Köşe Yazıları

Çin’in akademik sansür çalışmalarının düşündürdükleri

0

18 Ağustos’ta Cambridge University Press (CUP) tarafından Çin hükümetinin sansür taleplerinin yerine getirildiği ve prestijli China Quarterly dergisinde yayınlanan üç yüzün üzerindeki ‘politik açıdan hassas’ makaleye Çin’deki internet siteleri üzerindeki erişimin engellendiği ortaya çıktı.[1] Bu hareket akademik çevrelerce öfkeyle karşılandı. Akademisyenler hem yabancı dildeki akademik yayınlara sansürlemeye kalkıştığı için Çin hükümetini, hem de bu talepleri yerine getirdiği için CUP’u eleştirdi. CUP da bu tepkiye karşılık olarak 21 Ağustos’ta duruşunu değiştirdi ve Çinli okuyuculara sansürlenen içeriklere erişimi yeniden sağladı. Üstelik bu içeriklerin tümüne erişimi ücretsiz hale getirdi. Bu tutum değişikliği elbette ki akademik ve demokrat çevrelerde takdir topladı. Akademik çevrelerin koordineli eylemler yaptığı takdirde yayın kuruluşları üzerinde sahip olduğu güce belki de ilk kez dikkat çekiyor. Öte yandan yaşanan durum ticari akademik yayıncılık sektörünün sorunlu doğası ile ilgili soruları da gündeme getiriyor.[2] Örneğin CUP bir hayır kuruluşu olarak kayıtlı olmakla birlikte yüksek karlı bir işletme niteliği de taşıyor. Yüz milyonlarca sterlin yıllık gelir elde etmekle birlike Çin pazarında geniş ticari çıkarları bulunuyor. Bu nedenle, Çinli tüketicilere erişimini korumak için böyle bir talebe boyun eğme meyili göstermesi şaşırtıcı değil. Bu yazıda benim yapmak istediğim ise başka bir şey. Bu üç yüz makalenin başlık ve özetçelerine baktığımda sansürlenen çalışmaların büyük bir bölümünün birkaç konuda odaklandığını gördüm ve bu listeyi paylaşmak, aralarında ülkemizde nispeten az bilinen ve tartışılan konuları da kısaca özetlemek istedim: – Çin tarihinin önemli dönüm noktalarından olan Tiananmen Meydanı/Katliamına dair araştırmalar

Tiananmen Protestolarinin sembolu haline gelmis olan “Tanklari durduran adam”

1989 Tiananmen Meydanı protestoları, 1980’lerde seçkinlerin yararına yapılan ekonomik reformlar ve siyasi katılıma getirilen kısıtlamalar hakkındaki endişeleri yansıtıyordu. Öğrenciler demokratik haklar, daha fazla şeffaflık, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü istiyordu. Bir milyon civarında kişinin bir araya geldiği protestolar 400 şehre yayıldı. Komünist Parti yetkilileri 20 Mayıs’da sıkıyönetim ilan etti ve 300 bine yakın askeri birliği Pekin’e gönderdi ve gösterileri zorla bastırdı. Ordunun Tiananmen Meydanına ilerlemesini engellemeye çalışan göstericilerin yüzlercesi öldürüldü. Demokratik ülkelerin uyguladığı ekonomik yaptırımlar ve silah ambargosuna rağmen Çin hükümeti protestoları karşı devrimci bir isyan olarak göstermek istedi ve yalnızca protestocuları değil destekçilerini de yaygın bir biçimde tutukladı, yabancı gazetecileri sinir dışı etti ve olayın yerel basındaki yansımalarını da çok sıkı kontrol etti. – Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile ilgili çalışmalar – Evrensel insan hakları, ve bu hakların Çinli savunucularının hayatları ve baslarına gelenlerle ilgili çalımalar ve Çin devletince uygunsuz bulunan birçok başka sanatçı, şair, yazar, sanat akımı ve bunların yurt içinde ve dışındaki etkileri üzerine yapılmış yayınlar, kültürel ve siyasi aktivizm.

Geçtiğimiz Temmuz ayında ünlü insan hakları aktivisti Liu Şiaobo[3] tutukluyken hayatını kaybetmişti. Şiaobo, 2009’da, halkı devleti yıkmaya kışkırtmak suçlamasıyla 11 yıl hapis cezasına çarptırılmış, 2010’da hapishanedeyken Nobel Barış ödülüne layık görülmüştü. (Copy: REUTERS/ Audun Braastad)

