Dünya Demiryolu Emekçileri Günü kutlu olsun!

En çok Nezahat Bayram’ ın sesiyle sevmiştim bu Malatya türküsünü: Kara Tren Gelmez Mola. Osmanlının birçok cephede birden savaştığı yıllarda yakılmış bir türküydü. 1915 yılında gidenlerin geri dönmediği ve başlarına ne geldiğinin bilinemediği günlerde, Anadolu’ da neredeyse tek ulaşım aracı trenlerdi. Bir de kağnılar vardı. (Ki onlardan bir tanesi de Anadolu’ da hat boylarında çalıştığı yıllarda Abbas dedemin bacağının üzerinden geçmişti. Ölene kadar aksayarak yürüdüğünü hatırlıyorum.) İstasyona giren her kara tren ümitle beklenen haberleri değil kara haber getiriyordu çoğu zaman. Anaların, bacıların, eşlerin umutlu bekleyişleri de kara trenin acı bir çığlık atarak istasyondan uzaklaşmasıyla bir sonraki trene kadar erteleniyordu. Bu türkü de bu umutsuz bekleyişin hikayesini anlatan bir türküdür.

Yeşil Gazete’ ye geçen Ağustos ayında bu türkünün adıyla başlayan bir tren yolları yazısı yazmıştım. Her iki dedemin ve biz aile üyelerinin trenlerle olan kısa hikayesi demek daha doğru belki de. Her ikisi de yurdu demir ağlarla ören kuşaktandı. İkisi de Kurtuluş Savaşı’ na katılmış ve savaştan sonra da orduda kalmak yerine demiryolu emekçisi olmayı seçmişlerdi. Bunu da hakkını vererek yaptıklarını onlardan ve ailenin büyüklerinden dinlediğim hikayelerinden biliyorum. Hani derler ya: Yazsan roman olur! Tıpkı öyle hikayeler…

Samurçay, 1945. Kasketli olan Abbas dedem. Dedemin solunda daha sonra annem olacak çekik gözlü güzel kadın. Abbas dedem 1982 Temmuz’ unda Yedikule’ de hayata veda etti.
Kerim dedem, Yedikule Şimendifer Atölyesi’ nde çalışırken bir demir çapağının gözüne isabet etmesiyle gözünü kaybetmiş. Hayal meyal hatırlıyorum. Gözünün yerinde bir cam göz vardı ve geceleri yatarken onu suya koyar, sabah yeniden yerine takardı. Kerim dedem de tıpkı Abbas dedem gibi 1968 Ağustos’ unda Yedikule’ deki ahşap evde hayata veda etti.

Benim de çocukluğum (ailenin diğer birçok üyesi gibi) içinden tren geçen bir semtte, Yedikule- Samatya’ da geçmişti. Bugün de yine, epey bir zamandan beri artık üzerinden tren geçmeyen bir hat boyunda yaşıyorum. Bir demiryolu sevdalısı olarak uzun zamandır, trenin evin odalarında yankılanan sesine hasretim yani.

***.

Her 27 Mart günü, 154 ülkeden 750 sendikada örgütlü 4,6 milyon ulaştırma çalışanıyla Uluslararası Taşımacılık Çalışanları Federasyonu (ITF) tarafından Dünya Demiryolu Emekçileri Günü olarak kutlanıyor.

Ülkemizde garlar kapatılıp tren seferleri iptal edilirken, üstüne üstlük ülkenin iki metropol kentinde, İstanbul’ da ve Ankara’ da banliyö taşımacılığı durdurulurken, çalışanların sendikal hakları budanırken ITF tarafından belirlenen bugünün, demiryolu emekçileri için ne anlam ifade ettiğini tahmin edebiliyorum. Yine de Demiryolu Emekçilerinin 27 Mart gününü kutlamak ve rahmetli dedelerimin de ruhlarını şenlendirmek istiyorum.

***

Türkiye’ de durum bu iken acaba dünyada neler oluyor? Bu soruyla birlikte kısa bir araştırma yaptım ve ortaya inanılmaz hat boyu hikayeleri dökülüverdi. Tek bir yazıya sığması kolay olmayan hikayeler. Romanlara, sinema filmlerine, şarkılara ve hemen hemen sanatın birçok disiplinine konu olan hikayeler. Bugün bir gazete yazısının elverdiği ölçülerde, 1800’ lü yıllardan bugüne başlayan bu serüveni yazmaya pek imkân yok. Ki aslında raylı taşıma fikrinin hikâyesi çok daha eskilere gidiyormuş. Onu da yeni öğrendim!

