Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Değişim neden moda kadar hızlı değil?

0

Moda endüstrisi de diğer endüstriler gibi birçok faktörün, birçok etik ihlalinin bir arada yaşadığı bir sistem. Çevre kirliliği, işçi sömürüsü, plastik kullanımı, tüketim, ırkçılık, ayrımcılık moda endüstrisinde var olduğu bilinen, iç içe geçmiş sorunlardan birkaçı. Endüstride normal böyle tanımlanmışken değişim beklenen hızda olmuyor.

Moda endüstrisinin ürettiği en ünlü isimlerden, “orijinal” süpermodellerden Naomi Campbell, geçtiğimiz aylarda moda endüstrisinde yeni bir rolde yer almaya karar verdi ve Pretty Little Thing markasının yeni yaratıcı direktörü oldu. Bu karar özellikle yükselen sürdürülebilir moda, yavaş moda savunucuları ve genç nesiller tarafından çok tepki çekti, çünkü PLT çok bilinen bir hızlı moda markası. “Hızlı moda”, üretim sürecinde hiçbir etik düzenleme ile maliyetlerini yükseltmek istemeyen, polyester ve parası ödenmeyen işçilerin emekleriyle üretilmiş ürünleri çok ucuza satan, o ürünün sonra ne olduğuyla da ilgilenmeyen giysi fabrikası markaların yarattığı sisteme deniyor. Campbell’e yönelen eleştiriler bir yandan hızlı moda ile ilgiliyken bir yandan da kariyerinin başından beri lüks modanın merkezinde olan eski modelin bir hızlı moda markasıyla iş birliği yaparak kendini küçülttüğü, değersizleştirdiği üzerineydi.

Lüks moda etik mi?

Birçok lüks ve hızlı moda markasının ünlülerle iş birliği yapması dünyada da ülkemizde de yaygın bir durum. Tam da bu iş birliğinin kendisi hızlı moda markasını lüks bir ürünmüş gibi gösterme pazarlamasının bir parçası iken lüks modayı iyi hızlı modayı kötü diye etiketlemenin mantıksızlığı ortada. Lüks moda ürünleri hızlı moda gibi büyük üretim operasyonlarına sahip olmayabilir ama bu onu etik yapmıyor. Satılmayan ürünleri indirim yapmak yerine yakan, timsah gibi egzotik hayvan derileri, kürkleri ve organlarını gösteriş için kullanan, hızlı modanın ucuza taklit ettiği kültürü yaratan lüks modaya etik diyemeyiz.

Naomi Campbell’in ait olduğu lüks dünyanın “etik” olduğu ve hızlı modayla çalışmanın süpermodelin değerini düşürdüğü argümanı en az lüks modanın kendisi kadar elitist.

Etiği nerede arıyoruz?

Bir markanın etik olup olmadığını doğayı kirletmesi mi, hayvan iyiliği mi, işçi hakları mı yoksa reklamlarını da katarak mı konuşacağız? Üretim zincirinde nispeten şeffaf, işçilerin haklarını ödeyen ve ekolojik ayak izine dair hesap veren bir politikası olan bir marka reklamlarında çocuk istismarını meşrulaştırıyorsa etik diyebilir miyiz örneğin?

Pretty Little Thing’in sahibi olan marka Boohoo, üretim zincirinde ihlalleri bilinen, birçok ülkede merdivenaltı üretimhanelerde güvencesiz işçileri çalıştırarak 3 Euro’ya tişörtleri satabilen bir marka. Bu haziranda da Pakistan’daki fiyatlara eşitlemek için Türkiye’deki üreticilerden o sırada üretimi yapılmış olan ürünler için ödeme fiyatlarını %30 azaltmalarını istemişti. Üreticiler bu koşulları kabul etmezlerse bir kısmı çoktan üretilip yola çıkmış siparişlerin iptal edilme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Hızlı moda devleri, tüm dünyada üreticileri bu şekilde baskı altına alarak ürün maliyetlerini düşürüyor.

Boohoo bir yandan kendi finansal sürdürülebilirliği dışında hiçbir şeyle ilgilenmezken bir yandan ne alakaysa Kardashianlarla sürdürülebilirlik konusunda iş birliği yaparak yeşil yıkama kampanyaları yapmaktan da geri durmuyor. Kısacası moda endüstrisindeki tüm yanlış tuşlara basarak gelirini artırmaya devam ediyor.Naomi Campbell tüm bu tepkilere verdiği cevapta “Beyazlar bu tür anlaşmalar yaparken bu kadar tepki çekmemişti” dediğinde ise endüstrinin bir kirli çamaşırını daha ortaya çıkardı. Kitleler buna karşı argümanlarını yağdırmaya o kadar hazırdılar ki, “abartma Naomi” diyen beyaz erkekler onu haklı çıkardıklarının farkında bile değillerdi.

Her şey sınıfsal

 70 milyon dolar değerindeki dünyaca ünlü eski süpermodel istediği her markayla çalışabilecek, her işi yapabilecek, gücünü her şey için kullanabilecekken hızlı modayı seçti. Ve ona gelen tepkiler aynı işi beyaz ünlüler yaptığında bu kadar çok gelmemişti. Aynı zamanda moda endüstrisinin ve başta hızlı modanın sömürdüğü insanların %80’i siyah ve kahverengi kadınlardan oluşuyor. Irkçılık sektörün yalnızca zirvesinde değil her kademesinde, üstelik sınıf farkları ortaya çıktıkça daha da koşulları ağırlaşarak yaşanıyor.

Naomi Campbell genç tasarımcıların gelecekleri ve hayalleri üzerine kurduğu romantik planları genç işçiler üzerine kurmuyor belli ki; yine tasarımcıların önünde yeni kapılar açılması diken işçilerin yüzüne kapanan güvencelerden daha önemli görülüyor. Endüstrinin normali görülen ırkçılık, ayrımcılık, sömürü burada iç içe geçmiş bir şekilde işliyor.

Değişim için neyle mücadele ediyoruz?

Birçok kişi hayattaki küçük ya da büyük kararlarında ırkçılık yapmak istemez, yaptığını da düşünmez ama hızlı moda markalarından alışveriş yapabilir. Endüstrinin iç içe geçmiş yanlışları son ürünü parlatarak tüketicinin önüne getirdiğinde o tüketme kararının arkasında neyi desteklediğini her zaman herkes göremeyebiliyor. Oysa her gün her an, her sektör ve deneyimden insan birçok karar veriyor ve değişimi de hızını da bu kararlar belirliyor. 70 milyon dolar değerindeki ünlü, milyonlarca dolar değerindeki şirket, ucuz tişört satın alan tüketici bu eylemleri için verdikleri kararlarla değişimi destekliyor veya engelliyor. Bir kez daha görüyoruz ki giydiğimiz, yaptığımız her şey politik.

Endüstrinin ya da tüketicinin bu kararlarının ardında alışkanlıklar, normal algıları, kâr beklentileri, baskı gibi birçok sebepten bahsedilebilir. Gün geçtikçe normaller değişiyor, yeni nesiller bu normal algılarını ve alışkanlıkları daha da çok yıkıyor. Belki de Naomi Campbell geçmişte kalmış bir dönemin standartlarını bugüne değiştirmeden taşımaya çalışıyordur, belki de ondan sonraki nesiller onun sorgulamadan aldığı mirası sorgulayarak alacaklardır. Değişim küçük ya da büyük olsun kararları, mirasları sorgulamaktan geçiyor.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.