Ekoloji ve barış mücadelesinin dar’boğazı’

Kanal İstanbul, kente karşı açılan bir savaş olduğu kadar hukuksuzluğun, antidemokratik uygulamaların mağduru sivil toplumun müdahalesini gerektiren bir demokrasi sorunudur.

Hep daha fazlasını istemenin politik bir yanı vardır ve bir şeyin kullanım değerinden ziyade değişim değerini tercih etmek de daha fazlasını istemenin bir çeşididir. 12 bin yıllık Hasankeyf’i suya gömerek ömrü 60 yıl olan bir baraja çevirmenin; ormanı katledip yerine havalimanı inşa etmenin, havalimanını parka dönüştürmenin olduğu gibi İstanbul Boğazı’nın yanıbaşına Kanal İstanbul’u açmanın da politik hesapları var malum. Lakin mücadele daha politiktir, ona direnişin karesi de denilebilir.

Nam-ı diğer Çılgın Proje. İngilizce adıyla “Crazy Project”, bilim insanlarının uyarıları okunabilirse sehven “Aptalca Proje”şeklinde tercüme edilebilir… Zira Kanal İstanbul, projesi uygulamaya geçirilirse ekosistemin önemli bir parçası olan deniz yaşamı son bulacak, deniz suyunun yer altı suyuna karışması nedeniyle İstanbul’un su sorunu katlanacak (hem de iklim krizi koşullarında!), deprem riski artacak…. Diğer bir deyişle bu kan-al İstanbul’un kanını damarlarından çekerek doğal yaşam döngüsünü geri dönüşü olmayan şekilde bozacak, nihayetinde beklenen İstanbul depremi siyasi iktidarın eliyle gerçekleştirilmiş olacaktır.

Ekonomik ve siyasi rantın pahası!

Proje için harcanacak enerjinin, iklim krizi için önlem alınması gerekirken atmosfere ekstradan salınacak karbon emisyonunun yol açacağı maddi manevi maliyetler de cabası! Siyasi iktidara göre ise buzdağının görünen kısmı 3. Havalimanı’nda olduğu gibi yap -işlet-devret mantığıyla özel şirketlere, şahıslara yetki verilmesinden ibaret. Zira, yeni şehirler kurulacak, istihdam kartı kullanılacak, böylece ekonomik ve siyasi rant devşirilecektir. Bununla birlikte Kanal İstanbul’un siyasi iktidar için yeni bir pazarlık fırsatı yaratacağını küresel arenada siyasi dengeleri hareketlendirmeye dönük bir amaca hizmet edeceğini de öngörmek lazım.

Bugün, gerek İstanbul’un gerekse Karadeniz’in barış ortamını 1936’da imzalanan ve Türkiye dahil tarafların uygulanışına dair bir itiraz beyan etmediği en uzun süre yürürlükte kalan anlaşma sayılan Montrö Anlaşması’na borçlu olduğumuz yadsınamaz. Türkiye’nin lehine bir anlaşma olduğu için ilgili akademik çalışmanın sonuç kısmında okuyabileceğiniz gibi siyasi iktidarın boğaz geçiş ücretlerinden yararlanması da  tamamen kendi tasarrufundadır. Yani taraf ülkelerin sözleşmeyle ilgili bir derdi yoktur! Nitekim doğal olarak gözler sözleşme kapsamı dışındaki devletlerin İstanbul Boğazı’ndan yararlanma hakkını düzenleyen maddelere çevrilince görülüyor ki 18.maddede “Karadenize kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmi-bir günden çok kalamayacaktır”; 19.maddede  “savaş zamanı savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi yasak olacaktır” denmekte…

Rusya faktörü

Kanal İstanbul’un bir ipte oynayan cambazların sayısını arttıracağı aşikar. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemileriyle Karadeniz’e çıkması ihtimali ki bugün açıkça ABD’ye ait savaş gemilerinden söz edilmekte, kıyıdaş olan ülkeleri misal Akkuyu Nükleer Santrali’ni yap-sahip ol-işlet modeliyle işletecek olan Rosatom Şirketi’nin bağlı olduğu Rusya’yı rahatsız edecek, ilişkiler gerilecektir. Tabii Kanal İstanbul’un tehlikeli madde sevkiyatının da güzergahı  olacağı bahanesini hatırlarsak yerli ve milli(!) Akkuyu Nükleer Santrali’ne Rusya’dan uranyum sevkiyatı veya Akkuyu Nükleer Santrali’nden çıkarılan kullanılmış yakıtın 10-20 yıl bekletildikten sonra yeniden işleme için Rusya’ya sevkiyatının (henüz atıklarla ilgili imzalanmış bir sözleşme bulunmamaktadır) Karadeniz-Kanal İstanbul güzergahından yapılma olasılığını buraya not düşelim.

