“Olmaz,” diyorum, “kalırsam yalan atmayı öğrenmem gerekir. Kadınlar 20 yaşını geçince ya giderler, ya yalan söylerler.”
Susuyor bu kez. Suskunluğu volkan olup taşıyor. Alev boşa gitmesin diye paketini çıkarıyor, içinden bir sigara alıp dudaklarının arasına dokunduruyor.
En çok da dudaklarını özleyeceğim.
“Sana içme şu zıkkımı demeyeceğim, bana da bir tane ver Lavinia.”
Gülüyoruz. Kahkahalarımız içimizde çatlayan camı paramparça ediyor. Belki duvarlarımızı da yıkar diye daha çok gülüyoruz. Olmuyor.
“Hep trajikomik bir roman istedin sen. Asıl ondan gidiyorsun. O yalan atma konusu falan, hep bahane.”
Bu kez ben susuyorum. Benim suskunluğum çöl.
Lavlarını uzatıp sigaramı yakıyor. Bir nefes çekiyorum, boğazıma takılıyor, öksürüyorum. Yemek yemeyi öğrenmeye çalışan çocuğuna bakan bir anne gibi. Bakışları içimdeki çölde fırtına çıkarıyor.
Gözlerini de özleyeceğim.
“Keşke sakallarını uzatsan,” diyorum.
“Gitme, uzatayım,” diye yanıtlıyor. Gülüyoruz, cam kırıklarımızı o zaman fark ediyoruz.
Bir banktayız. Ne deniz var karşımızda, ne dolunay. Öylece geçip giden insanlar. Onlar bizi görmeden geçip gittikçe rahatlıyoruz. Var olmamanın ferahlığı üstümüzde.
Hatırlamaya çalışıyorum, fakat ne kahvaltıda yediklerimi ne de onunla tanışmamızı hatırlayamıyorum. Üzülmemek için yıktığım anı gecekonduları var zihnimde. İyi bir mimar olamadığım için rezidans da yapamadım üstlerine.
“Bitter çikolatayı nasıl sevmezsin, hala anlayamıyorum,” diyor. Zihnimdeki inşaattan zor çıktığımı yüzümdeki ifadeden anlıyor. “Bitter çikolata diyorum, nasıl sevmezsin?”
İnsanlar konuşmaları sırasında vurgularla noktalama işaretlerini koyarlar, vurgulamalarını da özleyeceğim, tüm noktalama işaretleriyle.
“Bu soruyu kelebekler az yaşıyorlar diye onlara acıyıp diğer eklembacaklılardan ayıran adam mı soruyor, yoksa ben mi yanlış anladım?”
“Gitme, birlikte kelebeklere soykırım uygulayalım.”
Dudaklarımda ufak bir tebessüm beliriyor, istemsiz, boğazımda düğüm. Hem de öyle bir düğüm ki üçüncü köprüyü üstüne yapsak kimse fark etmez.
Gözlerimiz birbirine değiyor. O anda tüm geçip giden insanlar yok oluyor, önce dünya duruyor, sonra zaman. Gözlerimizin sevişmesine tüm tabiat saygı duyuyor. Kelebeklere üzülüyorum o ara, hepsine haksızlık etmişim gibi. Gözlerini de kendimle götürsem diyorum, sonra gelir dudaklarını alırım, sonra vurgularını, tüm noktalama işaretleriyle.
Yanağımda ıslaklık hissediyorum.
Ağlamak refleksse, bakışları refleks çekici.
Yanaklarına bakıyorum, aynı ıslaklık.
Elini uzatıyor, aramızdaki tüm gökyüzünü delip yanağıma dokunuyor, ıslaklığım ellerinde.
Elimi uzatıyorum, önce havada sıkıyorum avucumu, aramızda kalan gökyüzünü parçalayıp ıslaklığına sürüyorum. Gökyüzünü merhem yapıyorum ıslaklığına, doğa her şeyi onarır.
“Neden gidiyorsun, bir kez daha anlat, söz bu kez ikna olacağım.”
“Yani,” diyorum “aslında komik biraz da, işte, hayat sana rağmen canımı yakıyor, hayat sana rağmen yaşamaya değmiyor, hayat sana rağmen geçip gidiyor. O geçip gitmeden ben gitmeliyim. Yani, işte, dünyayı görmeliyim. En sevdiğim köşesini bulmalıyım. Ne bileyim, orada bitmeli her şey.”
“Ya en sevdiğin köşesi benim yanımsa?” diyor.
“Olamaz ki,” diyorum “bak ne deniz var, ne dolunay.”
“Hem deniz, hem dolunay olurum,” diyor.
“Yapma,” diyorum “unuttun mu, ben romanları trajikomik seviyorum, romantik değil.”
Gülüyoruz, cam kırıklarımız etlerimize öylesine saplanmış ki, canımız yanmıyor artık.
“Zaten gitmeyecek olsaydın, bu kadar sevmezdim seni,” diyor. “Her şeyini aldın mı?”
Evet, anlamında kafamı sallıyorum, ama bir yandan da çantama bakıyorum yeniden, içimdeki paranoyak benden güçlü. Yeşil pasaportumu görüyorum, bir de yeşil dolarlar var. Yani, yeşil gözlerini de atsam çantama hiç uyumsuzluk yaratmaz.
“Şu bitter çikolata işini sonra uzun uzun konuşacağız,” diyor.
“Olmaz!” diyorum, ‘Bekleme, gelmeyeceğim!”
“Peki, nereye gideceksin?”
“İlk uçağa…”
Kahkahalarımız tekrar başlıyor. Bu kez o kadar güçlü ki duvarlarımın çatladığını hissediyorum. Gökyüzü merheminin kalanını duvarlarımdaki çatlaklara sürüyorum.
“Hoşça kal,” diyorum.
“Hoşça kal,” diyor,
Bu öyle bir hoşça kal ki,
Hem gözlerini alıyorum,
Hem dudaklarını,
Hem vurgularını.
Tüm noktalama işaretleriyle…
NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.
Öykü: Burcu Becermen
Fotoğraflar: Bora Elber