Bu yazı t24.com.tr/ den alınmıştır
Eskiden çiftçiler tarlaya elleriyle tohum serperken “Bir kuşa, bir kurda, bir de bana,” derlermiş.
Eskiden dediğim, o kadar da eski değil.
Karpaz’da rençper olan dedemle ilgili az sayıdaki anılarımdan biri, yavaşça yürürken boynuna astığı eski bir çarşafın içine elini daldırıp aldığı tohumları soldan sağa bir el hareketiyle toprağa saçmasıydı. Bir kuşa, bir kurda, bir de ona olmak üzere, herhâlde.
O zamanlar ve o zamanlardan ta ilk tarımın başladığı 12,000 yıl öncesine kadar, insanlar toprağın ürünlerinin yalnız kendileri için olmadığını anlıyorlardı sanırım.
On Dokuzuncu Yüzyıl’da yoğun tarım dönemi başladı ve yoğunlaşa yoğunlaşa günümüze kadar geldi.
Artan gıda arzı, nüfusun çoğalmasını körükledi. Nüfus arttıkça onu beslemek için daha çok doğa parçası diğer canlılardan temizlenerek ekilir biçilir hâle getirildi. Tarım daha da entansif şekle büründü.
Yoğun tarım; motorlu araç, genetiği değiştirilmiş tohum, yapay gübre ve böcek ilacı kullanarak topraktan metreküp başına alınan verimi maksimize etmek demektir. Bu tarımda toprağı nadasa bırakmak gibi bir olgu yoktur.
Artık bir buğday tarlasına bakarsanız genellikle buğday dışında bir bitki göremezsiniz. Orada, buğdaydan başka bir nebatın yaşama şansı yoktur.
Yoğun tarım uygulanan yerlerde, Almanya’da görmüştüm, ekinler o kadar sıktır ki aralarından yürüyüp geçemezsiniz bile.
Bunlar tek ürüne ayrılmış topraklardır.
Yapay gübreye boğularak, tarım ilacı ile zehirlendirilerek başka bitkilere ve yaban hayatına kapatılmışlardır.
Dünyada bütün modern yöntem uygulayan tarım alanları, aşağı yukarı hep böyledir.
Bu yöntemin arkasındaki felsefe; “hep bana, hep bana, hep bana”dır.
Amerika’da tek ürüne, örneğin kiraz ve bademe, tahsis edilmiş milyonlarca dönümlük plantasyonlar var.
Dünya bademinin yüzde seksenini üreten Kaliforniya’da, uçsuz bucaksız alanlarda gözün alabildiğine sadece badem ağacı vardır.
Buralarda o kadar çok kimyevi gübre ve tarım ilacı kullanılır, toprak o kadar sık sürülür ki, ağaçların arasında bir tek kır çiçeğine veya doğal habitatta bulunan başka bir bitkiye rastlayamazsınız.
Arı, kelebek, böcek de barınamaz buralarda.
Her ilkbaharda ağaçların çiçeklerini döllemek için binlerce kilometre öteden dev araçlarla kovanlar içinde arı taşınır.
Kahve, kakao, kauçuk, muz gibi ürünler de tek cins ağaç bulunan, aynı ekolojik özelliklere sahip plantasyonlarda yetiştirilir.
Bu olgunun dünya çapındaki sonuçlarından biri, yaşam alanlarının kaybolması nedeniyle arı, kelebek, sinek, kuş sayılarının felaket bir biçimde azalmasıdır.
Canları cehenneme, azalırsa azalsın diyebilirsiniz, ki böyle diyenler çok.
Ama bu umursamazlık, sonu gözyaşı olan bir cehaletin sonucudur.
Yeryüzünde her şey birbirine bağlıdır ve her ne kadar insan, engin akılsızlığı ve dipsiz açgözlülüğü ile kendini varlığın efendisi saysa da sayısız canlı ve cansızdan sadece biridir.
Yeryüzü, yaratılmış tüm canlı ve cansız varlıkların toplamıdır.
Bunlar birlikte yaşarlar ve birbirlerini yaşatırlar.
Birbirlerinden ayrılamazlar.
İnsan kendini bu birliğin dışına atamaz ve bu denklemin dışında var olamaz.
Bu yazı t24.com.tr/ den alınmıştır
Metin Münir