlığını. Yani ortaokulda yerli ve yabancı klasiklerin hafifleriyle tanışan ve liseye geldiğinde daha ağırlarını da okuyup anlayabilecek bir dil seviyesine sahip olan nesil artık değişmişti. Düşünce dediğimiz kavramın, bildiğimiz sözcüklerle sınırlı olduğunu ben söylemiyorum. Chomsky söylüyor. Çok da doğru söylüyor. ‘Çocuklarımızı zorlamayalım’ diye, zihinlerinin en açık olduğu dönemde onları kötü çevirilerle ve basit kurgularla sınırlandırdık biz. Ama bunu biz mi yaptık yoksa tek dokunuşla önümüze dünyayı seren, değişmiş -değiştirilmiş- postmodern hayat mı yaptırdı, onu bilmiyorum.Dönem ödevlerini hazırlamak için haftalarını kütüphanede geçirmemiş birine, ‘Çalıkuşu’ okumanın önemini anlatamıyorsunuz bu durumda.Hâlbuki romantik bir aşk hikâyesinden çok daha ötesidir Çalıkuşu. Cumhuriyet’in aydın kadınının esin kaynağıdır. Edebiyatta toplumu yakalayabilmenin yolunun romantizmden geçtiğini çok iyi bilen Reşat Nuri Güntekin; Cumhuriyet öncesi Anadolu’yu ve idealist bir öğretmeni, kırık bir aşk hikayesi etrafında anlatmayı tercih etmiştir. Aşk sadece bir motiftir yani. Barışta öğretmen; savaşta hemşire; garip bir kız çocuğuna anne olabilen büyük gönüllü ve güçlü bir kadını topluma kabullendirmenin en doğru yöntemi olarak bu yolu seçmiştir. Belki de bu sebeple yazıldığı dönemde bu karakter çok sevilmiş ve insanlar, doğan kız çocuklarına ‘Feride’ ismini vermiştir.  Ataerkil bir toplumda böyle bir karakter yaratmak hiç de kolay değildir.Gelelim bugüne. Edebiyatın yüklendiği sorumluluklardan biri de tarihine ayna tutmasıdır. Bu durum, dönemle ilgili; gerek sosyolojik gerekse siyasal olarak önemli bir kaynak niteliği taşır; ‘eski kitap ’ okumak bu sebeple çok mühimdir. Geçmişe tanıklık edebileceğimiz en estetik yoldur bu. Hele bir de yaşadığı dönemi iyi tahlil etmiş, dili güçlü bir yazardan okundu mu tadına doyum olmaz. Bazen hiçbir tarih kitabının yaratamadığı etkiyi bir şair ya da bir yazar yaratabilir. Fakat ne yazık ki değişen okuma anlayışı, Çalıkuşu’nu ve daha nicelerini, anne-baba kütüphanelerinin tozlu kısımlarına hapsetti. Artık bir kitabın okunurluğunu belirleyen ölçüt; yazarın güçlü dili, üslubu veya değindiği değerler değil; New York Times’ta ‘best seller’ oluşu. Bu etiket, kitabın çok daha geniş kitlelere ulaşmasına yetiyor da artıyor bile. Zaten popüler olmaktan başka bir kaygısı olmayan ve basit bir seviyede tutulan dil, bir de çevirilerle karşılaşınca ortaya çıkanın bir edebiyat ürünü olduğunu söylemek ne yazık ki pek mümkün olmuyor.

Kabul etmek lazım, o kadar kısa sürede değiştik ki… Yediklerimiz, içtiklerimiz, giydiklerimiz, dinlediklerimiz… Ben bu konuda, örgün eğitimin çok büyük önem taşıdığına inanırım. Eğitim içinde değişim mutlaka olmalıdır ama bu değişimi belli bir seviyenin üstünde tutmak örgün eğitimin görevidir. Yani özetle; postmodernizm, topluma hız kazandırırken her şeyi hızla tüketen, dolayısıyla içi boş ürünleri kıymetli gösteren bir hal almış olabilir. Değişen nesli en yakından takip etme şansı olan okullar; bu koşullarda dahi; Reşat Nuri’yi, Sait Faik’i, Nazım’ı, Tolstoy’u, Shakespeare’i, Brecht’i ve nicelerini öğretmekle ve onların değerlerini iletmekle yükümlüdür. Aksi halde eğitim sistemi, bu değişime dışarıdan bakamayan ve onun hızına kapılıp giden nesiller yetiştirmenin ötesine geçemez.

 

 

Ayşegül Sağlam

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.