– Komünist partinin eğitim politikası – Falun Gong konulu yayınlar[4] Falun Gong[5] Çin’den tüm dünyaya yayılmış olan doğruluk, merhamet ve hoşgörü ilkelerinin rehberliğinde zihinsel ve bedensel gelişimi sağladığına inanılan bir sağladığına egzersizler, inanışlar ve yaşam tarzı bütünüdür. 1980lerde Çin’de ortaya çıktığında devlet tarafından açıkça desteklenirken, 1990ların sonuna doğru Komünist parti tarafından kâfır bir inanış ve vatan haini ilan edilmiştir. Toplumsal dengeye zarar verdiği gerekçesiyle 1999’da Falun Gong’a inanan ya da egzersizlerini uygulayan yüz binlerce kişi çalışma kamplarına gönderilmiş, mahkemeye çıkartılmadan hapse atılmış, işkence görmüştü. (Bunlardan iki bine yakınının olmuş olduğu raporlanmış, on binlercesinin ise organ mafyasınca katledildiği ve hatta canlı canlı organlarının çıkartıldığı ortaya konmuştur.[6] Falun Gong kurucusu Li Hongzhi ise kitap satışlarından kazandığı ve toplanan bağışlardan edindiği fahiş miktarları aktarmış olduğu fonu her gün artırıyor. Üstün özellikleri olduğu ve hatta uzaylı olduğuna dair imalarda bulunan ‘Üstad Li’ 1996’dan beri ABD’de yaşıyor. – Çin’in kuruluşundan beri varlığıyla barışamadığı Tayvan konulu yayınlar 2.Dünya Savaşını takiben Çin’de Milliyetçi Parti Kuomintang ile Çin Komünist Partisi arasında çıkan iç savaş, 1949’da Komünist Parti’nin zaferiyle sona ermişti. Tayvan adasına sığınan Kuomintang, Çan Kay Şek liderliğinde Çin Cumhuriyetini kurduklarını ilan etti. Bu sırada Pekindeki komünist rejim Soğuk Savaş nedeniyle Batıyla tüm ilişkileri kopardığından Tayvandaki Çin Cumhuriyeti 1970’lerin başına kadar Birleşmiş Milletler’de bütün Çin’i temsil etmiştir. Bu durum 1971’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin tüm Çin’i temsilen Birleşmiş Milletler’e kabul edilmesine kadar sürmüştür. İç savaşın herhangi bir barış antlaşması imzalanmadan sona ermesi ve iki tarafın da teknik olarak halen savaş halinde olması nedeniyle o tarihten beri Çin ve Tayvan arasındaki ilişkiler sınırlı ve gergin bir şekilde sürmektedir. Çin halen Tayvan’ı kendi sınırlarına dahil kabul eder ve ayrı bir ülke olarak tanımaz. Üstelik uluslararası alanda bu konuyu ciddi bir sorunsal olarak ortaya koyar ve Tayvan’la özellikle ABD arasındaki yakınlaşmalara sıcak bakmaz.

(Copy: AFP)

Buna istisna olarak, geçen sene ABD Başkanı Trump Tayvan Başkanı Tsai Ing-wen ile yaptığı telefon görüşmesine değinmekte de fayda var: Nixon’un 1972de Çin’e yaptığı tarihi ziyaret ile başlayan normalleşme süreci ancak 1979’da ABD’nin Tayvan Büyükelçiliğini kapatması ve Çin Halk Cumhuriyetini ‘tek Çin’ olarak tanımasıyla düzelmişti. Trump’un Tasai’nin telefonuna cevap vermesi bile bu duruşu tehlikeye sokacak bir ciddiyet taşıyor. Ancak bu sefer ABD diplomasisinde panik yaşanırken Çin’in gayet soğukkanlı bir şekilde ABD ile ilişkilerini böyle ufak hatalardan dolayı bozmak istemediğine dair bir açıklama yapmasıyla konu kapanmıştı. Bana kalırsa bu ağırbaşlı tutum Çin’in uluslararası pozisyonunun görece güçlenmesine bağlanabilir. Her sembolik detaya histerik bir yanıt vermektense yavaş ve dikkatli bir diplomasi izlemek Başkan Şi Cinping’in Batıyla ilişkilerindeki genel yaklaşımına da uygun bir hareket. Ancak bu demek değildir ki ABD-Tayvan arasında sembolik düzeyin ötesine geçen bir yakınlaşmaya göz yumacak. Daha da önemlisi, makaleleri sansürleme çabasının işaret ettiği şu ki, bu soğukkanlı yaklaşım yalnızca disarıya yönelik oluşturulan bir imaj ve ülke içerisinde tek parti, tek devlet, tek bir tarih okuması konusundaki baskı rejimi sürmekte.

