Yıkıma doğru yaşamak ilginç bir deneyimdir. En ilginç tarafı ise kimsenin bunun bir yıkım olduğunu kabul etmek istememesidir. Yüzyılın yarısının borca dayalı büyümesinin sonuçlarını inandırıcı bir şekilde inkar etmek imkansız hale geliyor, fakat ekonomiler ve kesinlikler çökerken bile, liderlerimiz cesurca mevcut durumu koruyorlar. Hiç kimse tamirin ötesinde bentlerin çöktüğünü ilk söyleyen olmak istemiyor.
Şu anda politik bir lideri dinlemek, inancını kaybetmiş ama bunu umutsuzca kendisine bile itiraf edemeyen bir rahibin vaazını dinlemek gibi. Partideki “inançlılara” kabadayı klişeleriyle dolu konuşmalarını yaparken Nick Clegg, David Cameron ve Ed Miliband’i izleyin. Euro Bölgesi’nde her şeyin iyi olacağını ima ederken Angela Merkel, Nicolas Sarkozy ve George Papandreou’yu dinleyin. Büyümeden bahsederken Barack Obama ya da Ben Bernanke’nin yüz ifadelerini inceleyin.
Bunun gibi zamanlarda, insanlar cevapları farklı yerlerde ararlar. Kriz zamanları kenarda köşede kalmış fikirlerinde gündeme geldiği bir açılım zamanıdır. Bir şeyler dağıldığında yeni görme yolları için bir iştah olduğu açıktır ve her zaman büyük fikirleriyle öne çıkarak bu durumu telafi etmek isteyen pek çok insan vardır.
Fakat işte burada bir düşünce: Ya büyük fikirler problemin parçasıysa? Peki ya, aslında problem büyüklüğün kendisiyse?
Dünya sahnesinde şu an görülen kriz bir büyüme krizidir. Şimdi bize söylendiği gibi kriz çok az büyüme yüzünden değil çok fazla büyümeden kaynaklanmaktadır. Bankalar o kadar büyüdü ki; onların çöküşü global ekonominin çöküşüne sebep oldu. Bunu önlemek için kamu parasının büyük miktarı onlara akıtıldı bu da Batı ülkelerinin sokaklarındaki sosyal krizlere sebep oldu. Avrupa Birliği çok ve sayılamayacak kadar büyüdü; bu sebeple de şu an kendi kendini tehdit ediyor. Şirketler o kadar büyüdü ki, kendi çıkarlarına hizmet etmesi için demokrasileri alt edip global plütokrasilerini inşa ediyorlar. İnsan ekonomisi bütün olarak o kadar büyüdü ki; gezegenin atmosferik bileşimi değiştirip, büyük imha olaylarına neden olabiliyor.
Büyüklüğün bu krizine şaşırmayan ve bunu görmek için yaşayan biri varsa o da Leopard Kohr’dur. Kohr’un daha önce duymadığınız, en önemli politik düşünür olmak için iyi bir iddiası var. Marx’ın aksine o, global bir hareket oluşturmadı ya da devrimlere ilham vermedi. Hayek’in aksine modern dünyanın ekonomik kurallarını yeniden yazmadı. Kohr mütevazi ve oldukça alçakgönüllü bir insan; fakat bu durum, onun düşüncelerinin ortaya konduğundan beri görmezden gelinmesinin nedeni değildir. Görmezden gelindiler çünkü bu düşünceler güce aç olanların egolarına dalkavukluk etmedi. Aslında, Kohr’un mesajı direkt olarak onlara karşı bir mücadeleydi. “Bir şeyin yanlış olduğu yerde, bir şeyler fazlasıyla büyüktür” fikrinde ısrar etti.
Kohr 1909 yılında Avusturya’nın küçük bir kenti olan Oberndorf’da doğdu. Küçük kentte geçen çocukluk, ardından London School of Economics’deki ekonomi ve politik teori eğitimi, savaş raportörü olduğu İspanya İç Savaşı’nda gördüğü anarşist şehir devletleri ve Nazi istilasından sonra Avusturya’dan kaçmaya zorlanması (Kohr bir Yahudiydi) onun güç ve gücün istismarına karşı büyüyen şüphesini tetikledi.
