Canlılardan ve cansızlardan başlayarak demokrasiyi tartışmak – Korhan Gümüş

Köpeklere, sokak hayvanlarına zehirli mama yedirerek, can çekiştirerek öldürmek belediyelerin geçmişte en çok uyguladıkları yöntemlerden biri. Hepsini saymayalım, 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen BM İnsan Yerleşimleri Zirvesi öncesinde, dünyanın gözünün önünde, “gelecek yabancı konuklar rahatsız olmasın” diye düşünerek köpekleri zehirletmişti. Kendisine düşen görevin bu olduğunu düşünerek! Canlıların, cansızların, toprağın, denizin, suyun kullanım biçimleri, ürettiğimiz çöplerin, lağımların yaşam alanlarından dışarıya atılma yöntemleri köktenci şehircilik uygulamalarının sıradan örnekleri… Köktenciliğin bilinen en trajik örneği, 1909 yılında İstanbul’daki sokak köpeklerinin şehir yönetimi tarafından toplanıp Hayırsızada’ya atılmaları. İstanbullular, gelen geçenler bir süre bu küçük adada açlıktan ve susuzluktan inleyerek can çekişen, birbirini parçalayan hayvancıkları seyretmiş. Ancak bu vahşet hayvanlarla sınırlı kalmamış. Çok geçmeden tehcir ve eziyet, katliam sırası sorun olarak görülen ve ötekileştirilen insanlara gelmiş. Birçok vahşet uygulaması arasında, tıpkı Hayırsızada’da köpeklere yapıldığı gibi insanları aylarca aç ve susuz bırakarak çıldırtarak öldürmek, ya da uçurumlardan toplu olarak atmak da var. Bu aşağılık suçları işleyen çoğu yöneticiler ise ödüllendirilmiş. Vicdansızlığın bir başka göstergesi de bazı kişilerin bu vahşet hatırlandığında biraz yüzlerinin kızarıp, yutkunmak yerine hâlâ sahiplenip, övünüyor olmaları.

Hayvanların yerleşim alanlarından uzaklaştırılıp tecrit edilmeleri köktenci şehircilik uygulamalarından biri.

Geçen günlerde İBB’nin Sarıyer’de, Kısırkaya Plajı’nın üzerinde inşa ettirdiği dev hayvan toplama kampı protesto edildi. Hayvanseverler 72 hektarlık bir alana yayılan ve onbinlerce hayvanı aynı anda barındıracağı anlaşılan bu kampın bir hayvan hapishanesine dönüşeceğini, hayvanların eziyet göreceğini, sorunlar yaşayacağını, yer seçiminin hatalı olduğu söylüyorlar. İBB ise, bu devasa merkezin Avrupa Yakası’ndaki tüm ilçelere hizmet vermek için projelendirildiğini söylüyor. Burada hayvanların kısırlaştırılma işlemlerinin, tedavilerinin ve bakımlarının yapılacağını iddia ediyor. Hayvanseverler İBB’nin yaptığı açıklamalarla uygulamadaki tutarsızlıklara işaret ederek, kuşku duymak için yeteri kadar neden olduğunu söylüyorlar.

Her ne kadar İBB tersini söylese de, onbinlerce hayvanın yüksek tellerle çevrili, sıra sıra dizilmiş hücrelere (İBB’nin dediği gibi “yeni yaşam alanları”na) kapatılmaları köktenci bir çözüm arayışının göstergesi. Yalnızca ulaşım ve tecrit engeli bile bu uygulamanın nasıl bir sorun yaratacağını ortaya koyuyor. Eğer felaket durumda olan belediye barınaklarında iyi bir iş yapılıyorsa, bu inşaat ihaleleri ile değil, gönüllüler olduğu için yapılıyor. Bugün çok tepki çektiği ve yasaya da aykırı olduğu için zehirleme yöntemine fazla rastlanmıyor. Hayvanların yerleşim alanlarından uzaklaştırılıp, tecrit edilmesi, geri dönemeyecekleri şehir dışındaki yerlere götürülüp bırakılmaları en bildik yerel yönetim uygulamalarından biri. Yetkililere “neden bunu yapıyorsunuz” diye sorulduğunda “halk şikâyet ediyor” cevabı alınıyor.

Yöneticiler canlılar ve cansızlar için neyin doğru, neyin yanlış olduğuna kendilerinin karar verebileceklerini zannediyorlar.

Büyükşehir Belediyesi her şeyin en büyüğünü, en gösterişlisini yapmaya çok hevesli. Bu büyüklükte bir inşaat yapmak yerine, İstanbul’un çeşitli yerlerinde istasyonlar yapılabilir, hayvanların bakımı katılımcı bir yöntemle gerçekleşebilirdi. Bu merkeziyetçi yaklaşıma göre daha erişilebilir olan yerel bakım ve tedavi alanları geliştirilebilirdi. İnşaata girişmeden, karar almadan önce ilgili kuruluşlarla bilgi paylaşabilirdi.

İstanbul’da hayvan hakları ile ilgili çalışan, barınaklardaki hayvanların yardımına koşan çok sayıda STK, gönüllü girişim ve her ilçede neredeyse bir veya birkaç hayvan barınağı var. Bu alanlarda gerçekleşen deneyimleri desteklemek yerine yok mu edecek? İstanbul’un 39 ilçesi ile bu merkez arasında sürekli İETT otobüsleri mi çalıştıracak? Hayvanlarla birlikte gönüllüleri de mi transfer edecek? Hayvan hakları inisiyatifleri, deneyimli STK’lar, gönüllüler yönetime, karar sürecine katılmadan böyle bir proje gerçekleştirilebilir mi? Elbette ki mümkün değil.

Kaynakları hesap vermeden yönetmeyi marifet zanneden yöneticilerin ise demokrasiden, bilgi paylaşmaktan ve katılımdan haz etmedikleri açık. Yaptıklarından şüphe duymadıkları için canlılar ve cansızlar adına neyin doğru, neyin yanlış olduğuna kendilerinin karar verebileceklerini zannediyorlar.

Soru şu: Kedilerden, köpeklerden, canlılardan, cansızlardan başlayarak demokrasiyi tartışmaya ne dersiniz?

 

Korhan Gümüş – Taraf

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR