Hafta SonuKültür-SanatManşet

[FotoÖykü] Martılar nerede? – Eyyüp Yıldırmış

0

Denizim ben batık aşklarla dolu

(M. C. Anday)

 

Olaylar dizini, birkaç yıl evvel ödül töreni için bulunduğum sahil kasabasında, nisanın üçüncü haftasında başlamıştı. Anlatacaklarımı hayal ürünü sayarak işin içinden çıkmak mümkün olsaydı, konu üstünde bu denli kafa yormazdım. Kahramanları ben ve babam olan bu olayı uzun süre kimseye anlatamadım. Yine de içimde sır gibi saklayacaktım ama olayın benden başka tanıkları olduğunu bildiğime göre zaten sır olmaktan çıkmıştı, diyerek size de anlatmak istedim.

Balığı ile ünlenen bu küçük kasabada ilk günümdü. Çeşitli dallarda bolca ödülün dağıtıldığı ve üç güne yayılan şenliklerde, ben de o balığı en iyi resmeden(!) sanatçı ödülümü almak için oradaydım. İçtenlikle söylemem gerekirse ödülün maddi karşılığından çok üç günlük tatilden başka anlamı yoktu benim için.

Ödül gününün ilerleyen saatlerindeydi. Kalabalık ve karmaşadan kurtulmam için, bir bahane uydurunca kasabadan epey uzaktaki bu eski limana gitmem söylenmişti. Şenlik alanından uzaklaşıp eski limana sığınmıştım artık. Şimdi tatilin keyfini çıkarabilirdim.

Sakin deniz, esen hafif rüzgârla kulaklarıma şarkılar fısıldıyordu. Eski ama tanıdık ezgilerdi içime dolan. Etrafıma göz gezdirdiğimde limanı tanıyormuşum hissine kapıldım. Fener, kıyı, eski liman. Epeyce uzun bir süre önce buralara gelmiş, burada bulunmuş gibiydim. Evet, burayı tanıyordum.

Uzak kıyıdaki deniz fenerinin ışığı vurdukça beton üzerinde oluşan gökkuşakları gözlerimi ve beynimi buradan alıp eskilere götürüp getiriyormuş izlenimi bırakıyordu. Kalkışa hazırlanan bir pilotun ruh halindeydim; heyecanlı, biraz da korkulu. Neden böyle bir hisse kapıldım ilk anda anlamlandıramamıştım. Sanatçı kimliğimin aynı anda türlü biçimlere bürünebilmesinin bahanesine kapılmamam gerektiği, çünkü yaşadığım bu duygunun ruh bölünmelerinin ötesinde yeni bir şey olduğunun farkındaydım.

Üzerinde durduğum iskelenin bu ucu şimdiki andı, öbürü ise geçmişe açılıyordu sanki. Arada kalmaktan duyduğum korku olayın gerçek olup olmadığının bilinmezliğinde eridi gitti. Deniz feneri beton zemin üzerine iki paralel çizgi halinde bana benzeyen yüzler sıralayarak tek başınalığıma son vermişti. Sakinlik ve sükûnetin kozasında gizlenmeyi arzularken, ruhum ve bedenim savaş halindeki düşman askerleri gibiydi: Ruhum yalnızlığın tek başınalığını karşı konulamaz biçimde arzu ediyor. Bedenim diğer benlerle birleşip göreceli yalnızlığımı çoğaltmak yönünde tercihte bulunuyordu. Beynim kıyasıya bir savaş alanıydı bu anda.

Nereden geldiğini bilmediğim kendimin ve babamın sesi ile eskiden oynadığımız bir oyun yeniden canlandı zihnimde. Sahile geldiğimizde oynadığımız bir oyundu bu.

– Bak parmaklarım şişti baba,

– İçine denizi çektin de ondan.

– Deniz şimdi benim içimde mi baba sahiden?

– Sadece deniz değil, balıklar, tuz, yosunlar hepsi içinde, en azından bir kısımı.

– Damarlarımda dalgalanan deniz mi baba, peki martılar, onlar nerede?

Gerçekten de o gece havada hiç martı yoktu. Sanki kendilerini gizleyen bir örtü altında uykuya, sonsuzluk uykularına yatmışlardı.

Babam ince uzun parmaklarını saçlarımın içine sokup bir süre karıştırır.

– İşte onlarda burada, derdi. Havaya kaldırdığı parmaklarını yukarı aşağı oynatırdı sonra. Saçlarımdan hayat bulan sihirli martılardı onlar.

– Demek saçlarımın arasına saklanmışlar, diye gülmemle sürer giderdi bu oyun.

Deniz sakin bir mavilikle göz alabildiğince uzamaktaydı, fenere takılan gözlerimle ışığı takip etmekteydim. Sırasıyla bulunduğu kıyıdan limanın karşı tarafını, kasabanın evlerini, balıkçı barınağını, kayıkları, kısaca kendine ait sınırları sıra ile bıkmadan, kim bilir kaçıncı kere turluyordu. Deniz feneri ateşböceği edasıyla bir aydınlık salıp sonra karanlığa boğuyordu kendine ait evren parçasını. Az önceki aydınlık dünya, biraz sonra zindani bir karanlığa bürünüyordu.

Fenerin ışığı limanı terk etmiş… Karanlığa karışan benzerlerim sırasıyla yok olmaya başlamışlardı. Bir tanesi hariç… Biraz öncekilerden farklı; ışık oyunun yarattığı sanal kopyalarımdan değildi bu. Kanlı canlı duruyordu. Az ötede biri vardı gerçekten de.

