Hafta SonuManşet

Kara Tren gelmez m’ola

0
Yedikule, sağda Cer Atölyesi’ nin binaları

Bir zamanlar, çocukluğunu, içinden tren geçen mahallelerde yaşayanlar; ağaç traverslerin ve mahallenin yaşlı ve yorgun ahşap evlerinin duvarlarına sinmiş, yanmış odunun-kömürün ve yanmış motor yağının kokusunu; gecenin karanlık sessizliğini delip geçen trenlerin odalardaki yankısını unutamazlar, sonraki hayatlarında da hat boylarının kokusundan ve sesinden bir türlü kopamazlardı.

Benim de çocukluğum Samatya -Yedikule – Halkalı hat boyunda geçti. Bugün de yaşadığım köyün içinden geçen bir tren hattı var; yıllardır tek bir yolcu treni geçmese de geçeceği günü umutla beklediğim bir tren hattı…

Aileden demiryolcuyuz.

Abbas Atılgan (1900-1982)

Abbas Atılgan (1900-1982)

Küçük dedem Abbas’ ın hikâyesi de kendi kuşağının insanları gibiydi. Babasını Balkan Savaşı’ nda kaybetmiş. Babası öldüğünde annesi ona iki aylık hamileymiş. Annesinin karnında zorlu bir yolculuktan sonra Romanya’ dan Eskişehir’ e gelmişler. Dedem, 1900 yılında (1323’ de) Eskişehir’ in Tokat Köyü’ nde dünyaya gelmiş. Yaşı elverince Kurtuluş Savaşı’ na asker olarak katılmış. Sakarya’ da savaşın acılarını – yokluğunu yaşamış. Anlatırdı rahmetli, azıkları ekmek, zeytinmiş; bot yerine çarık giyer, bir süre sonra ayakları yara- bere içinde kalır, kurtlanır, buna rağmen günlerce durmadan yürürlermiş…

Savaş bitince birçok genç gibi o da demiryollarını tercih etmiş. O da Anadolu’ nun dört bir tarafını demir ağlarla ören kuşaktandı. Samsun- Havza, Sivas, Tokat- Turhal ve Zile, Amasya-Samurçay, Erzincan- Kemah ve Erzurum…

Samurçay, 1945. Kasketli olan dedem. Dedemin solunda daha sonra annem olacak çekik gözlü güzel kadın

Samurçay, 1945. Kasketli olan dedem. Dedemin solunda daha sonra annem olacak çekik gözlü güzel kadın

Hanlı’ da bir de kaza geçirmiş. Yol yok, araç yok, karda- kışta erzak almak için kağnılarla Sivas veya Kayseri’ ye gidilirmiş. O yolculuklardan birinde kağnı bacağının üzerinden geçmiş. Yaşlılığında seke seke yürürdü rahmetli… Sonra Trakya- Çorlu’ ya tayini çıkmış. Oradan da 1951’ de ailesiyle İstanbul’ a, Yedikule’ ye gelmişler. Sirkeci – Halkalı banliyö hattında çok emeği vardır dedemin. Hat boylarında geçen koca bir ömür 1982 yılında Yedikule’ de sona erdi.

Büyük dedem Kerim’ in hikâyesinde de savaş ve Yedikule var. Dedemin babası Kolcu Faik, Üsküp’ de padişahın kolağasıymış. Vergiyi toplar, Bab-ı Ali’ ye gönderirlermiş. Balkan Savaşı yıllarında Sırplar Üsküp’ e girince o da 300 adamını ve ailesini toplayıp Çeşme üzerinden, İzmir’ e geçmiş ve kısa bir süre sonra da çetesiyle Mustafa Kemal’ in ordusuna katılmış. Çanakkale’ de, Conk Bayırı’ nda savaşmışlar. Mustafa Suphi’ lerin katlinde adı geçen Topal Osman’ ı da tanımış, Ege’ de Çakırcalı Mehmet Efe’ yle de arkadaş olmuş.

Kerim Gürçay (1900-1968)

Kerim Gürçay (1900-1968)

Savaş bitince Ankara’ da, önce bir tuğla fabrikası kurmuş, sonra o zamanki meclisin karşısında Mustafa Kemal’ in emriyle bir otel inşa etmiş ve Balkanlar’ dan gelen göçmenleri burada ağırlayıp, Anadolu’ nun değişik yerlerine göndermişler. Büyük halam anlatıyordu, o yıllarda Ankara – İstanbul arasında bozuk bir yol varmış ve zaman zaman eski bir kamyonla, günlerce süren bir yolculukla İstanbul’ a Tahtakale’ ye gidip Yahudi bir esnaftan sünger yataklar alırlar ve aynı yoldan geri dönerlermiş. Uzun hikâye…