ABD’ye yerleştiği yıllarda düşüncelerini açıkladığı kitabını yazmaya başladı. 1957 yılında yayımlanan bu kitap Breakdown of Nations o zamanlar oldukça radikal olan bir durumu ortaya koydu: küçük devletler, küçük milletler ve küçük ekonomiler, büyük güçler ve süperstarlardan daha barışçıl, daha zengin ve daha yaratıcıdır. Bu iddia gerçekleştirilmesi imkansız olduğu için çok da rağbet görmüyordu. Bu zaman uzay çağının şafağıydı – insanlığın ilerlemeci, devasa olmaya özenen, teknoloji dayanaklı kaderinin güvencesinin zamanıydı. Politik düşünürler bir sonraki adımı insanlığın birleştirilmesi olacak olan bir dünya devletinin oluşturulmasının ciddiyetini konuşuyorlardı. Kohr’un var olan durumla arası ciddi bir şekilde açıktı. Sonra Kohr onu eleştirenlerin “fikirlerini onu bir şair olarak görerek fikirlerini reddettikleri” yorumunu yaptı.
Kohr, toplumların sorunlarının belirli sosyal ve ekonomik oluşumların şekillerinden değil, boyutlarından kaynaklandığını iddia etti. Sosyalizm, anarşizm, kapitalizm, demokrasi, monarşi – tüm bunlar Kohr’un “insan ölçeği” dediği ölçekte iyi işleyebilirdi – bu ölçek insanların kendi hayatlarını yönettiği sistemlerin bir parçası olarak rol oynayabildikleri bir ölçektir. Fakat bir kere ölçek modern toplumlara kadar yükseldiği zaman, bütün sistemler baskıcıdır. Sistemi ya da ideolojiyi değiştirmek baskıyı durduramaz – pek çok devrimin gösterdiği gibi- çünkü “problem şeyin büyük olması değil, büyüklüğün kendisidir”.
Tarihi de örnek vererek, Kohr herhangi bir sistemde insanların çok fazla güce sahip olduğu durumlarda onu istismar ettiğini gösterdi. Sonuç olarak, yapılacak şey, bireyin, kurumların ya da devletin elde edebilecekleri gücü sınırlamaktı. Dünyanın problemlerine çözüm daha fazla birlik değil, daha fazla ayrılıktı. Dünya, güçte ve boyutta eşit dolayısıyla herhangi bir bölümün hakimiyetini ve büyümesini engelleyebilecek küçük devletlere bölünmelidir. Küçük devletler ve küçük ekonomiler daha esnektir, ekonomik fırtınalarda daha kolay düze çıkabilir, ciddi savaş çıkabilme ihtimali daha azdır ve kendi insanlarına karşı daha sorumludur. Bunların dışında bu devletler daha yaratıcıdır. Ortaçağ ve erken Modern Avrupa’da küçük bir tur yapıldığında The Breakdown of Nations okuyucusunu katedrallerden, büyük sanat eserlerine, ve bilimsel keşiflere Batı kültürünün çok sayıdaki görkemli eserinin küçük devletlerin eseri olduğu gerçeği konusunda teşvik ederek harika bir iş yaptı.
Kohr’un görüşünün kahince gücünü anlamak için, The Breakdown of Nations’u okumak gerekir. Kohr, büyüklük sadece daha fazla büyüklüğe sebep olur çünkü “belirli sınırları aşan herhangi bir şey idare edilemez ve üstesinden gelinemez problemlere yol açar”. Bu sınırların ötesinde, daha önceden sahip olunan gücün elde tutulması için güce sahip olan şey daha fazla güç biriktirmeye zorlanır. Büyüme kanser gibi durdurulamaz hale gelebilir, ve mümkün olan bir tek son vardır: çöküş.
Şuan Kohr’un yarım yüzyıl önce bizi uyardığı noktaya geldik: bu nokta, yaşama hizmet için büyümek yerine, yaşam varoluşunun amacından saparak şimdi büyümeye hizmet etmelidir” noktasıdır. Kohr’un “büyüme krizi” bizim üstümüzdedir ve beklendiği gibi biz bununla aynı şekilde başa çıkma yolları arıyoruz: daha sıkı global devlet, geo – mühendislik entrikaları, daha fazla ekonomik büyüme. Öyle görünüyor ki “büyük”, büyüme makinesinin çalışma görevini üstüne alanlar için oldukça iyidir.
Bu bizi şaşırtmamalı. Onu eleştiren pek çok ütopyacı eleştirmenin aksine, gerçekleşmesi muhtemel olan radikal değişim için bir arzuyla asla kafasını karıştırmayan Kohr’u şaşırtmadı. Bunun yerine onun karamsarlığını dürüst bir sonuçla anlatmak gerekirse; ölen bir yıldız gibi dev global sistem kendi üzerine çökerek sonunu getirebilir ve büyümenin bütün döngüsü yeniden başlayabilir. Fakat bu gerçekleşmeden önce; “büyük güç iktidarının entelektüel buzul çağları arasında” dünya yeniden “bir kere daha küçük ve özgür” olabilir.
Guardian