Hafta SonuManşet

[Hermit] Dertli nedir, kime denir? – Ayşegül Sağlam

0

Kimdir dertli? Sözlük karşılığı ve ilk akla gelen anlamı; ‘derdi olan, belirli bir konuyla ilgili sıkıntı duyan’ demek. Mesela yoksulluk pek ala bir derttir, sevdiğinden ayrılmak da -yoksulluk kadar büyük olmasa da- öyle. Bindiğin minibüsün şoförünün sigara içmesi de bir derttir kişiden kişiye göre. Çünkü rahatsız olan yolcu, şoförün ‘yavuz hırsız’ tavrıyla baş edemeyeceğini düşünerek katlanmak zorunda kalır yolculuğun geri kalanına. Memleket meselesi bambaşka bir derttir mesela, konuş konuş çözemezsin. Dert örneklerinin sonu gelmez ya iyi bir yanı da vardır bu dert denen meretin. İnsanı büyütür. Dertli insan daha güçlüdür hayata karşı. Önüne konan engellere mukavemet becerisi kazanır. Yoksulluk, adaletin ne mühim bir erdem olduğunu öğretir insana; ayrılık derdi, varlığın kıymetini öğretir. Sigara içen şoföre denk gele gele; “Kardeşim yaşlısı var çocuğu var, bi’ zahmet söndürüver şu sigarayı” diyebilmeyi öğrenirsin. Memleket derdini konuşa konuşa bir yere varamayınca; her şeyin, kendi üzerine düşeni yerine getirmekle başladığını öğrenirsin. Uzar gider örnekler.

“Amma konuştun, ne dertli yazı oldu.” diyeceksiniz. Sebebi şu, bu hafta birbirinden dertli bir sürü gençle tanıştım. ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyeleri. Dertleri büyük; kültürel değerler; tiyatro, dans, müzik… 1961 yılında, ODTÜ`nün ilk topluluklarından biri olarak kurulan Türk Halk Bilimi Topluluğu, halk kültürü öğelerini çağdaş ve bilimsel yöntemlerle çözümleme ve yorumlama amacıyla kurulmuş. İşin güçlü yanı ise bu çalışmalarla elde edilen bulguları, sadece çeşitli etkinliklerle yakın çevreye ulaştırmayı değil; halk bilimi yazınına kazandırmayı hedeflemeleriymiş.

Kurulduğu günden bu yana çalışmalarını aralıksız sürdüren topluluk; halk oyunları, halk müziği, halk tiyatrosu ve yöre araştırmalarını kapsayan dört ana kolda etkinliklerini sürdürüyor ve adeta bir fabrika gibi işliyor. Onlar teknik eğitim alıyorlar. Matematik, kimya, biyoloji, bilgisayar, mimarlık okuyorlar. Bununla birlikte kültürel değerler üzerine bilimsel çalışmalarda bulunmaktan, bu konular üzerine kafa yormaktan ve bu değerleri kaybetmeden nasıl güncelleyeceklerini düşünmekten kendilerini alamıyorlar. Bu durum, eğitim sisteminde insanları sayısalcı, sözelci diye ayırarak eğitim vermenin ne kadar anlamsız olduğunu gösteriyor bize. Onları keyfimize göre sınıflandırıp ‘sen şu kadar fen çöz, sen de biraz Türkçe çöz gerisine karışma, sen coğrafya çöz ama tarih çözme, sen sadece tarih çözüyorsan senden bir cacık olmaz, bırak bu işi’ şeklinde yaptığımız lisans yerleştirme anlayışının, öğrenme ve üretme arzusunun önüne geçemeyeceğini gösteriyorlar bize.

Oynadığım oyun vesilesiyle tanıştım onlarla. Önceki yıllarda ‘Halk Tiyatrosu Günleri’ ismiyle düzenledikleri etkinlikleri, iki yıldır daha kapsamlı bir hale getirerek ‘Halk Tiyatrosu Şenliği’ ismiyle düzenliyorlar. Birçok üniversite grubunun yanında, ‘Hermit’ oyunumla beni de davet ettiler. Her anlamda çok güzel ev sahipliği yaptılar. Hem gelen ekipleri güler yüzle ağırlayarak hem de harika bir oyun sahneleyerek ev sahibi olduklarını gösterdiler konuklarına.

Müjdat Gezen’in ‘İstanbul Müzikali’ adlı oyununu sahneleyen ekip 1994’te yazılan oyun üzerine epeyce kafa yormuş. Oyunun belli bölümlerini günümüze uyarlamışlar. İyi de olmuş. Çünkü bence politik mizahın en büyük sıkıntısı; yakın tarihi okumaya yeltenmeyen bir toplumda, yazıldıktan bir müddet sonra, metnin izleyiciye ulaşamaması. Metin üzerinde yapılan ufak değişikliklerle bu durumun önüne geçilmiş.

Müzikal altyapısı oldukça profesyonel görünüyordu. Duyduğuma göre ODTÜlü ağabeylerinin katkısı olmuş. Ekol olmak böyle bir şey tabi. Oyuncuların hepsi, hiç de sırıtmayacak şekilde güzel dans ediyor ve şarkı söylüyordu. Dekorda sarf edilen emeği de görmemek pek mümkün değil. Makyaja ise ayrı bir özen gösterilmiş. Her skeçte farklı şekillerde, farklı makyajlarla karşımıza çıkan oyuncular, oyunu hiç düşürmeden gösterilerini tamamladılar. Sanıyorum bunun sebebi; sahne önünde olduğu kadar sahne arkasında da iyi bir takım olmayı başarmaları. Amatör tiyatronun en güzel yanı bu herhalde. Oyunun her aşamasıyla ilgilenmek zorunda olan oyuncu, mecburen dekor da öğreniyor, ışık da makyaj da…

Böyle güzel şeyleri ortaya koymak kolay olmuyor tabi. İşleri çok zor. Yıl boyunca tiyatro konuşuyorlar; dönem sonunda, tatilde araştırma yapacakları konuları belirleyip öyle tatile çıkıyorlar. Tatil boyunca İtalyan tiyatrosu, Rus tiyatrosu, meddah, kukla, kabare… Sayısız konu üzerine araştırma yaptıktan sonra okula geliyor ve yeni üyelere araştırdıkları konuların sunumlarını yapıyorlar. Sonra yeni dönem başlıyor ve belirlenen yeni gündeme göre okumalar yapılıyor. Bu senenin konusu ‘Batılılaşma ve Geleneksel Tiyatro’. Birinci dönem yapılan okumalar etrafında kuramsal tiyatro tartışmaları ve söyleşiler düzenleniyor. Bir yandan doğaçlamalara, beden çalışmalarına devam tabii. İkinci dönem başında oyun seçiliyor ve 40 gün gibi bir sürenin sonunda oyun sahneye konuyor. Şimdi bu, dert değil de nedir? Söyleyin bana.

Bir yandan okul bir yandan fabrika gibi işleyen topluluk arasında kalan ve bu yoğunluktan yorulan öğrencilerin, kendi aralarında; ‘Abi ben artık dayanamayacağım. Okulu bırakıyorum; topluluğa devam edeceğim.’ şeklindeki şakalaşmaları bile onların; sanatın, tiyatronun ve yaşadıkları toprağın ne denli kıymetini bildiğinin bir göstergesi. İleride ne yaparlarsa yapsınlar, neticenin çok iyi olacağına eminim. Yapacakları işin içinde mutlaka tiyatronun olacağına da… Yolunuz açık olsun güzel çocuklar…

 

 

Ayşegül Sağlam

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.