Köşe Yazıları

COP 21’e giderken yerel yönetimler (2)

0

içerikİklim değişikliği en genel yerel sorun. Ya da en yerel genel sorun. Bunun farkında olarak hareket etmek ve diğer tüm canlı faaliyetlerinin buna bağlı olduğunu kabul etmek gerekli. Dünya’nın nasıl bir yer olacağı, şehrin nasıl bir yer olacağı, ilçenin nasıl bir yer olacağı ya da köyün nasıl bir yer olacağı çok önemli bir sorundur ve bir yerel yönetim vizyonu gerektirir. Belki de şimdiye kadar tüm yerel yönetimler var güçleriyle bu sorun üzerine düşündüler. Fakat artık bu yetmez! Bu vizyonla birlikte artık “oranın” yakın gelecekte sular altında kalma ya da kuraklıktan yaşanmaz hale gelme ihtimali olan bir yer olduğunu da bilmek ve bambaşka bir vizyonu ortaya koymak gerekir. Çünkü iklim değişikliği en temel gereksinimleri vuruyor, vuracak. Her nerede yaşıyorsak, orayı bu en temel gerçeğe göre tekrar düşünmemiz gerek.

Düşünmeliyiz çünkü kentler iklim değişikliğinin kaynağı ve mücadele için de çok önemli. Dünya’da meydana gelen sera gazı salımlarının %75’i kent kaynaklı. Bu %75’in neredeyse yarısı da hane ve ulaşım kaynaklı salımlar. Bunun üzerine Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşadığını ve bu rakamın her gün arttığını da ekleyin. Kentli bir kişi Dünya’ya daha fazla yük oluyor, bu yük hem kişi sayısı arttığı için; hem de kentlerin bir tüketim odağı olmasından dolayı çifte şekilde artıyor. Üzerine iklim değişikliğinin etkileri de kentlerde kitlesel olarak yaşanıyor. Temel sorumuza dönersek, ne yapmalı?

Genel olarak bakınca bir yerel yönetimin yetki ve sorumlulukları dâhilinde iklim değişikliğine karşı mücadele edebileceği beş temel nokta var. Kentte bulunan konutlarda enerji tasarrufu düzeyini olabildiğince yükseltmek ve binaları enerji tasarruflu hale getirmek. Kentte kullanılan enerjinin fosil yakıtlardan değil, yenilenebilir enerjiden elde edilmesini sağlamak. Ulaşım sektörünü geliştirmek ve burada ortaya çıkan salımları düşürmek. Kentsel ve sanayi atıklarını azaltmak ve ortaya çıkan atıkları dönüştürmek. Ve son olarak da adaptasyon.

Burada belki adaptasyon üzerinde biraz daha fazla durmakta yarar var. Kentlerin tümden bir dönüşümünü gerektiriyor çünkü adaptasyon. Birkaç örnek vermek gerekirse kuraklığa hazır olmayı; uzun kuraklıklardan sonra birden gelen yağışlarla ortaya çıkacak sellere hazır olmayı; eğer kent deniz seviyesindeyse denizin yükselmesine ve tuzlanmayla birlikte su kaynaklarının yitirilecek olmasa hazır olmayı; artan nüfus ile birlikte ortaya çıkacak su talebindeki artışa hazır olmayı; hava kirliliğinden ya da âni sıcaklık değişikliklerinden dolayı ortaya çıkacak sağlık sorunlarına hazır olmayı; büyük nüfus hareketlerine hazır olmayı gerektiriyor adaptasyon…

Görüldüğü gibi bunların hemen hemen hepsi halkın yerel yönetimlerden hesabını soracağı hizmetlerde gerçekleşecek değişiklikler. Bu yüzden iklim değişikliğini yoğun olarak konuşmaya vesile olan COP 21’e giderken ya da her hangi bir zamanda yerel yönetimlerin en çok üzerine düşmesi gereken konu, artık, iklim değişikliğini kaynağında durdurmaya çalışmak ve etkilerine kenti hazırlamak. Türkiye’de ise şu anda gidişat bunun tam tersi yönde. Düşünün ki en gelişmiş ülke olarak kabul edilen ABD başta olmak üzere kentlerde çatılar dahi bahçecilik için, tarım için kullanılıyor. Bu hep yalıtım sağlayıp, su tutuyor; hem de gıda tedarik zincirini kısaltarak gıdanın sürdürülebilirliğini arttırıp, yakıt tasarrufu sağlıyor. Peki, İstanbul ne yapıyor? Yüzlerce yıllık kent bostanlarını yok ediyor, şehrin en büyük yeşil alan ve su kaynağı olan bir yere havaalanı ve köprü yapılıyor! Bunun tek bir anlamı ve “yararı” olabilir. İstanbul yaşanmayacak hale geldiğinde o köprüden geçip, o havaalanına ulaştıktan sonra iklim değişikliğine adaptasyonu sağlamış, doğaya uyumlu hale gelen ya da gelmeye çalışan “o ülkelerin, o kentlerine” kaçmak!

COP 21’e giderken yerel yönetimler (1)

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

You may also like

Comments

Comments are closed.