Arkeologlar Mısır’daki bir piramidin yakınında M.Ö. 2600 yıllarında yapıldığı sanılan bronz ray kalıntılarını gün ışığına çıkarmışlar. Piramidin yapımında kullanılan taşların ocaklardan taşınmasında bu raylardan yararlanıldığı tahmin ediliyor. Mısır’da kullanılan bronz raylardan, demir rayların kullanılmasına kadar insan evladı 4300 kusür yıl beklemiş. 1738’ de ilk demir ray İngiltere’ de bir maden ocağında kullanılmış. İlk lokomotif ise sanayi devriminin İngiltere’ sinde, Galler’ deki bir kalay madeninde, 1804’ de kullanılmaya başlanmış.

İlk rayın kullanılması üzerinden yaklaşık 4600 yıl sonra bugün dünya üzerinde yaklaşık 1 milyon 500 bin kilometre uzunluğunda bir demiryolu ağı var. Bugün Kutup bölgeleri, Amazon Nehri Havzası, Büyük Sahra, Afrika savanaları, Arabistan Çölü, Sibirya stepleri, Orta Asya bozkırları, Güneydoğu Asya tropikal ormanlık alanları ve Avusturalya düzlükleri dışında hemen her yere trenle ulaşmak mümkün.

Eğer editörüm de “Hadi yaz bakalım!” derse, önümüzdeki hafta sonundan başlayarak, kâğıt üzerinde de olsa dört hafta sürecek bir tren yolculuğuna çıkmayı düşünüyorum.

Bu işin doğduğu yer her ne kadar İngiltere de olsa, yola Amerika’ dan çıkmak en doğrusu olacak. Çünkü ilk kamu demiryolu orada açılmış ve 1848’ de Chicago’ dan hareket eden ilk kamu treni ünlü Pioneer (Öncü) lokomotifi olmuş. Chicago bugün dünyanın en büyük demiryolu merkezlerinden birisidir. Amerika da bugün dünya demiryolu trafiğinin en yoğun olduğu, en uzun demiryolu ağına sahip bölgesidir.

1869’ da iki okyanusu birleştiren Union Pacific ve Central Pacific hatları Utah’ daki Promontry’ de törenle birleştirilmiş. O güne ait fotoğrafı da buldum. Yazıda paylaşmayı düşünüyorum.

Bir de 1903’ de Edwin S. Porter tarafından çekilen, akılda kalıcı ilk öykülü film ve ilk western filmi olarak sinema tarihindeki yerini alan Büyük Tren Soygunu filmi var. Yazıda o filmden de bahsedip, filmi de paylaşmak istiyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=1dgLEDdFddk

Aslında sinema tarihinin ilk filmi iki Fransız sinemacı kardeşe Auguste ve Louis Lumière’ e ait. 1896’ da çektikleri L’arrivée d’un Train à La Ciotat (Trenin Ciotat’ a Girişi) sinema tarihinin ilk hareketli görüntüsü olarak kabul ediliyor. Film sadece 49 saniye sürüyor ve filmin başrolünde bir tren var.

İkinci yazıda demiryollarının Avrupa’ daki yolculuğundan bahsetmek istiyorum. Tabi Avrupa deyince akla ilk gelen 1863’ de ilk kez Paris’ ten yola çıkıp yolcularını İstanbul’ a getiren; Agatha Christie’ nin 1933’ de Pera Palas’ ta oturup kaleme aldığı kitabı Şark Ekspresi Cinayeti’ ne de konu olan Simplon Express veya bizde bilinen adıyla Orient Ekspres’ den de söz etmeden geçmek olmaz. Bu roman birçok kez sinemaya da aktarıldı. Bugünlerde yeni bir versiyonunun da çekildiğini biliyorum. Aslında bu hattın hikayesini en güzel Ahmet Ümit anlatır ama…

Üçüncü yazının konusu Latin Amerika, Afrika, Asya ve Avusturalya olur. Asya kıtası deyince de aklıma hemen 1890- 1916 yılları arasında tamamlanan; Moskova’ dan başlayarak Sibirya stepleri boyunca doğuya doğru, 9300 kilometrelik bir hat boyunca uzayan ve Pasifik kıyısında yer alan balıkçı liman kenti Vladivostok’ da sona eren, dünyanın en uzun demiryolu hattı olan Trans Sibirya hattı geliyor. Çocukluk düşlerimi süsleyen bir rotaydı bu. Hakkında yazılan bütün yazıları okuyup, çekilen bütün belgeselleri izlemişimdir her halde. Umarım bir gün bu yolculuğu yapmaya fırsatım olur.

