Dış Köşe

Bir türün diğer türler üzerindeki egemenlik aygıtı olarak devlet – Abdullah Onay

0

Bu yazı hayvanlarinaynasinda.wordpress.com sitesinden alındı

Siyasal düşünce tarihinde devlet genellikle toplum ile olan ilişkisi üzerinden tarif edilegeldi, toplumun genel çıkarlarının cisimleşmiş hali olarak görüldü. Marksist teoride ise devlet, sınıf egemenliğinin ve sömürüsünün sürdürülmesi işlevi üzerinden tanımlandı.

19. yüzyıl ve 20. yüzyılın sert sınıf mücadeleleri içinde şekillenen bu devlet tanımı, devleti, egemen sınıfın basit bir hizmetkarı olarak görüp, zor kullanma yönüne odaklandı daha çok. Daha sonraları devletin “göreli özerkliği” gibi kavramlarla devlet-toplum arasındaki karmaşık ilişkileri anlamaya dair teorik katkılar yapıldı. Bunda belki alt sınıfların mücadele sonucu elde ettikleri kazanımlar, büyüyen orta sınıflar vb. sosyo-ekonomik gelişmeler, devletin de ona dair tanımların da değişimine yol açmış olabilir, “sınıfsal” yapısının daha az görünür hale geldiğini söylemek de mümkün.

Peki türcülük açısından bakarsak, nasıl bir devlet tanımı yapabiliriz? Pek de itiraza yol açmayacak net bir ifade kullanabiliriz belki de, “Devlet, bir türün diğer türler üzerindeki egemenlik aygıtıdır.” Nitekim tüm devletlerin mevcut yasaları ve uygulamalarında bu türcülüğü örtük haliyle değil, apaçık görürüz.

Devlet ve sınıf üzerine bir vakitler görülen yoğun tartışmaları, farklı tanımlamaları, türcülük üzerinden görmemiz de şimdilik pek mümkün olmaz sanırım. Çünkü mevcut ideolojiler içinde, bunun aksini düşünmek tuhaf karşılanır. Hemen, ‘Devlet elbette insan türünün/sınıf çıkarları için oluşturulmuş bir aygıttır’ denecektir. Devletin hayvanlarla mevcut ilişkisi üzerine en ufak bir şüpheye bile yer yoktur. Bu hali zaten olması gerektiği halidir.

Devlet-hayvanlar ilişkisine bir örnek olarak, Devletimize bakalım, temel metin Anayasa ile başlayalım. Şunu belirtmek lazım başlarken, türcülüğü sorgulayacağız ama anayasanın milliyet vurgusu yoğun bir metin olduğu da hatırlayalım. Haliyle hayvanların pek fazla yer alacağı beklentisine girmeyelim.

Madde 2, devletin “insan haklarına saygılı” olduğunu belirterek başlıyor, “Devletin temel amaç ve görevleri” arasında “insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” sayılıyor. Madde 17’de, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz” denirken, elbette “kimse”den insan türü kastediliyor. Hayvanlara yönelik işkenceler bu kapsamın dışında.

56. maddede, “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.” Yine burada insan sağlığı söz konusu, hayvanların sağlığı hiçbir şekilde devletin ilgi alanına girmiyor. İstisna olarak, hayvancılık sektöründeki hayvanların sağlığına dair olan ilgisini belirtebiliriz, ama burada da söz konusu olan, bir “mal” olarak hayvanlardır. Hayvanların hastalıkları ile “toplum sağlığı”nı tehdit ettiği ölçüde ilgilenir devlet, ki o da karantina vb. uygulamalarla, “itlaf”larla sonuçlanır. Mesela kuş gribi dönemi yapılanlara, veya rutin kuduz vakaları sırasındaki uygulamalara bakabiliriz.

68. maddede, “Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez” deniliyor ama, “herhangi bir tür diktatörlük” ile hayvanlar üzerindeki diktatörlük kastedilmiyor şüphesiz.

81. maddedeki yemin bahsinde milletvekili, “herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim” diye yemin ediyor, ama bu “herkes” hayvanları içine alacak bir tanım değil.

Madde 130’da eğitim bahsinde, devletin “ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere” eğitim kurumları oluşturacağı görevini belirtiyor. Eğitim kurumlarında hayvanlara hizmet olmadığı gibi, hayvanlar kobay olarak yer alabiliyorlar.

PEKİ YA HAYVANLAR?

Anayasada hayvanlar hiç mi yer almıyor, alıyor elbette, ama bir “mal” olarak:

“Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.” (Madde 45)

“Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.” (madde 169)

CEZA YASASINDA HAYVANLAR

Ceza Yasası maddelerinde türcülüğü daha da açık görürüz. Örneğin deneylere dair ceza maddeleri insan ve diğer türler arasındaki “egemenlik” durumunu ortaya koyar.

