Hafta SonuKitapManşet

[FotoÖykü] Mutfakta Artakalan – Özlem Kiper

0

Kadın,  kaşıktaki tereyağını tavaya sıyırırken kulağı mutfağın kapısındaydı. Önce topuk seslerini duyacak, sonra kapı usulca arka dolaba çarpacaktı. Yağın erimesini beklemedi, iki kaşık unu ilave ederek karışımı hızlıca birbirine yedirdi. Çırpma teli tavanın dibinde dairesel şekiller bırakıyordu. Sekiz çizer gibi yaptı, sonra zikzak. Kocasının sesini duyduğunda ne topuk, ne de kapı sesini fark etmediğine içerledi. Evinin mutfağında yapmaması gereken bir şeyler yapıyormuş gibi, kendini yakalanmış hissetti.

Salondaki kalabalığın gülen sesleri, çoğaldığı anlarda mutfağa geliyordu. Bazı konuşmaları da kocası getirmişti içeri, gür sesiyle evin görünmeyen taraflarına doğru “ Ayşen’cim sen şarap alıyordun, di mi?” diye bağırdı.  Ayşen’den sadece yılışık kahkahası geldi cevap olarak. Kadın unun sarardığını neredeyse fark etmemişti. Çırpma telini kuvvetli kuvvetli tavanın kenarına vurdu. Hamur parçalar halinde döküldü telin üzerinden.

Adam şarap şişesini karafa boşaltı, sonra çalkalayıp burnuna gelecek kokuyu bekledi. Karısının yanına geldiğinde hala sessizce, koku yakalayan nefesler alıp veriyordu. Tencerede kavrulan unu seyretmeye başladılar birlikte.  Adam, gür siyah saçlarını, her zamankinin aksine geriye taramıştı. Yaklaştıkça kafasına sürdüğü şeyin kokusunu alıyordu kadın. Önce kaçamak bir bakış attı kocasına, rahatsızlık duyduğunu hissettirmek için kendini geriye çekti. Sonra kutudaki sütü sıçratmadan tavaya boşalttı. Adamın varlığı, çırpma telini daha kuvvetli çevirmesine neden oluyordu. Koca, bunu fark etse de umursamadı. Şarabı havalandırma ritmini, telin çevrilme hızına bağladı. Hiç konuşmadan bir süre yan yana dikilerek sosun koyulaşmasını izlediler.

özlem kiper mutfaktan arta kalan 2

“ Bunu misafirler gelmeden hazırlamalıydın.” dedi adam.

Kadın kafasını kaldırıp gözlerini dikerek sadece baktı.

“ Yani, sürekli mutfağa gidip gelmek zorunda kalıyorsun diye söyledim. Sohbet bölünüyor.”  Alaycı gülümsüyordu kadın. Kafasıyla içeriden gelen coşkulu gürültüyü işaret ederek“Pek öyle görünmüyor, ”  dedi.

Salonda, emekli Albay Kemal Bey, o her zamanki bilmiş tavrıyla “Efendim uzun lafın kısası” diyerek başı duyulmayan konuşmasının sonunu getirmeye çalışıyordu. Yanında karısı hiç ses çıkarmadan onun söylediklerini kırıtarak tasdik ederdi. Uzun lafın kısası genellikle, tüketilen ilişkiler ve harcanmış yaşamlara bağlanırdı. Kemal Bey hiçbir şeyini tüketmeyenlerdendi.

Kadın un topaklanmasın diye teli çevirmeye devam ediyor, kocası ise ağzında kalmış yemek parçalarını yeniden çiğner gibi yapıyordu. Bu da onu olduğundan daha umursamaz bir havaya sokuyordu. Dilinde çevirdiği şeyi birden yutup karısına baktı. “ Özellikle yapıyorsun. Kendini gayretli, özenli ama asık suratlı göstererek bu daveti zorunlu verdiğini hissettirmek istiyorsun,” dedi.

Kadın gülümsemesini daha da yaymıştı yüzüne. Dudağının yanında çukurlaşan gamzesini fark etti adam. Sonra bakışları, açılmış dekoltesine kaydı. İnce bluzun yakasını kapatır gibi okşadı.

Kadın bluzunun yakasını eski haline getirerek “ Onca yıldan sonra evlilik yıl dönümüzü baş başa, özel bir şekilde kutlamayı tercih ederdim,” dedi. Sesi soğuktu. Hatta uzun süre konuşmayan insanlarınki gibi çatallıydı. İnsanlar geldiğinden beri, ağzını sadece birkaç lokmayı yemek için açtığı belli oluyordu.

“ Ya geçen yıl, Boğaz’a gittiğimizde de, keşke birileri olsaydı, böyle bön bön suratına bakmak zorunda kalmazdım,  dememiş miydin ?”

“ Evet demiştim. Ama birilerini çağırmayı değil, benimle konuşarak, gözlerimin içine bakarak bir gece geçirmeyi düşüneceğini hayal ederek söylemiştim bunu.”

“ Açık açık söylesen olmuyor muydu? Ben sürekli senin tavırlarından ne demek isteyeceğini hesaplayamam değil mi?”

“ Ne garip eskiden tam tersi,  pek marifetliydin bu konuda.”

Sos, çırpma telinin dönmesini zorlayacak kadar koyulaşmıştı. Kadın önceden hazırladığı közlenmiş patlıcanları sosa ilave etti. Ocağın altını kapadığında zil çalıyordu. Adam bir süre söyleyeceği şeyi unutmuş gibi dikildikten sonra, kapıyı açmaya gitti. Kadın, perdenin gerisinde oyuna dâhil olmayı bekleyen oyuncular gibi derin nefesini bir süre içinde tutup durdu ve kocasının peşi sıra kapıya yöneldi.

Mutfakta közlenmiş patlıcanın kokusu hâkimdi. Fırınının içinde ise, adamın özenerek yaptığı minik börekler kızarıyordu. Pencereden esen hafif esinti, ocakta kaynayan suyun ateşini dalgalandırıyordu. Çaydanlıktan çıkan buhar, duvarda birleşip suyolu yapan damlacıklarla kaplıydı. Kadın hışımla mutfağa geri döndü. Ocaktaki kaynayan suyun altını kapatıp kurulama beziyle suyolunu yok etti. Bezin nemli tarafıyla zaten temiz görünen tezgâhın üzerinden bir kez daha geçti. Kirli bardakları evyenin içine dizdi, boşalmış tabaklardaki artıkları çöpe attı. O sırada ayakkabısının önüne yapışan yemek artığını peçeteyle temizlerken gözü ayaklarına ve oradan bacaklarına takıldı. Ayakkabısından görünen tırnaklarında cila yoktu. Parmakları patates gibi ortada ve çirkin göründü gözüne. Bacakları bileğinden hemen sonra kalınlaşıyordu. Yer yer belirginleşmiş yeşil damarları parmaklarıyla bastırarak doğruldu.

Salondan çıktığı sırada kocası iki sene önce birlikte gittikleri Barcelona gezisini, tek başına gitmiş gibi dillendiriyordu. Muhtemelen Ayşen’in bordo ojeli tırnaklarına bakarak hatta belki de ayaklarında da aynı renk ojeler olduğunu düşleyerek…  Karısının varlığını ve zorlama romantik anları hiçe sayıp yediği tapasları anlatıyordu. Tapaslar… Kadın fırında yanmak üzere olan börekleri son anda kurtardı. Gözlerinin önüne, yirmi yıldır evli olduğu adamın kısa tırnaklı, bodur parmaklarıyla, pastırmaları hamurun içine tıkışı geldi.  İçinden gelen geğirtiyi elinin tersiyle bastırdı. Kocası içeri girdiğinde elinde hala sıcak tepsiyi tutuyordu.

“ Yanık kokusu geldi, yaktın mı yoksa” dedi adam. Yüzünde salonun, kalabalığın ve sıcağın izleri vardı. Gözleri merakla tepsideki börekleri kontrol ediyordu.

