O’nu gördüğümde ensemdeki kolonya serinliği dinmemişti bile. Bir çiçeğin bir arıyı çektiği gibi çekti beni kendine.
“Hoş geldin ağabey,” dedi karga suratlı çırak.
O’na baktım, bir şey söylesin istedim, “Üç dakikaya bitiyor işim,” dedi, “Amca, kafanı kaldırma!”, “Siz şöyle buyurun.”
Hayatımın en kısa yarım saatinden önceki en uzun üç dakikayı geçirmek üzere, yandaki boş koltuğa oturdum.
Çırak “Saç mı, sakal mı?” diye sordu. Yüzüm bir bebeğinki kadar pürüzsüzdü oysa.
“Saç,” dedim, “Sokağın başındaki herif, tavuk götüne çevirdi başımı.”
Rakibini kötülememden hoşlanmışa benzemiyordu. Neyse ki çırak yetişti imdadıma; elindeki bordo önlüğü çırpar gibi yapıp boynuma asarken, “Ağabey, ben o Kör Rüştü’ye köpeğimi bile tıraş ettirmem,” dedi.
Makasın kulak okşayan şarkısı, beklenmedik bir vuruşla bozulmuştu. Çırak o çok güçlü darbenin müşterinin saçına değil, kendi boğazına indiğini anlamış olacak, bir daha açmadı gagasını. Radyonun düğmesine bastı. Hepimizin gözünden kirpik kirpik izin kopardıktan sonra, kanalı değiştirdi. O’nun çırağa durmasını söylediği şarkı, kulağıma hayli yabancıydı. Tek bildiğim, bana hiçbir zaman çekici gelmemiş bu ağdalı müziğin, pantolonumun ağını çekiştirmeme neden olduğu.
Aynanın köşesindeki duanın hemen altına iliştirilmiş fotoğrafı da, aniden kızaran yüzümü görmemek için bakışlarımı kaçırdığımda fark ettim. Deniz kenarında çekilmişti. Üç beş sene evvel olmalı. Mavi slip mayosu hafif aşağı kaymış. Kaslı kolu, iri göğüsleri bikinisinden taşan kızın nispeten ince belinde. İçimde beliren müthiş kıskançlıkla kalkıp gitmeye yeltendim. İşte o an, omuzlarımı kavradı. Elleri öyle güzeldi ki cellâdım olsa gık demezdim.
Çırak, tıraşı biten geçkin adamın ensesini süpürürken, O, saçımı inceledi.
“Rüştü Usta’nın yanında yetiştim ben. Ondan mahiri yoktu eskiden.”
Futboldan hiç anlamam. Ama ayağıma gelen ortayı gole çevirmeyi bildim: “Şimdi sen varsın…”
İltifat ederken gözlerine değil, ellerine bakmıştım. Gevşeyen parmaklarından, yüzündeki tebessümü çıkarsamam güç olmadı. “Durun bakalım,” dedi, “daha tıraşa başlamadım.”
Resmiyetini sevmiştim. Pekâlâ, “ağabey” diyebilirdi bana. “Ben önceki eserlerinden anladım,” dedim, kapıdan çıkmakta olan adamı işaret ederek.
“Hadi, hayırlı işler,” dedi adam, eliyle saçlarını havalı havalı taradı.
Boğazımı ısıran naylon önlük terletmişti beni. Bir havluyla alnımı sildi.
“Ne olacak bu havalar,” dedi.
Maviş gözlerini yakıştırdım yüzüme. “Biz ozon tabakasını deldik, yakındır, güneş de bizi delecek,” dedim.
“Âlem adamsın, ağabey,” dedi. Bu ani samimiyetin ağzından kaçtığını vurgulamak istercesine sordu: “Ensenizi biraz daha kısaltıyorum…”
Saçlarımı topuklarıma kadar uzatmış olmayı diledim. O, saatler boyu ensemi kısaltsın. Ömrümü uzatsın tıkır tıkır. Kulağımı kıvırsın. Gövdesi koluma dokunsun. Tütünlü nefesi burnuma dolsun. Musluk tıp tıp damlasın. Çırak tip tip baksın.
“Saçları yıkıyorum,” dedi. Bu, sona yaklaştığımızın habercisiydi.
“İyice yıka,” dedim, “masaj yapa yapa.”
Parmak uçlarından aşk damladı, koynuma sızıp, çamaşırımı yaktı. Şampuanın şişeyi böyle terk ettiğini bilmezdim. İçimin böyle köpürdüğünü… Derim, kafamdan sıyrılıp kanatlandı. Fön makinesinin ucunda uçuştu aklım. Ensemdeki aynada O’nu gördüm. Sonra kendimi, gene O’nu, gene kendimi… Yüzümdeki kederi gizleyemedim.
“Beğenmediniz mi?” dedi.
“Eline sağlık,” dedim.
Eğilip, yanağıma yapışmış saç telini aldı. Dudağımdaki öpücüğü zor tuttum.
“Parfüm?”
“Sık biraz,” dedim.
Dostça iki şaplak attı ensemin az altına. İşte bu, parfüm kokusundan da beterdi.
“Sıhhatler olsun, yine bekleriz.”
“Günahım?”
“On milyon lira.”
Allah’ım, sen beni bağışla.
NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.
Öykü: Hakkı İnanç
Fotoğraf: Bora Elber