Beni saymazsanız tek başına liman betonunun üstünde oturuyordu. Yanına doğru yürüdüm. Ayak seslerimi duyduğu halde aldırmadan öylece duruyordu. Yanına oturdum. Denizi yalayan fener ışığı yüzlerimizi de aynı özenle okşadı geçti tekrar. O kısa ışık gelgitinde yanına oturduğumun kendim olduğunu şaşkınlıkla gördüm. Kısa bir sarsıntı geçiren beynim az önce yaşadıklarımı kabullendikten sonra bu duruma hiçte zorlanmamıştı doğal olarak.

İskele üstünde oturan o çocuk da bendim. Çocukluk yıllarımın umarsız ve kayıtsız hali üstümdeydi yine. Babamızı yani babasını bekliyordu. Üç kişiydik. Yani hiç de yalnız değildik, “en kör kuyularda bile size eşlik eden bir yıldız mutlaka vardır” diyenler ne kadar haklıydı.

23-Martılar-Nerede-Eyyüp-Yıldırmış

O gün, babam beni bırakıp iskelenin en uçundaki oltalara bakmaya gitmişti. Ansızın aklıma gelen bu durum az önceki konuşmaları da nereden hatırladığımı açıklar cinstendi: Geçmişimi yeniden yaşıyordum. Dedim ya, yaşadığım onca olayı kabullenen beynim bu yeniden yaşanmışlıkları da olağan bulma olgunluğuna elbette sahipti.

Gitmeden önce babama,

– Martılar nerede? diye sormuştum. Yanımdaki çocuğa dönüp,

– Martılar nerede? diye sorduğumda, şaşkınlıkla kafasını bana doğru çeviren küçük çocuk,

– Sen nereden biliyorsun bunu, diye yanıt verdi. Kayıtsızlığı tedirginliğe döndü. İkimiz ortak bir bedeni paylaşan aynı insanız, sadece zamanlarımız farklı, nasıl derdim. Ne de olsa yaşamının başındaki bu küçük insan, şu an ki ben gibi yaşananlar karşısında sakin ve kayıtsız olamazdı.

Dizindeki yara izlerini gösterdim.

– Dün düşmüştün değil mi?

– Evet, dedi. Yeni kabuk bağlayan yarasının üstündeki parmakları gibi sesi de titriyordu.

Ürkmüştü. Hem bir yabancı ile konuşmanın verdiği bir korku hem de onunla ilgili konulardaki isabetli ön görülerim onu tedirgin etmişti. Beni endişelendiren ise zihnimdeki kırılan zaman faylarının oluşturduğu deprem öncesi dalgalarıydı.

– Sadece tahmin, dedim. Baban oltalara bakıp dönmek üzeredir merak etme.

– Baba imdat! diye bağıran çocuğu, çığlıklarına aldırmadan kucaklayıp eski limanın üzerinden sahile doğru koşmaya başladım. Bir uçağın kalkış hızına eş, delicesine koştum. Ardımda ani bir fırtınanın doğum sancıları vardı biliyordum.

– Sen martıları seyret, ben oltalara bakıp geliyorum, demişti o gün babam. Parmaklarının havadaki izlerine takılıp kalan gözlerimle gökyüzünde martıları arayıp durmuştum.

Birden çıkan rüzgârla deniz kudurmuş iskelenin betonlarını dövmeye başlamıştı. Çılgına dönen babam beni kucağına almış sahile doğru delice koşmuştu. Fırtınayı görenler yardıma gelmişler beni babamın bıraktığı sahilin yakınındaki kayalıklarda bulmuşlardı ama yorgun düşen babam, dalgaların içinde kaybolmuştu.

Birbirine paralel çizilmiş kader çizgimiz ummadığımız bir biçimde incelmiş ve kopan fırtınayla denizde kaybolmuştu babam. Bunları şimdi hatırlıyordum ama az önce hiçbirinden haberim yoktu.

Çocukken uğradığım hafıza kaybı; liman, deniz feneri ve iskelede kendime rast gelmemle ortadan kalkmış. Zihnimdeki sis dağılmış dağın doruğu gözle görünür hale gelmişti.

Benim bağırmamı duyan babam limandan sahile koşmaya başlamış az sonra kopacak fırtınadan kurtulmuştu. Çocuk beni, sahilde denizin epey uzağına bırakıp babamın yanıma gelmesini tepeden seyretmiştim. Korkum çizgilerimizin bir yerden tekrar kesintiye uğramasıydı. Ama korktuğum olmamış babam kendi hayat çizgisine kavuşmuştu. Kopan bağlar bir elle, benim elimle yeniden bir birine eklenmiş, küçük çocuğun babasız kalmasına izin vermemiştim. Onu kurtarmıştım. Babamın hayatını bağışlayan benmişim gibi bir duygu ile oradan ayrıldım.

Otele döndüğümde bu gün fırtınanın kopmadığını, ortalığın süt liman olduğunu söyleyen garsona gülümsemekle yetindim. Bunu neden sorduğumu anlamamış gözlerle yüzüme bakıyordu yanından uzaklaşırken.

Kalan günlerim çocukluğumla babamın tatillerini gönüllerince yaşadıklarını bilmemin iç rahatlığı ile geçmişti.

Çocukluğumu ve fırtınadan kurtardığım babamı ardımda bırakıp. Gelecek nisanların son haftalarında bu sahil kasabasında tekrar buluşmak ümidiyle planlar yapıyordum.

Ve işte buradaydım. Peki, ama martılar onlar neredeydi?

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.  

 

Öykü ve Fotoğraf: Eyyüp Yıldırmış

Martılar Nerede - Eyyüp Yıldırmışfoto

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.