Geçen hafta bahsettiğim gibi Belçika yerel seçimleri 14 Ekim’ de yapılacak ve seçim heyecanı her yeri kaplamış durumda. Bu yazımda, kendisi de Türkiye’ de seçme ve seçilme haklarını kullanmış birisi olarak size Türkiye’ deki yerel seçimlerden farkları yazmaya çalışacağım.
Bir kere sanırım en önemli fark, seçilme hakkının da en az seçme hakkı kadar destekleniyor olması. Aday olma yetisine sahip herkese uygun zamanda kalın bir zarfın içerisinde bir başvuru kılavuzu ve adaylık başvuru formu gönderiliyor. İsteyen herkes siyasi partilerle ilişkide olmak zorunda kalmaksızın aday olabiliyor. Sanırım Türkiye’de de bu şekilde bağımsız aday olunabiliyor ancak her vatandaşın evine detaylı açıklama ile birlikte başvuru formu gelmesi insanın demokrasiye inancını arttırıyor. Çoğu konuda inanılmaz bürokratik olan Belçika’nın seçim konusunda farklı davranıyor olması da ayrıca şaşırtıcı ve sevindirici.
Büyük farklardan biri de “kimin oy verebileceği” konusunda. Eğer son beş yıldır o bölgede ikâmet ediyorsanız, resmi olarak oturumunuz varsa Belçika vatandaşı olmasanız da seçimlere 6 ay kala belediyeye başvurup yerel seçimlerde oy kullanma hakkı elde ediyorsunuz ki bence çok mantıklı.
Seçim çalışmalarında gördüğüm büyük farklılık belediye meclis üyelerinin kendi seçim çalışmalarını da yoğun bir şekilde yapıyor olmaları. Ve Türkiye’de olduğu gibi burada kalabalık maiyeti ile dolaşan göbekli ve takım elbiseli amcalar pek yok. İlk seçmenliğimden beri Türkiye’de seçim zamanları kalabalık yerlerde maiyeti ile dolaşan, kendisinden hiç memnun olmasanız da suratına yapıştırılmış kocaman yapay gülümsemesi ile elinizi sıkıp ezberlenmiş lafları sıralayan bu amcalardan kaçmaya çalışırdım. Burada adaylar daha ziyade anketör gibiler. Parkta çocuğunuzu izlerken çıtı pıtı bir kadın günlük normal kıyafetleri ile yanınıza gelip “Nerede oturuyorsunuz? Oy verecek misiniz? Yönetimden memnun musunuz?” gibi soruları hızla sorup belediye meclis üyesi adayı olduğunu ve harika şeyler yapmayı planladığını size hızlıca anlatıp elinize bir broşür tutuşturuyor. Tabii bazı pazar yerlerinde takım elbiseli amcaları görmedim değil ama en azından maiyetleri onlarla beraber maç taraftarı gibi kortej eşliğinde yürümüyor. Gruptaki herkes vatandaşlarla birebir görüşmeye ve tanıtım yapmaya çalışıyor.
Burada belediye başkanımın kim olduğunu seçimler yaklaşana kadar bilmiyordum. Zaten genel eleştiri seçimle gelen belediye yöneticilerinin sadece seçim dönemi çalıştığı, diğer zamanlarda görünmez oldukları yönünde. Meclis üyeliği de oldukça kârlı bir işmiş sanırım. Bir kez seçildikten sonra 6 yıl boyunca ayda 8.000 euro maaş alıp hayatınızı yaşıyormuşsunuz. Sanırım bu cazibe sebebiyle (en azından kendi bölgemde) adaylar arası iftira, karalama, dedikodu ve çamur atma faaliyetleri yoğun. Bu konuda hiç yabancılık çekmedim.
Belçika’ da seçim afişlerini kafanıza göre istediğiniz yere yapıştıramıyorsunuz. Kimseye sormadan balkondan balkona tutuşturulan ve kimi yerlerde gökyüzünü görünmez kılan parti bayrakları yok. Belediye parklara her parti veya bağımsız liste adayları için panolar koyuyor. Afişler buralara yapıştırılıyor. Bir de isteyen özel arabasına, dükkanına, evinin camına aday afişleri yapıştırabiliyor. Evlerde, arabalarda genelde tek aday veya aynı partiden bir kaç aday afişi olurken bölgedeki bazı dükkanların camları neredeyse tüm adayları içerebiliyor. E bu durum şahsen vatandaş olarak tek bir afiş asmış olan dükkan sahibine saygı duymama, onlarca farklı afişle herkese eyvallah diyen dükkan sahiplerine ise mesafeli durmama yol açıyor.
Siyasi gruplar olarak bence görünürde 5 temel grup var. Yerel sağ ve ırkçı partiler, yerel sağcı ama dindar ve liberal partiler, liberal partiler, solcu partiler ve yeşiller. Bulunduğum konum dolayısı ile de olabilir emin değilim ancak vatandaş olarak sadece solcular ve yeşillerin çalıştığını ve her kesime ulaşan hizmetler verdiğini görüyorum. Bence en uzak durulması gereken yerel ırkçı sağcı partiler ve yağlı lokmayı nerede bulursa oraya dönebilen liberaller. Dindar partilerin de sağ olmalarına rağmen temel bir ahlak ve vicdana sahip olduklarını görüyorum.
Yeşiller ve solcular çalışıyor. Hem vicdanlı hem de gelecek odaklılar. Kendi adıma bölgemde başta yollarda araçlara 30 km/h hız sınırı uygulaması, kent saksılarında sosyal gıda üretimi, pestisit kullanım yasağı gibi projelerle yeşillerin evime dek ulaştığını hissediyorum. Ama açık söylemek gerekirse aslında hep olduğu gibi temel iki grup var. Birinci grup kendini, ailesini, ırkını, ülkesini ön plana koyan sağ kesim. İkinci grup ise büyük resmi görebilen, dünyayı bir bütün olarak ele alabilen sol kesim. Bu sol kesim içinde de gelecek öngörülerinin mevcut durumda çok karanlık olduğunu görüp, dünya çapında iyi organize olarak globalden yerele tüm politikaları modern ve işlerlikli, vicdanlı ve ahlâklı yeşiller ön plana çıkıyor.
Yeşilller öyle ağır bir yükün altında ki onlara sadece oy vermek yetmez. Üye olmak ve/veya faaliyetlerine katılmaya çalışmak ve özellikle sesinin duyulmadığı yerlerde sesleri olmak lâzım. Yoksa açıkçası öyle veya böyle bu seçim de atlatılır. Ama dünya daha kaç “hep bana”cı seçim kaldırır bilemem…
Hakan Ozan Erzincanlı