“ Pardon? Fırından çıkardığıma teşekkür edeceğin yerde…”

“ Ya neyse ne.  Zaten kıl oldum şu gelen adama.”

“ Ayşen’in yeni sevgilisine mi?”

“ Adı tek ‘L’ ile, Atila’ymış canım. ”

“ Nesi var ki adamın, o yılışık kadına çok bile.”

“ Tanımadığın insanlara karşı nasıl böyle konuşabiliyorsun.”

“ Senin yakından tanıdığın belli oluyor ne o öyle ikide bir Ayşen’cim şunu bir tat, Ayşen’cim bu şarkı bir harika.”

“ Onların bizim için geldiğini hatırlatırım sana.”

“ Biz neyiz ki, kimiz ki, bizi kutlamaya geldiler? Belki de hala birbirimize katlanabildiğimizi kutluyorlardır ha ne dersin?”

“ Bozmasan şu geceyi…”

“ Biz neyiz biliyor musun? Biz artanız, bizden geriye kalanız. Enkazız.” Mutfakta kimse olmamasına rağmen kadın, bunu adamın kulağına fısıldayarak söylemişti.

özlem kiper mutfaktan arta kalan

 Adam uzun zamandır karısının nefesini kulağında hissetmediğini düşünürken tepsideki börekleri tabağa yerleştiriyordu. Arada parmaklarının yanan ucunu ağzıyla şapırdatarak yalıyor, sonra yaladığı parmaklarıyla börekleri tabağa diziyordu.

Annen de böyle yapardı. ”

Adam parmağını ağzından çekerken “ Nasıl?” diye sordu.

“İşte böyle senin yaptığın gibi, yaladığı parmaklarıyla yiyeceğim yemeğe dokunurdu.

“ Annem de benim gibi yaptığı her şeye, kendinden bir şeyler katmayı severdi.”

Kadının aklına gelen şey bir anda yüzünü güldürdü. Kollarını göğsünün üzerinde bağladı.

“Tamam, o zaman bunları “Ayşen’ciğimize yediririz. Hem senin de ağzının tadını öğrenmiş olur, tabii daha önceden bilmiyorsa.”

Adam aksini söyleme gereği duymadı. Börekleri bir eline, yeni soğuttuğu şarabı diğer eline alarak salona geçti. Barcelona’da gittiği ama adını hatırlayamadığı trattoria restoranın menüsünü anlatırken, tek ‘L’ li Atila, İtalya’da Ayşen’le gittikleri trattoria mutfakların, Barcelona’dakilere on basacağını söylüyordu. Çatal ve bıçakların çınlamaları börek içindi. Kadehlerin tınlamarı ise, neyin kutlandığını unutmuş kadar güçsüz.

Kadın,  pencereyi sonuna kadar açtı.  Dışarıda,  yağan yağmurun bıraktığı koku ve serinlik vardı. Mutfakta her zaman yemek yediği sandalyesine oturdu. Karşıki apartmanın ikinci katında oturan beyaz saçlı kadın, tepsisindeki bardaklara çay dolduruyordu. Sabahları kahvaltı yapılan,  akşam olunca çay içerek televizyon izlenen evlerdendi o ev. Çaydan sonra meyve soyardı kadın. Bazen de kocası.

Omuzlarının açıkta kalan yerleri üşümüştü. Pencereyi oturduğu yerden kapatıyordu ki, içeriden kocasının sesini duydu.

“ Hayatım neydi şu Barcelona’da gittiğimiz restoranın adı?”

Sandalyesinden kalkarak elbisesine kalçalarının üzerinde şekil verdi, göğsünü dikleştirdi, saçlarını ensesinden yukarı kabarttı. Yüzüne gamzesini ortaya çıkaran gülümsemesini yapıştırdı ve mutfak kapısı kadın geçerken havalandı, usulca dolaba çarptı.

 

Bu öykü Özlem Kiper’in Acır Mı Mösyö Messier isimli öykü kitabında yer almaktadır.

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.

41

 

Öykü ve Fotoğraflar: Özlem Kiper

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.