Dış Köşe

Devlet adamlığı savaşın değil, barışın mantığına teslim olmaktır!- Hasan Cemal

0

Kürt sorununda, ne acıdır ki, yeniden bir savaş süreci yaşanmaya
başladı.
PKK mayınları patlıyor.
Kandil bombalanıyor.
Dağlarda kimi asker, kimi gerilla gencecik insanlar ölüyor.
Yazıktır, günahtır.
Savaş çare değil.
Acıların biraz daha derinleşmesi, biraz daha kan ve gözyaşı akması çıkmaz yoldur. Zaten yıllardır bu kısır döngünün içinde kıvranıyoruz.


Unutmayın:
Barış hiçbir zaman namlunun ucunda olmadı. Barış oturup konuşarak, diyalog kurup müzakere ederek gelir.
Bunun için de önce parmakların tetikten çekilmesi, dağda silahların susması şarttır, ön koşuldur.
Ve bunun adı, ‘barış süreci’dir.
‘Savaş süreci’nin yaşanmaya başladığı bir dönemde ben ‘barış süreci’nden söz etmek istiyorum.
Çünkü eninde sonunda yine bu noktaya geleceğiz, barışın konuşulacağı yere…
Önemli olan bu yolu kısaltmaktır. Acıları azaltmaktır.
Ve barış bir an değildir.
Bir  ‘süreç’tir.
Hayal kırıklıkları ve çelişkilerle dolu, umutla umutsuzluğun iç
içe geçtiği hiç de kolay olmayan sancılı bir süreçtir barış…
Bu açıdan Kuzey İrlanda sorunu ilginç bir örnektir. Meselenin sona ermesi, IRA’nın
silahlarını ebediyen toprağa gömmesi dokuz yıllık inişli çıkışlı bir ‘barış süreci’ni gerektirmiştir.
Bu sürecin arkasında Britanya Başbakanı ve İşçi Partisi lideri Tony
Blair
’in savaşı, kurulan tüm provokasyon ve tuzaklara rağmen sona erdirme konusundaki siyasal irade ve kararlılığı vardır.
Kuzey İrlanda barış süreci sırasında Tony Blair’in bir numaralı yardımcısı, hatta sürecin gizli kahramanı
olan Jonathan Powell’ı dinledim geçen temmuz ayında Londra’da.
En çok vurguladığı sözcük, ‘süreç’ti:
“Barış bir süreçtir. Eğer o süreç yoksa, boşluk vardır. Ve bu boşluğu şiddet doldurur.
Halbuki süreç varsa, umut vardır, barış umudu… Bu bakımdan ben ‘bisiklet
teorisi’nden söz ederim. Bisiklete binince sürekli pedal çevirmek zorunda kalırsınız, yoksa yere kapaklanırsınız, düşersiniz.”
Erdoğan yeterince pedal çevirdi mi? Yoksa boşluk mu yarattı?
Başbakan Erdoğan, 2009 yılının ‘demokratik açılım’ sürecini tüm iniş çıkışlarına rağmen -bazen PKK’ya rağmen- devam ettirebilseydi…
Türk Ceza Yasası’yla Terörle Mücadele Yasası’nda yapacağı bazı değişikliklerle KCK operasyonları
ve davasının yol açtığı olumsuzlukları en aza indirebilseydi…
12 Haziran seçim sürecinde, kaç yıldır İmralı’da devletin üstelik kendi bilgisi dahilinde görüştüğü Öcalan için “Ben olsam
asardım!” diyebilecek kadar kendini aşırı milliyetçi bir söyleme kaptırmasaydı…
Bunun yerine yeni bir anayasa projesiyle, bu ülkede demokrasi ve hukuku köstekleyen, Kürt sorununu da kapsayan
temel meselelere çözüm ışığı tutacak bazı ipuçlarını sergilemiş olsaydı…
Evet, bunları yapabilseydi Erdoğan…
Böyle bir siyasal kararlılıkla davranıp seçim öncesi ve sonrası dönemde barış umudunu canlı tutabilseydi…
O zaman boşluk, şiddetin dolduracağı o boşluk doğabilir miydi?
Sanmıyorum.
Erdoğan böyle yapabilseydi -PKK’dakiler dahil- savaş meraklısı şahinlerin eli çok fena zayıflardı.
Ama ne yazık ki yapamadı.
Ahmet Altan’ın dediği gibi: “AKP’nin Kürt meselesinde çok fazla
oyalanması, son adımı bir türlü atamaması, referandumda bu halkın kendisine
açtığı büyük krediyi, inanılmaz bir basiretsizlikle genel seçimlerde ulusalcı
bir dille harcaması, savaş isteyenlerde büyük olanaklar yarattı.” (Taraf, 19
Ağustos 2011)
Şimdi nedenlerine girmiyorum.
Ama diyorum ki:
Tayyip Erdoğan yeterince pedal çevirmedi barış sürecinde.Boşluk yarattı.O boşluğu da savaş yanlıları, iki taraftaki şahinler doldurdu. Şiddetin mantığı yine galip geldi. Şiddet şiddeti getirmeye başladı.
Şimdi biliyorum,
“45 günde 45 şehit! PKK saldırılarına kulp mu takıyorsun?” diye sorulacak.
PKK saldırılarının savunulacak bir yanı elbette yok. PKK mayınları barışa ölümcül darbeler indiriyor.
Ben ‘barış’tan söz ediyorum.
Barışı getirecek ‘devlet adamlığı’nı arıyorum.
Yüzde 50 oyla seçim sandığından çıkmışken, karşındaki CHP -şimdilik cılız sesle de olsa- “Bu iş artık silahla olmaz”
derken, savaşın değil barışın mantığına kendisini teslim edecek bir Tayyip Erdoğan arıyorum.
Oysa işaretler öyle ki, Erdoğan ‘eski’ye dönüyor. Belki farkına varmadan 1990’lı yılların kalıplarının içine giriyor.
“Ben hem savaş yaparım, hem demokrasi” diyerek yapıyor bunu… 1990’ların başında bu yapılabilirdi.
Ama artık çok geç!
Çünkü o zamandan beri Kürt sorunuyla PKK iç içe geçti. Artık ikisini birbirinden ayırmak çok zorlaştı. PKK’yı dağda
‘sopa’yla kovalarken, Kürt sorunu çözülmez, derinleşir.
Soru ve sorun burada düğümleniyor.
Ankara’nın göremediği ya da görmek istemediği bu…
Bir gerçek daha var.
Devlet adamlığı şiddete, şiddetin, savaşın mantığına teslimiyet değildir.
Devlet adamlığı tam tersine şiddeti üreten nedenleri etkisiz kılacak ve barışın yollarını açacak siyasal kararlılığa, iradeye sahip
olmaktır.
Ve devlet adamlığı barışın sabırla, özenle, hatta kuyumcu titizliğiyle yönetilecek bir süreç, altını çiziyorum, bir süreç olduğunu bilmek ve acıların ötesine bakarak barışın ipini yakalamaktır.
Savaş zamanı barıştan söz ediyorum.
Çünkü eninde sonunda bu noktaya gelinecek yine, bir ‘barış süreci’nin başlayacağı yere…
Bunu acılar daha fazla derinleşmeden yapalım,
barışa açılan yolu kısaltalım.

Hasan Cemal- Milliyet
__________________

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.