Hafta SonuHayvan HaklarıManşet

[Hayvan Deneyleri] Harlow’un korkunç anneleri – Yağmur Özgür Güven

0

İnsanlık tarihi boyunca, insan menfaatine küçük ya da büyük her bilimsel gelişme için mutlaka bir bedel ödenmesi gerekti. Peki bu bedeli kim ödeyecek? [Hayvan Deneyleri] yazı dizisinde bu sorunun cevabını hep birlikte bulmaya çalışacağız

***

Hayvan deneyleri tarihinin sayfalarında, bedenleri test tüpüne çevrilen, kasten hastalık bulaştırılan, göz ve cildine tahriş edici maddeler damlatılan, organlarının yerleri değiştirilen, sakat bırakılan, deney için öldürülen hayvanların yanında, davranışla ilgili deneylerde kullanılan hayvanların hikayeleri de vardır. Amerikalı psikolog Harry Harlow (1906-1981) 1930’larda Wisconsin Üniversitesi’nde kurduğu Primat Psikoloji Laboratuvarı’nda hayvanlarda davranış, problem çözme gibi konularda çalışıyordu. Harlow’un çalışmalarını yürüttüğü hayvan türü rhesus maymunlarıydı ve bir süre sonra da kendi kolonisini oluşturdu. Bilindiği üzere, Hint şebeği (Macaca mulatta) olarak da bilinen bu maymun türünün isminin ilk iki harfini kan gruplarımızda taşıyoruz çünkü kan gruplarımızdaki varlığını ifade etmek için + ya da – olarak belirtilen bir protein, rhesus maymunlarında yapılan bir çalışmada keşfedildi.] Harlow’un 1950’lerde başladığı “anneden yoksunluk ve toplumsal tecrit” çalışmalarının kurbanları yavru rhesus maymunlarıydı ve bu çalışmanın en büyük destekçilerinden biri olan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü Primat Tesisi yöneticisi Stephen Suomi aynı zamanda Harlow’un eski iş arkadaşıydı. Dolayısıyla Harlow çalışmaları için gereken her şeyi kolayca temin edebiliyordu. 30 yıl boyunca sürdürdüğü yoksunluk çalışmaları, 3 kategoriye ayrılmıştı: düşkünlük, mahrumiyet, ayrılma. Harlow’a göre maymunlarla çalışmanın en büyük avantajı, sadece 5 yıl sonra nasıl yetişkinler olduklarını görebilmekti. İsanlar içinse bu süre 20 yıldı. Hükumet tarafından fonlarla desteklenen bu deneylerde, yavrular annelerinden ayrılarak tecrit ediliyor, sadece bakıcının ellerini görebildiği bu metal kafeslerde hiçbir canlıyla duygusal ve fiziksel temas kurmadan büyütülürken öğrenme süreci gözlemleniyordu. Ve zamanla prosedür daha da zalimleşti. Bebek makaklar doğumdan hemen sonra anneden ayrılarak her yanı kapalı bir kutuya benzeyen metal odacıklara konularak büyütülüyor, Harlow’un taktığı isimle umutsuzluk çukuru”na mahkûm edilen hayvan, uyurken bir anda şiddetli ses-ışık ve diğer korkutucu şeylere maruz bırakılıyordu. Hayvanı “terörize etme”ye yönelik bu prosedürlerdeki tecrit süresi 1 yıla kadar uzayabiliyordu ve uzuvlarını yeme gibi kendine zarar verme davranışları sıklıkla gözlemleniyordu.

Başka bir çalışmada ise, her kafeste iki ‘yapay’ anne vardı; biri üzerinde süt şişesinin de bulunduğu metal anne, diğeri de yumuşak dokulu kumaşlarla kaplanmış ahşap anne idi ve ahşap annede süt yoktu.  Hayvanlar metal anneden süt içer içmez ahşap anneye koşuyor ve daima ona yakın durmaya çalışıyorlardı. Bunun üşümelerinden kaynaklanabileceğini düşünen Harlow, metal annenin içine ısı yayan bir ampul koyduysa da sonuç değişmedi. Tıpkı insan yavrularında olduğu gibi, hayvan yavruları için de duygusal bağ, gıda kadar önemli-hatta belki daha da önemliydi. Deneylerin hayvanlarda bıraktığı en ağır hasar ise, büyüdüklerinde ortaya çıkıyordu:. İzole edilerek büyüyen ve büyüdüklerinde cinsel yönden ne yapacaklarını bilemeyen yavrular, tecavüz askısına bağlanarak erkekler tarafından hamile bırakılmaları sağlanıyor ve doğumdan sonra, yavrularını sürekli inciten korkunç anneler oluyorlardı.

Yavrularının kafasını kafesin zeminine bastırıyor, parmaklarını yemeye çalışıyor ve hatta bazıları doğumdan hemen sonra bebeğini öldürüyordu. Harlow yıllar boyunca psikotik-depresif anneler yaratıp gözlemledi ve araştırmacı olarak saygın konumu ve tıbbi konseylerdeki üyelikleri, bu korkunç çalışmalarında ona kalkan oldu. Öğrencilerine göre Harlow’un araştırmaları doğaya karşı açılmış bir savaştı ve bu savaşın içinde ahlaki kurallar geçerli değildi. Primatlarda davranış ve sosyal zeka konulu çalışmalarıyla tanınan Hollanda asıllı Amerikalı biyolog ve primatolog Frans De Waal, Empati Çağı adlı kitabında Harlow’un yoksunluk çalışmalarından bahseder ve bu çalışmaların zaman içinde yetim insan yavruları için olumlu olduğunu söyler ancak şunu da ekler. Dönemin Romanya Cumhurbaşkanı Çavuşesku’nun yetimhanelerindeki yetimler ‘bilimsel’ ilkelere göre, duygusal bağlılıktan uzak büyütüldüler ve ileride oyun oynamayı dahi bilmeyen, öne-arkaya sallanan çocuklar oldular. Anneden yoksunluk ve sosyal izolasyon deneyleri, farklı araştırma merkezlerinde başka bilim insanları tarafından köpek, kemirgen gibi değişik türden hayvanlarla (çoğunlukla Harlow’un gözetiminde) da denendi. Her ne kadar bilimin kasti-soğuk dili bu hayvanları “özne” ya da “denek”, katlanmak zorunda bırakıldıkları her türlü koşulu “prosedür” ya da “çalışma” diye nitelendirse de, her biri kendi yaşamının öznesi olan bu hayvanlar birer “birey”, yaşadıkları ise “fiziksel ve psikolojik şiddet”tir çünkü eylemden zarar gören tarafın bizden olmaması eylemin niteliğini değiştirmez. Anne sevgisinden mahrum büyüdüğü düşünülen Harlow’un halen tartışılan bu çalışmalarının psikoloji-psikiyatriye katkısını bir tarafa koyalım; yoksunluk çalışmalarının en büyük ve en önemli sonucu, derinden yaralanmış 7 bin insan-dışı hayvandır…-

Kaynaklar: Martin L. Kevin Faulk Stephens: Maternal Deprivation: Experiments in Psychology, 1986 Y.N.

 

 

Yağmur Özgür Güven

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.