Bizim Martin Luther King’imiz – Taner Akçam

Martin Luther King, Amerikan vatandaşlık hakları mücadelesinin efsanevi lideridir.

4 Nisan 1968’de öldürüldü; 15 Ocak doğumludur. 1990’dan beri, Amerika’da her ocak ayının üçüncü pazartesi Martin Luther King Günü olarak kutlanır. Irkçılığa, ayırımcılığa karşı, eşitlik ve vatandaşlık haklarının öneminin altı çizilir. Asırlardır zencilere karşı uygulanan ırkçı ve ayırımcı politikaların sonunu, Amerikan ulusunun birliği ve beraberliğini sembolize eden bir gündür.

Hrant Dink bizim Martin Luther King’imizdir. 15 Eylül doğumludur. Bizde de eylülün iki veya üçüncü pazartesisi Hrant Dink Günü olarak anılmalıdır; ayrımcılığa, nefret söylemine karşı, vatandaşlık hakları temelinde ulusal birlik ve beraberlik günü olarak… Okullar o gün açılmalı ve eğitimin ilk günü bu konuda yapılacak etkinliklere ayrılmalıdır.

Çok ütopik bir şey değil önerdiğim.

Otoriter bir rejimden daha demokratik bir topluma geçmenin sancılarını yaşıyoruz. Onlarca yıldır süren Kürt-Türk savaşının sonuna geliyoruz. Geçmişte Türkiye’yi birarada tutan semboller sadece bir kesimin sembolü idi. Şimdi küllerinden çok ağır ve sancılı doğmakta olan yeni Türkiye’nin sembolleri yok. Tekrarlandığında insanları durduracak, düşünmeye sevk edecek; öteki ile birleştiği noktaları hatırlatacak bir değeri yok. Hrant bu yeni ulusun birliğinin sembolüdür; vatandaşlık ekseninde tanımlanmakta olan yeni ulusumuzun çimentosudur.

Niçin mi?

Şöyle bir arkanıza yaslanın ve düşünün.

Bu topraklarda bu devlet, “ben devletim istediğimi öldürürüm” diyerek çok insanın canına kıydı. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy sadece yazarken aklıma ilk gelenler. Binlerce faili meçhulü saymıyorum bile. Sadece cinayet değildi sorun; asıl ölüm sonra geldi; belki cinayet sonrası birkaç yıl, birkaç anma toplantısı ama sonra unuttuk bu isimleri. Ölüm yıldönümlerini sadece yakınları hatırlıyor artık.

Ama Hrant’ı daha unutturamadılar. Ölümünden sonra, her cenaze törenine bir öncekinden daha çok insan katıldı; her mahkemeye bir öncekinden daha çok insan sahip çıktı! Bu Cumhuriyet tarihinde bir ilk.

Dönün arkanıza bakın? Bir Ermeni’nin ölümü sonrası yaşananlar daha önce yaşanmamıştı bu topraklarda.

Nedir buradaki sır, buradaki tılsım, hiç düşündünüz mü?

Bu kadar bölünmüş, birbirinden nefret eden ve boğmak için fırsat kollayanlar bile onun adını duyunca susmuyorlar mı? Onda, birbirine siyasi olarak en uzak insanları bile birleştiren bir şeyler yok mu?

Peki, nedir bu?

Altı çatlak ayakkabı mı; gazeteci olması mı? Pek değil galiba.

Onun adı yüreğimizin derinlerinde bir yerleri sızlatıyor değil mi?

Sanki onun öldürülmesi, insanlığımızın dibe vurduğu yer.

Cumhuriyet tarihinin en organize cinayeti; katılmayan devlet kurumu kalmamış.

Bir tarafta, sadece Ermeni olduğunu ve de bu toprakların çocuğu olduğunu söylemenin dışında bir şey yapmayan Hrant; öbür tarafta, gizli servisi, genelkurmayı, emniyet teşkilatı ile bir devlet… Aradaki uçurumun korkunçluğunun farkında mısınız? Toplum ile devlet arasındaki makasın bu kadar açıldığı bir başka durum zor bulunur.

Onun peşinden ayaklarımızı sürüyen bu korkunç uçurumun verdiği acı, bir vicdan muhasebesi mi? “İnsafsızlığın bu kadarı da olmaz” demek ve onu yalnız bıraktığımız için özür dilemek mi?

Bu topraklarda Türklük, biraz Ermeniliğini imhasıdır. Bizim varlığımız, onların yokluğu ile oldu. Ve sanki Hrant kendi yokluğu ile bizi yeniden varlık hâline sokuyor. Yokluğunda kendimizi yeniden tanımlıyoruz. Yokluğunda birleşiyoruz.

Katıksız cinayeti temsil eden bir devlete karşı, insanlığını keşfeden toplumu temsil ediyor Hrant.

Bu nedenle Hrant yeni Türkiye’nin çimentosudur, sembolüdür, diyorum.

Gerçek katillerinin bile bizden saklandığı bir yerde, bu söylediklerim çok hayalci gelebilir. Bir yıl 365 gündür. 364 günü sizin olsun. Bir gününü Hrant’a verin.

 

Taner Akçam – Taraf

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR