“Kâat helvası yesem her gün” diye düşündü
5 yaşında.
“Mektebe gitsem” diye düşündü
10 yaşında.
“Babamın bıçakçı dükkanından
Akşam ezanından önce çıksam” diye düşündü
11 yaşında.
“Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar” diye düşündü
15 yaşında.
“Babam neden kapattı dükkânını?”
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına”
diye düşündü
16 yaşında.
“Gündeliğim artar mı?” diye düşündü
20 yaşında.
“Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?”
diye düşündü
21 yaşındayken.
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
22 yaşında.
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
23 yaşında.
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında “İhtiyarladım” dedi,
“babamdan bir yıl fazla yaşadım.”
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yazmaya Nazım Hikmet 1939 yılında başlamış. Ülkenin koşulları sebebiyle kitap 1960’ların ikinci yarısında ancak basılabilmiş. Yani yukarıdaki mısraların üstünden neredeyse 80 sene geçmiş ve Galip Ustaların aklından geçenler bu ülkede hala aynı. “Ya işsiz kalırsam?” Sokağın düşüncesi hala aynı. Ya işsiz kalırsam, ya biraz daha iş bulamazsam, ya okul bitince açıkta kalırsam. Bu soruları sormayan da bu sorulara yanıt aramayan da yoktur.
Dönem değişti dünya değişti, ahval değişmedi
Elbette dönem değişti. Dünya değişti. Yaşamın tabanı yükseldi buna bağlı olarak da hayat standardı arttı. Fakat o his hala aynı his işte. Aynı olmasa 1939’da şiir yazan komünist bir şairin konusu da 2020 yılında kurulan Yeşiller Partisi’ne gelen en büyük iki soru da gençlerin gelecek kaygıları ve işsizlik olur muydu?
Umutsuzluk ve işsizlik… Gençlerin önündeki iki büyük problem. Bugün işsizliğin ne kadar olduğunu dahi bilemiyoruz. Çünkü iş bulma umudunu yitirdiği için iş aramayı bırakanlar işsiz bile kabul edilmiyor. Devletin gözünde işsiz kabul edilmeniz için kapı kapı iş aramanız ve o kapıların yüzünüze kapanması gerekiyor. Bu yüzden de TÜİK işsizliği %12.9 açıklarken bu rakam DİSK’in düzenli yaptığı araştırmaya göre tam %50! Böyle bir ortamda da kimsenin, hele de yıllarını eğitime harcamış, yetmemiş yüksek lisans, doktora kollamış, dil öğrenmiş gençlerin umutlu olmasını bekleyemeyiz. Olan ne? Haklı bir şekilde “yırtma” arzusu. Sonuç ne? Ya fiziken ya da zihnen kaybedilen gençler. Bu döngüyü tersine çevirmeliyiz. Umudun hep beraber değiştirme isteğiyle yaratılacağını ve bireysel kurtuluşların ancak biraz da şansla hayata geçebildiğini görmeliyiz.
Fakat artık bu bireysel kurtuluş bile ufukta kayboluyor. Yurtdışına gidebilenler gidiyor. Her gidenle birlikte ülke daha da çoraklaşıyor. Gidemeyenler ise burada “hapis” kalıyor. Ekonomik sebeplerden, yaşam tarzı kaygılarından, demokrasi kaygılarından ya da en basit ifadeyle ekonomik olarak buhranda, sosyal olarak da baskıcı bu yapıdan uzaklaşmak istiyorlar. Olmayınca da ömür sayacı devreye giriyor. Borç, kredi, biraz elin bollaşması, Dolar kaç lira olmuş, bu sene tatili ne yapalım? Bu sarmal umutsuzluk sarmalı. Ömrünü araba ve ev borcu ödeyerek geçirmemek için intihar eden insanları anlamalıyız. Hayatın ritmi artık klasik siyasi partilerin ritminden farklı akıyor.
Umutsuzluk kader olamaz!
Yeşiller Partisi olarak genç bir partiyiz. Hem tüm sorunları birebir yaşayan hem de bu sorunlara birlikte çözüm arayan bir partiyiz. Dünyadaki akranlarımız nasıl yaşıyorsa öyle yaşamak isteyen, keşfetmek isteyen, tatmak isteyen, çalışmak isteyen ve geleceği kurmak isteyen bir partiyiz. Aynı zamanda umutsuzluğu da yaşayan ve bu umutsuzluktan güç alarak hareket eden bir partiyiz. Umutsuzluk, konforsuzluk bizi itiyor ve bunu yaşayan herkesle birlikte olma isteğini ortaya çıkartıyor.
Sözün özü;
1939’da yazılmaya başlayan bir kitap, yazarı yurtdışında memleket hasretiyle öldükten yıllar sonra basılabilmiş. Günümüzde de hem içerik aynı içerik hem baskı aynı baskı. Fakat değiştirmeliyiz. Bu memleketi de bu memleketin insan manzaralarını da Yeşiller olarak, Yeşiller ile hareket edenler olarak topluca değiştirmeliyiz. Umutsuzluk kader olamaz!