Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[Cadı Kazanı] Toprağın soykırımı

0

Dünya nüfusu hızla artarken doğal olarak gıda gereksinimi de artıyor. Ne  yediğimiz kadar gıdanın nereden geldiği de önemli. Toprağın kalitesi, yediğimizin de kalitesini belirler. 

Tarım ve ormancılık faaliyetleri , ekosistem ve arazi üzerindeki baskıyı arttıran en önemli etmenlerden biri. Fosil yakıtlar iklim değişikliğinin tek nedeni değil.

Tarım ve ormancılık faaliyetleri dünya çapında sera gazı emisyonlarının % 24’ünü oluşturuyor. Çünkü karbon salımının %40’ı  yanlış yapılan tarımsal faaliyet kaynaklı.

Her şey aslında karbon: Biz karbondan oluşuyoruz, toprak mikropları karbonla çalışıyor. Biz nefesle veriyoruz, bitkiler alıyor. Fosil yakıtlar da karbondioksit üretiyor. Karbon sandığımız kadar kötü değil. Toprakta her şey karbonla çalışır, bir anlamda itici güç, sistemin çalışmasını sağlıyor.

Hepimizin okul bilgisi olarak aldığımız bitkilerin büyümesini sağlayan fotosentezin temelinde de karbon var. Ancak bitkinin havadan aldığı karbon, yaşadığı toprağın verimliliği için en önemli kaynak. Bitkiler aldığı karbonun %40’ını köklerine gönderir, bu da topraktaki mikro organizmaları besler. Bu organizmalar da bitkiye mineral içeren besinler getirir. Bitkilerin kökünde karbon yakıtından oluşan bir tür tutucu, tutkal gibi oluşum olur. Ve toprakta bir habitat oluşur. Bu inanılmaz, adeta matematiksel hesaplanmış süreç sonunda toprakta hava ve suyun hareketini kontrol eden adeta küçük cepler oluşur. İşte bu, karbonun toprakta tutulma yollarından biridir. Yani toprak atmosferdeki karbondioksiti emerek depolama gibi eşsiz bir özelliğe sahip.

Yakın zamanda ülkemizde de yaşanan ama yıllardır çölleşen topraklarda sık sık yaşanan toz bulutlarının kaynağında yatan da bu. CO2’i doğru yönlendirmezseniz toprak çölleşir, bu kadar basit aslında.

Toprakla savaş

Toprak canlı bir organizma, birçok mikro organizmaya ev sahipliği yapar. Bir avuç toprakta tüm insanlardan daha çok organizma bulunur. Geleneksel ve endüstriyel tarımın en yaygın metodu olan toprağı sürmek ve zehirler, yani zirai ilaçları kullanmak bu mikroorganizmaları yok eder, toprağı  yavaş yavaş öldürür. Onlar olmayınca da toprak havadaki karbonu çekemez. Su ve karbonun kaderi topraktaki organik maddeye bağlıdır. Toprağa zarar verdiğimizde dışarı karbon salınır ve karbon atmosfere geri döner.

Toprak ne kadar sürülürse o kadar zayıflar, zayıfladıkça da çiftçiler daha çok kimyasal kullanarak bunu önleyeceklerini sanırlar, ama tam tersi olur. Bu endüstriyel tarımın kısır bir döngüsüdür.

Bu döngü  2.Dünya Savaşı’yla başladı. Soykırımda gaz odalarında kullanılan zehiri yaratan  ve ne yazık ki bilim insanı olarak adı geçen Alman Fritz Haber, gıda üretimini artıracak sentetik azotlu gübreyle buldu. Diğer “bilimsel” buluşu ise, tarım ilacı olarak bize öğretilen zehirlerdi. Bu zehirler önce savaşta kimyasal silah olarak kullanıldı, savaş sonrası Amerika bunları önce çiftçilerine ve tabii bütün dünyaya “tarım ilacı” olarak sundu. Toprağın soykırımı da böyle başladı. Savaşta “düşmana”, barışta topraktaki “düşmana” yöneldi bu zehirler. Bu savaş metodu dünyanın en güçlü endüstriyel tarımını böyle yarattı. Doğal süreçleri anlamak, toprağı sevmek, saygı duymak yerine, toprağa karşı “zehir faşizmi” ilan edildi. 

Yağmur duayla değil, toprağa saygıyla yağar

Nasıl ki ilaçlar insan hastalığına geçici iyilik sağlarsa toprak için de aynı şey söz konusu. Toprağa verdiğimiz kimyasallar, organik olmayan gübreler, zehirli tarım ilaçları bir süre iyi ürün almamızı sağlasa da toprak hastalanınca daha çok ilaç vererek iyileşeceğini sanırız, ama gerçeklik o hastalığın nedenini bilmediğimiz için ölümünü hızlandırmış olduğumuzdur. Tarım zehiri kullanımının en yoğunlaştığı 1970’lerden bu yana, dünya yüzey toprağının üçte birini kaybettik.

Yağışların %4o’ının küçük su döngüsünden, yani karadan geldiğini genelde bilmeyiz. Toprağın üzerinde canlı bir bitki yoksa daha fazla buharlaşma olur. Oysa bitkinin, ağacın yapraklarına yürüyüp buharlaşan su, yani terleme nemi arttırır ve nem artınca da yağmur yağar. Ezcümle, yağmur duayla değil, toprağa saygıyla yağar.

Bu döngüyü bozduğumuz için ,çıplak toprak daha çok ısı yayar. Microklima bozulur. Bunun sonucu olan çölleşme insan türü için en acil tehdittir. Dünyanın üçte ikisi çölleşiyor, buna Türkiye de dahil. Bu gerçeği görmek için NASA’nın güncel haritalarına bakmak yeterli.

Çölleşme her yıl  40 milyon insanın toprağını terk etmesine, göçlere yol açıyor. 2050 yılına kadar yaklaşık bir milyar insan başka ülkelere sığınmak durumunda kalacak.

Beslenme şeklimiz , bağımlı olduğumuz ekolojiye zarar veriyor. Verilere baktığımızda, bu gezegen üzerinde yaşamaya, tahminlerden çok daha az bir süre devam edeceğiz. BM verilerine göre, dünyanın kalan yüzey toprağı 60 yıl içinde yok olacak.

Ez cümle: Toprağı iyileştirmenin bir yolunu bulmazsak -ki var- geriye 60 hasadımız kaldı.

Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok ‘karanlık zamanlar’da ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.”  Hannah Arendt 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.