Proje çılgın olduğu ölçüde gerçekleşme ihtimalinden uzak değerlendirilirse güç kaybetmekte olan bir siyasi iktidarın yeni inşaat ve ilişkilerden devşireceği rant ile gücünü geri kazanmaya dönük hamle yapacağı gözden kaçırılabilir. Ayrıca siyasi iktidarın, toplumsal muhalefet karşısında 2018 yılının Eylül ayında Mckinsey danışmanlık firmasına ekonomiyi denetleme yetkisini vermekten geri adım atması, termik santrallerin filtresiz çalıştırılmasına verilen onayı geri alması ve Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı’nı kurtarma kararını geri çekmesi gibi bir sonucun Kanal İstanbul için beklenmesi de mücadele açısından yalnızca zaman kaybı olabilir. Kanal İstanbul Projesi,  İstanbul’a karşı açılan bir savaş olduğu kadar yıllardır giderek artan şekilde hukuksuzluğun, antidemokratik uygulamaların mağduru sivil toplumun müdahalesini gerektiren bir demokrasi sorunudur. Dolayısıyla bu projenin savılması ancak tüm sivil toplum kurum ve örgütleriyle çevre hareketinden emek hareketine, su hakkı savunuculuğundan temiz hava hakkı, hayvan hakkı,insan hakkı savunuculuğuna ekoloji ve barış mücadelesinin içinde bulunduğu darboğazı aşmasıyla mümkün olabilir.

(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)

 

Pınar Demircan
Pınar Demircan
Lisansını iktisat ,yüksek lisansını ingilizce işletme, doktorasını sosyoloji alanında tamamlamış olan Bağımsız Araştırmacı Pınar Demircan iş yaşamına Japonca bilmesi vesilesiyle Japon şirketlerinin insan kaynakları ve kalite yönetimi alanında çalışarak başladı. Profesyonel iş yaşamı devam ederken Türkiye'de bir nükleer santral kurulmasının yeniden gündeme gelmesinin ardından Fukuşima Nükleer Felaketi üzerinden nükleer santrallerin gerçeklerinin öğrenilmesi için Japonya'daki sivil toplum örgütleri ve ağlarıyla bağlantıya geçti. 2014 yılında Yeşil Gazete yazarları arasına katılarak nükleer santraller ve enerji konusuna yazılarıyla katkı yapan Demircan nukleersiz. org koordinatörlüğünü de bu tarihten itibaren yürütüyor. Çok sayıda sivil toplum örgütüyle çalışmalar yürüten Demircan'ın yurt içi ve dışında katıldığı konferans, etkinlik ve atölyelerde iklim, enerji, çevre ve ekoloji konularında özellikle nükleer bağlamında paylaşımları bulunuyor. Çalışmalarını akademik alanda da sürdürmek için başladığı sosyoloji alanındaki doktorasını 2023 yılında tamamlayan Demircan'ın disiplinlerarası alanda çeşitli çeviri ve makaleleri bulunuyor. İletişim: [email protected]

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

İstanbul’da trafik sıkışıklığı, ücretlendirilmesi ve toplumun desteği

Ekonomistler, çok uzun bir süreden beri dışsal maliyetlerin fiyatlandırma...

Otoban

Otoban yapılmaya başlanmasıyla birlikte şehrin küçük nüfusunu oluşturan otomobil sahipleri yayalara değil, yayalar onlara tabi kılınmaya başlandı.

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

'Üzerinde düşünülmesi gereken, neoliberal pratiklerle frenlenmiş toplumsal dinamik ve mekanizmaların baskı ve zor araçlarıyla kuşatıldığı şartlarda nasıl bir direnişin örülebileceğidir.'

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

EN ÇOK OKUNANLAR