Bu yıl 8 mart’a acı, gözyaşı ve gölge düştü. Her şeye rağmen Kürt kadınları, anadilde eğitim taleplerine, kimliğine ve özgürlük değerlerine sahip çıkma anlayışı ile alanlardaki yerini alacaktır. 15 Ağustos’ta başlayan demokratik açılım kadınların barış umutlarını devletin iki yüzlü ve imha politikalarından dolayı bir başka bahara ertelendi. Türkiye’de Demokrasiye 23 kasım 2009 da AKP eliyle ilk darbe girişimi Ege’de İzmir pilot bölge seçilerek yapıldı. 23 Kasım 2009 da eski DTP eşbaşkanı Ahmet Türk şahsında DTP konvoyunu İzmir’de taşlayarak başlatılan örgütlü, ırkçı saldırı ile 24 Aralık’da Kürt halkının temsilcilerini ve onurlu belediye başkanlarını yaklaşık 1500-2000 kişiyi cezaevlerine tıkarak gayri resmi olarak Demokrasiye balans ayarı yapıldı. Bu yıl kadınlar 8 Mart’ı ülkede ve dünyada kürt halkının iradesine yapılan operasyonlara hayır, eşit işe eşit ücret ve iş güvencesi diyerek anacaklardır. Yapılan her operasyon, her gözaltı, binlerce kadını, çocuğu mağdur etmiştir. Cezaevindekiler sözde cezalarını çekedursunlar. Ya kadınlar bizim kadınlarımız, hemcinslerimiz. Bilimsel verilere göre her gün 3 kadından biri şiddete uğruyor. Bu şiddet evde, işyerinde, sokakda hayatın her alanında bir gölge gibi takip etmekte kadını. Şiddetin, acının, gözyaşının olmadığı bir coğrafya varmıdır bilinmez ama…
Bizim ülkenin kadınları, özellikle Kürt, Türk, Ermeni, Süryani kadınları ve diğerleri… Bir 8 Mart’tan ne bekliyor sorusunu akla getiriyor. Sanırım bu soruyu en çokta acı çeken/ezilen kıyımlara uğruyan halkların kadınlarına sorduğumuzda ortak bir ses olarak yükselen sesin BARIŞ talepleri olduğunu duyar gibi oluyorum. Acılarında bir sonu var elbet yaşam sınırını aştığın zaman. Bir oğlu dağda, bir oğlu askerde olan annelerin yüreği nasıldır bu 8 mart yürüyüşünde. Babaları cezaevinde olan çocukların gözlerindeki o mahsun ifadeyi kim silebilir ki medyadaki bir fotoğraf karesinden. Sevgilisi cezaevinde olan kızların yüreğindeki özlem kanayan bir yara gibi saklı, içindeki med cezirleri kim bilebilir ki. Daha dün Hrant Dink için söylediği bir sözden ötürü 301. maddeden yargılanan Temel Demirer dostumuzun haberini okuyunca, cezaevindeki eşleri olan kadınların acıları akla geliyor, Halen hasta tutuklu olarak cezaevinde yatan Diyarbakır/sur belediye başkanı ve çok dilli belediyeciliik anlayışını resmen hayata geçiren Abdullah Demirbaş’ın kanındaki hastalık ve damar tıkanıklığı raporlarla ibra edilmesine rağmen… Evladı cezaevinde hasta tutuklu olan bir ananın, bir eşin yüreğinin tik takları nasıl atar bu bahar yürüyüşünde…
Yaşanan ve yaşatılan tüm bu acılardan dolayı kadınların daha fazla canının yanması için balans ayarı aslında biz kadınlara yapılmıştır.
Barış çocuğun gördüğü bir düş değildir sadece. Barış her gün kazanmak zorunda olan insanların verdiği mücadeledir. Barış en çok da kadına yakışır beyler bilirmisiniz. Çünkü kadınların yüreği barışçıldır. Ah ülkemin acılı kadınları. Ne çok acılar örmüş egemenler bize, ne çok örselenmişiz. Bu acı denizinde boğulmak mı? hep bizim payımıza düşen. Son yaşanan sıcak gündemlerden kürt kadınlarının düşleride elinden alınmak isteniyor, oysaki düşler; yaşama sımsıkı tutunmanın güvenlik bariyerleridir. Ne olur artık daha fazla gözyaşı dökmeden bariyelerimize dokunmayın beyler. Kıyıları, sınırları olmayan bir yolculuğun kahramanıdırlar kadınlar.