Tayvan Başkanı Tasai 2009 yılında Dalay Lama ile görüşmüştü

– Tibet ve Budizm Çin Halk Cumhuriyeti saldırısına maruz kalmadan bağımsız bir devlet olan Tibet’e yönelik siyaseti Çin’i uluslararası alanda ciddi prestij kaybına uğratan bir konu. Ancak 1972’den beri Çin hükümeti zamanında (1720–1912) Qing hanedanının idari yönetimine girmiş olduğundan ülkenin hala Çin’in himayesinde olduğunu savunuyor. Halbuki 1912-1950 yılları arasında Tibet Çin’in himayesinden bağımsızlaşmıştı. 1950 yılında Çin Ordusu Tibet’e girdi ve yerel güçleri kolayca mağlup ettikten sonra Tibetli siyasetçileri baskıyla Çin’in Tibet üzerindeki egemenliğini tanımaya ve 17 maddelik bir anlaşmayı imzalamaya zorladı. Bu anlaşma Dalay Lama[7] önderliğinde özerk bir yönetim sağlamak üzerine kuruluydu Ancak 1955 yılında Komünist bir yönetim sistemi yaratmak üzere bir ‘Tibet Özerk Bölgesi Hazırlık Komitesi’ (PCART) kuruldu ve Dalay Lama hükümeti ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Aldığı ölüm tehditleri üzerine 1959’da Hindistan’a kaçan Dalay Lama 17 maddelik anlaşmadan feragat etti. Tibet Özerk Bölgesi 1965 yılında kurularak Tibet’in Çin eyaletlerine eşdeğer konumda bir idari bölüm haline gelmesi sağlandı. – Moğolistan politikası Moğolistan-Çin ilişkileri, Çin’in “topraklarını kaybettiği” iddialarından ve Moğolistan’ın aşırı nüfus nedeniyle Çin’in genişlemesinden duyduğu korkudan dolayı sürekli bir gerginlik içinde. Soğuk Savaş sırasında SSCB ve Çin arasında kalan Moğolistan, Çin-Sovyet ilişkilerindeki değişikliklerden muzdarip oldu. 1986 yılında Çin tüm Sovyet birliklerinin Moğolistan’dan çekilmesini talep etti. Çin’e göre Moğolistan bir zamanlar Çin’in egemenliğinde idi; bu nedenle de Sovyet birliklerinin şimdi o bölgede yoğunlaşması kabul edilemezdi. Soğuk Savaş sonrasında ise Çin, Moğolistan ile ilişkilerini normalleştirmek için ticaret ve yatırımlarını ülkeye yönlendirdi. Ancak Çin’in iyi niyetine karşı duyulan derin güvensizliğin Moğolistan’da sürüyor olduğu da kesin. Gerginlikleri artıran bir başka faktör de Moğolistanlıların büyük bir kesiminin Dalay Lama odaklı bir Tibet Budizmine inanıyor olması. 2011 yılında Çin Dış İşleri Bakanlığı sürgünde bulunan bir Tibet liderine ev sahipliği yaptığı için Moğolistan’ı kınamıştı. Hatta akabinde Çinli yetkililer ülkede reenkarnasyonun (ölümden sonra yeniden doğuşun) devletten izne tabii (bir diğer deyişle yasak) olduğuna dair bir açıklama yapmıştı. – Uygur halkı ve diğer azınlıklarla ilgili politikalar – Yunnan’da olup bitenler Etnik ve dini farklılıklara sahip birçok grubu barındıran Yunnan, senelerdir Çin’in kalkınma politikalarının kurbanı. Ülkenin biyoçeşitliliğinin yarısından fazlası burada olsa dahi son yıllarda ağır kuraklık çekilen bölgede hava kirliliği de halk sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Bu faktörlerin sonucunda ortaya çıkan gerilimler Çin’in gündeme getirilmesini istediği bir konu değil. – Komünist partideki ve özellikle de devlet kadrolarında süregeldiği belgelenen yolsuzluklarla ilgili analizler – Mao ile ilgili yapılmış Komünist parti politikasına ters düşen görüşler ve çıkarımlar içeren yayınlar. Bunların arasında özellikle Kızıl Muhafızlara dair oldukça fazla yayınlar var.

Konfüçyüs Mezarlığı

Kültür Devrimi sırasında Mao Zedong’un harekete geçirdiği fanatik bir grup olan Kızıl Muhafızlar hem bir öğrenci hareketi, hem de askerî bir kitlesel hareket olarak devrimin önemli bir militan kolunu oluşurmuşlardır. Özellikle 1966-67 yolları boyunca Maoizm’e uygun bulmadıkları inanışlara ait kutsal yerleri ve tarihi mezarlıkları yağmalamışlardı. Bunu örneğin sonradan UNESCO Dünya Mirası Alanı ilan edilecek olan Qufu’daki Konfuçyüs Tapınağında mezardan çıkardıkları bir cesedi çıplak bir şekilde ağaca asmak suretiyle gerçekleştirmişlerdi. Bir Kızıl Muhafız liderine göre hareketin amaçları şunlardı: “Başkan Mao, geleceğimizi silahlı devrimci bir gençlik örgütü olarak tanımladı… Yani Başkan Mao Kızıl Başkomutanı ise, biz de onun Kızıl askerleri isek, bizi kim durdurabilir? İlk önce Çin’i içten dışa kızıl yapacağız, sonra diğer ülkelerdeki işçileri dünyayı kızıl yapmakta yardım edeceğiz…

 

Ayşem Mert

You may also like

Comments

Comments are closed.