“(1) İnsan üzerinde bilimsel bir deney yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) İnsan üzerinde yapılan rızaya dayalı bilimsel deneyin ceza sorumluluğunu gerektirmemesi için; a) Deneyle ilgili olarak yetkili kurul veya makamlardan gerekli iznin alınmış olması, b) Deneyin öncelikle insan dışı deney ortamında veya yeterli sayıda hayvan üzerinde yapılmış olması, c) İnsan dışı deney ortamında veya hayvanlar üzerinde yapılan deneyler sonucunda ulaşılan bilimsel verilerin, varılmak istenen hedefe ulaşmak açısından bunların insan üzerinde de yapılmasını gerekli kılması, d) Deneyin, insan sağlığı üzerinde öngörülebilir zararlı ve kalıcı bir etki bırakmaması, e) Deney sırasında kişiye insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde acı verici yöntemlerin uygulanmaması…” (madde 90)
Bunlar hayvan deneyleri için geçerli değildir, “hayvan onuru” diye bir tanım yok çünkü!

Yine 91. madde, insandan hatta ölüsünden alınacak organlara dair ciddi cezalar öngörür: “(1) Hukuken geçerli rızaya dayalı olmaksızın, kişiden organ alan kimse, beş yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun konusunun doku olması halinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) Hukuka aykırı olarak, ölüden organ veya doku alan kimse, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Oysa hayvanların her yolla her türlü organı alınabilir, bir cezası yoktur.

151. maddede, bir kişinin malına zarar vermenin cezaları çerçevesinde, “bir mal olarak hayvana dair, “Haklı bir neden olmaksızın, sahipli hayvanı öldüren, işe yaramayacak hale getiren veya değerinin azalmasına neden olan kişi hakkında” diyerek ceza belirtilir. Bir kişi olarak hayvana verilen zarar değildir söz konusu olan “mal” sahibinin gördüğü zarar telafi edilir.

Madde 182, bir istisna, insan ve hayvanı birbirine yaklaştığını görürüz: “İnsan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya taksirle verilmesine neden olan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Madde 226 da hayli ilginç, “Şiddet kullanılarak, hayvanlarla, ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlara ilişkin yazı, ses veya görüntüleri içeren ürünleri üreten, ülkeye sokan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, başkalarının kullanımına sunan veya bulunduran kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” Görüntüye ceza var yasada, ama hayvana yönelik cinsel şiddetin cezası yok!

Görüldüğü gibi Devletin hukuk sisteminde hayvanlar “mal” olarak varlar sadece, ayrıca Devlet yaban hayattaki bütün canlıların da “mal” sahibidir. Hayvanların avcılık düzenlemeleri ile para karşılığı ya da parasız öldürülmelerine karar verir, zamanlar, düzenler. Devletin insan öldürmesine yönelik sınırlamalar, hayvanlar söz konusu olduğunda yoktur, toplum için ise bazı kısıtlamalar getirilmiştir.

Buradan şöyle bir sonuca varabiliriz, Devletin hayvanlarla olan ilişkisi, onların bir mal olarak ticari dolaşımını sağlamak, deneyler, et sektörü vb. alanlarda nasıl öldürüleceklerini düzenlemek ile sınırlıdır. İnsanlara dair Devletin üstlendiği, güvenlik, sağlık, sosyal güvenlik vb. hiçbir hizmet hayvanlar için akla dahi getirilmez.

Son dönemlerde hayvan hakları mücadelesi sonucu, özellikle petler ile ilgili düzenlemelere gidildiği malum. Ama bunlar Devletin türcü niteliğini değiştirmekten çok çok uzak. Devletin türcü niteliği hâlâ en kaba haliyle görebileceğimiz bir durumda.

Bütün devletler türcüdür ama bazı ülkelerde mücadeleler sonucunda, kimi hayvan türleri için yasal düzenlemelere gidilip birey hakları tanınmaya başlanmıştır. Bu ihmal edilmemesi gereken bir mücadele alanı, Devletin türcü özelliğinin öyle kolay ortadan kalkacağı yok, ama bu tür aşındırmalar, belki Devlet üzerine yeniden düşünmemizi de sağlayabilir.

Şu da mümkün belki bir zaman sonra, hayvan hakları mücadelesi ile gerçekleşen değişimler, devletin türcü niteliğini bu derece aleni değil, daha görünmez hale getirecektir. Yine de bunu bir gelişme olarak görebiliriz .

Tabii bu arada türcü devlet de “türü”nü korumak için yasaya bir madde ekleyiverir bakarsınız: “Bir türün başka türler üzerinde tahakkümünü sağlamak amacıyla örgüt kurmak ya da bu amaçla kurulan örgüte üye olmak…” diye; ağır cezalık oluruz.

Abdullah Onay – hayvanlarinaynasinda.wordpress.com

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.