Dördüncü ve son yazıyı da ailemin de önemli bir bölümüne şahitlik ettiği Anadolu’ dan söz ederim. Bu bölümde demiryolu emekçilerinin mücadelelerinden de bahsetmek istiyorum. Ailemde sendikacılık yapan insanlar da vardı.

Trans Sibirya yolculuğu hayalim gerçek olamasa da önümüzdeki sonbahar- kış aylarında Doğu Ekspresi ile Ankara’ dan başlayarak Kars’ ta sona eren bir yolculuk yapmak ve dedelerimin uzun yıllar önce çalıştığı hat boylarının bugünkü hikayesini Yeşil Gazete’ ye yazmak istiyorum. En son 1998’ de bu hat boyunca İstanbul’ dan Erzurum’ a kadar gitmiştim.

Bu uzun hikâyede sömürülen emeği de irdelemeye çalışacağım. Özellikle Amerika’ da Afro- Amerikan mahkumların, Avrupalı ve Latin Amerikalı yoksul göçmenlerin yoğun emeği var (onların söylediği şarkıların eski kayıtlarını da paylaşmak istiyorum yazıda). Çarlık Rusya’ sında inşa edilen Trans Sibirya hattında da Orta Asya’ lı işçilerin ve Rus köylülerin sömürülen emeği var.

Demiryollarının, arkeolojik metinlerle- söylencelerle, sinemayla, şarkılarla, resimlerle, fotoğraflarla… taçlandırılırmış 4 bin kusür yıllık hikâyesini dört bölüm halinde yazmak benim ön görüm. Ön yazısı bile bu kadar uzun olan bir dizi yazıya editörüm ne der, bilemiyorum. Onunla ters düşmeye de hiç niyetim yok doğrusu. Eğer hadi oradan! diyecek olursa (ki diyebilir ters bir adamdır!) ben yine de bu dersi çalışmaya kararlıyım. Hazır olunca haberleşiriz ve dileyenlerle bir gün İstanbul’ da bir yerde buluşup bu uzun hikâyenin muhabbetini yaparız, filmlerini izler, şarkılarını dinleriz.

O iki güzel demiryolu emekçisinin, rahmetli dedelerimin ruhu şen olsun.

Bütün demiryolu emekçilerinin günü kutlu olsun!

 

Ercüment Gürçay

 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Moda dünyası çocuk istismarı üzerinde yükseliyor

Çocuk işçiliğinin bu kadar yaygın olmasının temel sebebi, denetimsizliğin getirdiği sömürü kolaylığı. Lüks markalar için ise 'bakmazsan görmezsin' kuralının işlediği bir sır değil. 

Konut ve barınma: Engels’e göre konut sorunu

Konut ve barınma sorununa bakarken, bu defa temel bir kaynakla; Engels'in yaklaşık 150 yıl önce yazdığı 'Konuk Sorunu' broşürüyle başlamak ilginç olabilir.

Gıda ve kent

Tüm dünyada taze gıdaya erişmekte en önemli sorun aradaki kademeler veya tekeller. Türkiye'de ise ek olarak tarımsal üreticiler ve tüketciler çok güçsüz ve örgütsüz. 

Bangladeş’te iklim krizi ve hak arayışları giyim endüstrisini endişelendiriyor

Bangladeş gibi ülkelerin hem yoksulluk ve sömürü hem de iklim krizinin aşırı sonuçlarıyla mücadele ediyor olması ikisinin de sebebinin aynı olmasından kaynaklanıyor.

90 dakika

Belediyeler aradıkları finansman kaynağını vatandaşlara ödetme dışında seçenekler yaratabilir. Ücretsiz kamusal ulaşıma geçişe kadar aktarmalı kent içi yolculuklar bunlardan biri olabilir.

EN ÇOK OKUNANLAR