Ülkede yaşanan 12 eylül darbesi ve faşizan yönetimlerden (köy boşaltmalar, köy yakmalar, bir köye topyekün dışkı yedirilmesi, faili meçhul cinayetler, gözaltılar, işkenceler, anadilin yasak olduğu tek bayrak, tek din, tek ırk, tekleştirme politikaları gibi) ve ekonomik nedenlerden ötürü 1980’den bu güne değin batıya bir göç furyası başlar. Büyük şehirlerde bir çoğu önce kondularda yaşar. Sabah günışığı gözleriyle dünyaya merhaba dediği anda başlar pususu saçma rastlantıların. Fabrikada, işyerinde üretimden aldığı gücüne, yeterince güç katamaz. Çünkü küresel kriz en çok da kadını vurur. Hele birde bu kürt kadın emekçisiyse ilk işten çıkarmalarda liste başı bu kadınlardır. Kadınlar dişi olmanın bedelini psikolojik, sosyal ve ekonomik olarak çok ağır bir şekilde yaşamaktadır. Büyük patron ABD ve Avrupa ülkelerinin emperyal çıkarları uğruna AKP patentli bir savaş politikasının ortadoğuyu kan gölüne çevireceği ayan, beyan ortada olduğu bir dönemde kadınlar üretimden aldığı güçle daha fazla örgütlenmeli, daha fazla dayanışmalıdır. Sınıra asker yığıldığı bu bahar ayında; sanki bize çatışmasızlık ortamının ortadan kaldırılacağı bir sürece gireceğimize dair mesajlar, yüreklerimizi yeniden, yeniden yakıyor.
Bu yüzdendir ki bu ülke sınırları içersinde yaşayan bütün kadınlar gelin ezber bozalım bir kez. Savaşa, operasyonlara, anti demokratik uygulamalara hep birlikte direnelim Süryanisi, Ermenisi, Kürd’ü, Türk’ü, lazı ile. Savaş biz kadınları iki kez yakar kaybettiklerimiz ve tecavüzlerle. Barışı ancak ve ancak biz kadınlar inşaa edebiliriz. Yine 8 Mart’ta, beş bin yıllık eril sistemin tecavüz kültürüne karşı demokratik ve özgürlükçü kültürü yeniden yaşanılır kılmanın amansız mücadelesini felsefik, ideolojik ve politik olarak Kürt, Türk, Süryani, Ermeni kadınları olarak bir kez daha haykıracağız.
Bu yıl yaşanan/yaşatılan acılara inat 8 Mart’ın 100. yılını, özgürlüğe cesaret eden Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Roman, Rum kadınları olarak her alanda bilinçlenme, örgütlenme ve eyleme geçme temelinde karşılayacaklarına inanıyorum. Diğer halkların kadınlarından ayrı olarak kürt kadınları Tüm kadın hareketlerinin mücadelesini miras alarak ve her kadının yüreğinde yanan özgürlük kıvılcımını hissederek, acılı anaların ağıtlarını, hüzünlerini, burukluklarını yüreklerine işleyerek alanlardaki yerini tüm kardeş halklarla yan yana durarak sergileyecektir. Bu gün tüm dünyada sırf kadın olduğu için sömürülen, tarlalarda, fabrikalarda bir kadın işçi olmanın, emeğin ve alınterininin damla damla süzüldüğü savaşların, kıyımların, tecavüzlere uğramış, barışa dair umutlarını göndere çekmiş kadınların hemcinslerimizin günüdür. Bu gün kızıl güllerle barışı öreceğimiz bir gün haydi kadınlar, barışın türküsünü yakalım hep bir ağızdan 8 mart da alanlarda.
ZEYNEP TOZDUMAN