Gün gelmiş askerlikten affını istemiş Kolcu Faik ve ailesiyle önce Bursa – Nilüfer’ de bir tütün çiftliğine gönderilmiş. Orada da yapamamış, çiftliği kâhyasına devredip kalabalık ailesiyle İstanbul’ a Yedikule’ ye yerleşmiş. Nifos Köyü’ nde (Florya) bostan yetiştirmiş, Nuruosmaniye’ de de bir kahve işletmeye başlamış. Her sabah Nifos Köyü’ nden karpuz, bamya ve mısırları at arabasına yükler, yolda fakir fukaraya dağıta dağıta neredeyse boşalan arabayla Yedikule’ ye eve uğrar ve oradan da Nuruosmaniye’ ye devam edermiş. Osmanlı’ dan ve Cumhuriyet’ in ilk yıllarındaki nispeten ayrıcalıklı sınıftan gelip de orta halli kalan tek aileyiz her halde. Ayrıca iyi ki de öyle kalmışız. 1936’ da Nuruosmaniye’ deki kahvede, masasında çay içerken kalbi durmuş zengin gönüllü rahmetlinin.
Sonra aile için zor yıllar başlamış. Elde avuçta ne varsa tükenmiş. Kerim dedemin hovarda kardeşi Şerafettin dayı Nifos köyündeki arsaları tek tek elden çıkarmış. O yılların namlı eğlence mekânı.

Yedikule, sağda Cer Atölyesi’ nin binaları

Yedikule, sağda Cer Atölyesi’ nin binaları

Sonra aile için zor yıllar başlamış. Elde avuçta ne varsa tükenmiş. Kerim dedemin hovarda kardeşi Şerafettin dayı Nifos köyündeki arsaları tek tek elden çıkarmış. O yılların namlı eğlence mekânı Tepebaşı Gazinosu’ nu çok kez kapattığı anlatılırdı. Kumar borcu da hiç bitmezmiş. Tapular bitince o da Sirkeci- Yedikule hat boyunu yürüyerek eve gelirmiş. Sonra Ankara’ ya tuğla fabrikasına gitmiş bir dönem. Hastalanınca soluğu yeniden Samatya’ da almış. Orada da hayata veda etmiş.

Kerim dedem Yedikule Cer Atölyesi’ nde çalışıyormuş. Ustabaşılığa kadar yükselmiş ve birçok usta yetiştirmiş. Bir gün atölyede çalışırken bir demir çapak kaçmış gözüne ve gözünü kaybetmiş. Bir gözü takma cam gözdü ve gece yatarken bir bardak suya koyardı gözünü. Dedemin evi Madam Anjel’ den kiraladığı iki katlı ahşap bir evdi, döşemeleri ve merdivenleri yürürken gıcırdayan eski ahşap bir ev. O ses hal kulaklarımda ama dedemi hayal meyal hatırlıyorum. 1968’ de ben daha 6 yaşındayken o da tıpkı Abbas dedem gibi Yedikule’ de hayata veda etti.

Annemle babamın yolu da Yedikule’ de kesişmiş. Tanışmışlar, birbirlerini sevmişler, sevişmişler ve 1954’ de de evlenmişler. 1960’ lı yılların başında da bugün hala yaşadığımız, Küçükçekmece Gölü’ nün kuzeyindeki tepelerde yer alan Altınşehir Köyü’ ne yerleşmişiz. 1962’ de burada dünyaya gelmişim ve bugün tren yolu ulaşıma kapalı olsa da hat boyunun sesini, kokusunu hissediyorum ve yolcu trenlerinin yeniden arz-ı endam edeceği günü de iple çekiyorum.

Altınşehir, 1960’ ların başları…

Altınşehir, 1960’ ların başları…

Önceleri Sirkeci’ den kalkan yolcu katarları Halkalı’ da son Trakya yolcusunu alır, dumanını tüttüre tüttüre Küçükçekmece Gölü’ nin kuzey kıyısını takip ederek gelir, Altınşehir’ de durmadan, Sazlıdere’ nin üzerindeki demir köprüyü geçip kuzey batıya doğru gölün kıyısını takip eden sola bir kavis çizerek oflaya-puflaya gözden kaybolup giderlerdi. Çocuk ruhumda büyük bir heyecan yaratırdı bu trenler. Bilmediğim bir yerden gelip, hiç tanımadığım insanları, bilmediğim başka topraklara, başka başka insanlara taşıyorlardı ve ben de çok istiyordum trenlere binip oralara gitmeyi, o insanları tanımayı. Sonraki yıllarda bu hayalimi birçok kez gerçekleştirdim, tren yolculukları yaptım.

79

İlk tarifeli yolcu treninin köyümüze gelişi 1960’ lı yılların sonuna, çocukluğumun ‘radyo günlerine’ rastlar. Radyo da tıpkı trenler gibi çocukluk düşlerimi beslerdi. Lambalı bir radyomuz vardı. Çalışmadan önce biraz ısınması gerekiyordu ve sonra gelsin TRT ajans haberleri, türküler-şarkılar, “Arkası Yarın” anonslu radyo tiyatrosu programları. Bazen de ne dediklerini anlamadığım başka dillerden, başka dünyalardan cızırtılı da olsa sesler-müzikler doldururdu odayı. Radyo ben de bir tutkuydu ve bugün de evimde televizyon yok, radyom hala başucumda ama.

O yıllarda köyümüzün muhtarı Ayşe teyzeydi ve Altınşehir’ e bir tren istasyonu yapılmasında onun katkısı çok olmuş. Hep anlatılırdı. Köyün nüfusu 20-30 haneydi ve bu da TCDD için problemdi. TCDD’ nin kapısını az aşındırmamış kadın… Sonunda başarmış ama. Ayşe (Uğurgel) teyze bu gün yine tepedeki eski evinde oturuyor ve 90’ lı yaşlarını yaşıyor. Tanrı ona uzun bir ömür versin.

İlk günlerde trenin durmasıyla kalkması bir oluyordu. İnen bir-iki kişi ya oluyordu ya da olmuyordu, tren tarife gereği istasyonda bir durup, soluklanıyordu sadece. İstasyon dediysem öyle ahım şahım bir şey değildi. Kenarlarından demir raylarla desteklenen, ahşap traverslerin arasında sıkıştırılmış toprak bir yükseltinin üzerine, ıskartaya çıkmış, kapısı bacası olmayan bir ahşap vagon kondurmuşlardı. Karda fırtınada istasyonun içerisi dışarısından daha soğuk oluyordu. Sonra birisi bir kış bir bidon soba koyup, sabah akşam trenin geliş saatlerinde bekleyenlerin çalı-çırpı, odunla ısınma meselesini çözmelerini akıl etmişti. O da uzun sürmedi ama bidon sobayı çaldılar. İstihkâm taburunun askerleri çalmıştır dediler; her ilkbaharda Küçükçekmece gölü çayırına saz kesmeye gelen ve bir süre sonra bazıları kışı da köyde geçiren çingeneler çalmıştır dediler. Çocukluk aşkım Sabiha bir çingeneydi ve onlara atfedilen bu suçlamayı kabul etmem mümkün değildi, “Askerlerdir!” deyip muhabbete müdahale ettiğimi hatırlıyorum. Sonra çingeneleri hep sevdim ve askerlere de hiçbir zaman kanım ısınmadı..

Köydeki çocuklar arasında o günlerde bir de tekerleme dolaşırdı: Sirkeci’ den kalktı tren, Altınşehir’ de yaptı fren, öpsün seni Zeki Müren! Çocuklar bu tekerleme ile birbirlerini kızdırırlardı ve ben anlam veremezdim buna. Sonra zaman geçti ve Zeki Müren’ i tanıdım ve olayı çözdüm. Nedense hiç sevmediğim, yaramaz-hırçın erkek çocukların ağızında bir küfür gibi dolaşan adıyla-namıyla Zeki Müren’ i daha çok sevdim.

Altınşehir’ deki demir köprü, 2014. Bir süreden beri yaşayan, yaşlanan, anıları-ruhu olan ağaç traverslerin yerine ruhsuz beton traversler yerleştiriliyor.

Altınşehir’ deki demir köprü, 2014. Bir süreden beri yaşayan, yaşlanan, anıları-ruhu olan ağaç traverslerin yerine ruhsuz beton traversler yerleştiriliyor.

Şair Haydar Ergülen bir şiirinde duygularımı çok güzel anlatmış: …kasvet koynumuza girdi ve orada durdu/ Buharımızla ısınan o koca çocuk/ meğer pek kısaymış trenin çocukluğu/ yine gelse o tren, haşhaşlı çörek ve sıcak sahleple/ yine kaldırsak onu/ heyhat ne tren, ne çocukluk/ hiçbiri taşradan sökün etmiyor/ ey komşu şair küsecek taşra mı kaldı/ herkes büyüyünce dile sığmıyor/ evimizin önünden tren geçmiyor/ ya hayat-ı hakikat dediğin bir kara tren/ o da şair tesellisi, bir hışımda geçer ömürden

Biz yaştakiler “Tren Çağı” nın sonuna yetiştik bir anlamda. Tren yollarının bugün geldiği durum canımı çok acıtıyor ama. Kapitalizmin totemi otomobilden ve otomobil uygarlığından nefret ediyorum. 1950’ lerde Sam amcanın yardım programıyla başlayan asfalt çılgınlığı bugün de asma köprülerle, duble yollarla köyümüzün (TEM Otoyolu 1980’ de köyü ikiye böldü), hayatımızın içinden geçmeye, ona hükmetmeye devam ediyor. İnsanlar gaza bastıkça gezegenin ve üzerindeki tüm canlıların yok oluşa doğru gidişi ivme kazanıyor. Bitsin artık bu otomobil çağının beyliği diyorum ama pek de umudum yok, bizleri de bitirmeden bitmeyecek gibi duruyor ne yazık ki!

Teyzemden dinlemiştim: Hanlı tren istasyonunda çalışırken Abbas dedem bir gece eve kolunun altında bir gramofonla gelmiş. Bir kaç tane de 45’ lik plak. Sonraki zamanlarda en çok dinlediği ve hüzünlendiği plak “…umutlarım hep kırıldı” 45′ liği olmuş.

Nur içinde yatsın sevgili dedelerim. Onları, çocukluğumun kara trenlerini ve Zeki Müren’ i çok özlüyorum.

75-Ercüment-Gürçay

 

Ercüment Gürçay

Altınşehir/ 5 Ağustos 2016

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.