Yeşeriyorum

Bitli Turistten Gölfçü Turiste: Bir Anadolu Yozlaşması

0

Kaan Benli

Doğu Akdeniz’in en güzel kıyıları olan Antalya sahilleri, çok uzun bir zamandır kürenin gezginlerinin ilgi alanı içindeydi. Backpackers olarak tanınan ve bir sırt çantasına sığışarak dünyayı dolaşan turist çeşidi sadece Akdeniz kıyılarını değil, Anadolu’nun pek çok noktasını seyahat rotalarında bulundurmaktan vazgeçmediler. Türkiye’nin turizm altyapısı ve halen pazardaki rekabet avantajını oluşturan otantik dokusu, bu insanlarla birlikte oluştu. O sıralarda Batı’da, Türkiye’ye karşı orantısız şekilde boy atmaya başlayan kuşkuların yer yer budanmasını da yine aynı sırt çantalılara borçluyuz. Hayatlarından birkaç seneyi dünyayı gezerek tanımaya ayıran bu insanlar, Anadolu’ da bulundukları süre içinde toplu taşıma araçları ile seyahat ettiler, bakkaldan, manavdan alışveriş yaptılar, yerli halk gibi halka açık kıyılardan denize girip, pansiyonlarda veya kampinglerde kaldılar; çevreleri ile iletişim kurmayı, buradaki yaşamla uyum içinde olmayı amaçladılar. Doğal olarak buradan ayrılırken yanlarında ülke hakkında önyargısız bir bilgi, onlarca yerel kelime ve dostluklar götürdüler. Bizler 80’li yılların tamah hezeyanı dahilinde, kanıksamaya başladığımız bu yabancıları bir çırpıda “bitli turist” olarak nitelendirdik. Tüketim ekonomisine çarpılıp şirazeden çıktığımız bu dönemde, gezginlerden gelen mütevazi dövize burun kıvırdık. “Turizm bir endüstridir, bize para bırakacak cebi dolarla dolu turistler lazım” yanılgısına düşüp gerek yerli, gerek bitli turistlerin hepsinden bir çırpıda vazgeçtik. Büyük turizm hamleleri yaptığımızı düşünerek halka ait sahillerimizi çitle çevirip betonlaştırdık. Bol yıldızlı otellere paket halinde gelip, paket halinde giden batının mutsuz orta sınıfını kendimize hedef seçtik.

Amacımıza ulaşmak pek zor olmadı: Batının endüstriyalizm mağduru bu kitlesinin zenginleşen batı Akdeniz kıyılarında aynı standartlarda tatil yapmaya devam etmesi artık bütçelerini zorlamaya başlamıştı. Bunun yanında, yıllardır gittikleri batı Akdeniz sahillerinde çok da fazla merak ettikleri bir şey kalmamıştı artık. Zira bu kesim için tatil kavramı, bir yıl biriktirdikleri para ile iki ayrı ülkede birer hafta geçirmekten ibaretti. Bol güneşli sahillerde mayolu fotoğraflar çektirmek, yerel tatlar bulduklarını sandıkları açık büfelerin önünde gerçek ötesi yerel kıyafetler giyen turizm çalışanları ile hemhal olmak çoğunluğu için yeterliydi. Çabuk tükettikleri için sürekli yeni destinasyonlara ihtiyaç duyuyor, mekanın aslından çok onun televizyondaki seyahat programlarında işlenilen imajıyla ilgileniyorlardı. Pazarlama gurusu siyasetçilerimizin, nakit zengini müteahhitlerimizin ve dahi uluslararası turizm şirketlerinin bu fırsatı kaçırması beklenemezdi. Nitekim kısa sürede sahillerimiz bol yataklı, bol yıldızlı inşaat estetiği harikası otellerle doldu. Onların sayesinde her yıl sayıları artan, başını otelin kapısından dışarı çıkaramayan ‘eurovizyon seçmeni’ yeni bir turist kitlemiz oldu. Doğal güzellikleri o kadar çok olan bir ülkeyiz ki, o dönemde betonlaştırılan sahillerimizin arkasında hayıflanmadan hala elimizde kalan köşelerin güzelliği ile avunmayı başarabiliyoruz. Ancak ne yazık ki genç nesiller Akdeniz kıyılarını asla bizler gibi bilemeyecekler. O kıyılar endüstriyalizm maduru Avrupalı amcalara, teyzelere peşkeş çekildi. Bu eksikliğin Anadolu çocuklarının hayatında ne miktarda bir dövize karşılık geldiğini ise hesaplamak mümkün değil.

Orta sınıf paket turistlerin arzu ettiğimiz döviz tomarlarını bırakmadığını fark eder etmez aynı hazır kıta yeni fikirlerle ortaya çıktı. Sonuçta arzu ettiğimiz turist tipolojisine karar verdik: Bitli turist istemiyorduk, paket turist beklediğimiz parayı bırakmıyor, sahillerimizi şenlendirmiyordu, bize daha ihtiraslı bir turist segmanı lazımdı. Karar verdik golf sopalı turist istiyorduk: Dünyanın en nadide, en güzel ormanlık sahillerinin üstünde, bir sopayla top dürtmeyi hayal edecek saplantıdaki varsıl batılılara gözümüzü diktik. Gönlümüzde yatan turist profili için gözümüzü kırpmadan Akdeniz sahillerinden 500,000’e yakın ağaç kestik. Koskoca Belek ormanını yok ettik. Pek çok gazetenin sayfalarında yer alan bir milletin aymazlık belgesi sayılabilecek o müthiş fotoğrafa ulaşmak için ülkemizin tabiatıyla canhıraş bir mücadele verdik. Ne mutlu ki artık golf sahalarımız var. Cebi dolar dolu sportmen kuzeyliler, her tarafı golf oynamaya müsait olan ülkelerinin kır manzarasından sıkıldıkları vakit, gelip yüzlerce yıldır orman olan bu ılıman coğrafyada yeni tatlar peşinde koşabilecekler.

Yerkürenin içinde bulunduğu, şartlar dahilinde bu tip yatırımlara yönelmenin mantığını tartışmanın hiçbir anlamı kalmadı artık. İlkokul çocukları dahi, susuzluğun, kuraklığın, felaketlerin kapıda beklediği şu dönemde, koskoca bir ormanı yok edip, açıklık arazi yapmanın fırsat maliyetine akıl erdirebiliyorlar. Bu projelerin ülkenin insanlarının çoğunluğuna bir fayda sağlamadığı, tam tersi, gerçek manada hem onları, hem de dünyanın kalanını yoksullaştırdığını saptamak ise hiç zor değil. Hepsinden öte bütün bu yönelimin kavramsal manasızlığı da ayan beyan görünüyor: Dünyanın en eski medeniyetlerinin yaşandığı, tabiat harikalarına sahip Anadolu’nun turizm potansiyelini neden yönetemiyoruz? Bu soruyu başka türlü sormak da mümkün: Bizi golfçü turisti bitli turiste tercih ettiren yozlaşmanın neden ayırtına varamadık?

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.