Düzene direnmek mi zor, toplumu ikna etmek mi? – Ayhan Bilgen

ayhan bilgenBazen zoru başaranlar, daha kolay olanı yeterince önemsemedikleri için aşamazlar. Siyasal mücadelenin özü toplumu ikna etmektir. Bu ikna olmadan, yapısal dönüşümü gerçekleştirmek de imkansızlaşır. Gerek yetmişli yılların sol sosyalist hareketleri, gerekse Kürt özgürlük mücadelesi, toplumu ikna edebileceğine dair somut bir pozisyon elde etmiştir.

Seksenli yıllardan sonra sol toplumdan uzaklaştı ya da uzaklaştırıldı. Kürt hareketi ise kendi tabanında büyük bir toplumsal irade inşa etmesine rağmen, yürüttüğü mücadelenin ulusal karakteri dolayısı ile Türkiye toplumuna hitap etmekte zorlandı.

HDP, bu açıdan hem Kürt siyasetinin Türkiye toplumuna ulaşmasını kolaylaştırmalı hem diğer geleneklerin sistem mağduru kitlelerle ortak inisiyatif geliştirmesinin önünü açabilmelidir. Alışkanlıkları değiştirmek kolay değildir. Bir kez bu buluşmanın mümkün ve zorunlu olduğuna dair bir inancın yerleşmesi gerekir. İnanmadığınız bir çözüm projesine halkı inandırmanız da imkansızlaşır.

İşkence tezgahlarında çökertilemeyen hareketlerin sandık ve seçim düzleminde çok daha güçlü ve etkin bir irade ortaya koyması beklenir. Oysa gerçek bazen böyle olmaz. Kolay olan insanı rehavete, gevşekliğe sevk eder.

Siyasal çalışmalarda başarı elde etmenin asgari gereklerini yerine getirmediğiniz taktirde, deryayı geçer ama derede boğulursunuz.

Çok daha zor mücadele koşullarında üzerine düşen fedakarlığı yapan ve en ağır bedelleri ödemekten kaçınmayan bir halkın siyasal mücadelede de gereğini yapacağından kimsenin şüphesi olamaz. Eğer halkta bu iştah ve heyecanı oluşturamıyorsak dönüp kendimize bakmaktan başka çıkar yol yoktur. Kişisel küçük hesaplarla yapılan yanlışlar yada yeterince özverili çalışmanın yapılmamış olmasını halk çok kolayca görür ve o doğrultuda hareket eder.

30 Mart’ı gerçekten bir ülkenin kaderini belirleyecek referandum olarak görüyorsak gereğini de yapmak zorundayız. İddialı sözler iddialı çalışma yapmayı gerektirir. İddianıza yakışan ölçekte araçlar geliştirmeyi, bu doğrultuda somut sonuç doğuracak planlama içinde olmayı gerektirir.

Türkiye siyasetinde tarihi bir kırılma yaşanırken de toplumsal alternatif inşası için ciddi kazanımlar elde edilemezse önümüzdeki on yılları heder etmekten başka ihtimal kalmaz.

Henüz geç olmadan toparlanmalı ve tüm tartışmaları 30 Mart sonrasına bırakarak, hiçbir noktada zafiyete fırsat bırakmayacak bir çalışma iklimi içine girmeliyiz. Çevre hareketinin meşhur ifadesi ile “İçinde bulunduğumuz ortam bize bırakılan miras olmaktan çok gelecek kuşakların emanetidir.” Emaneti hak ettiği yere taşımak siyasal sorumluluğun ilk şartıdır.

Ayhan Bilgen – Özgür Gündem

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR