“Kendimi bir deniz gibi hissediyorum. Yeni insan ilişkilerine başlamak için yeterince sakin, fakat zaman zaman yalnız kalabilmek adına, herkesi uzaklaştıracak kadar fırtınalı”
Gerçek ölçütü
insanlığın,
barıştır.
Mutlu olmak için
inat eden şair
Hunları çağırır
yıktırmak için evini
Yorgun
Alda Merini
tekrar tekrar dile getirmekten
deliliğini.
Alda Merini
Edebiyat dünyasının zorlu bir hayatla yoğrulmuş güçlü ve naif kalemlerinden biri Alda Merini. Çağdaş İtalyan şiirinin belki de en ilginç ismi. Zorlu hayatına şiirle cevap vermiş, yarasını şiirle sarmış bir şair.
Bir yandan başkalarınca ‘delilik’ olarak görülen psikolojik rahatsızlıklarının kurbanı diğer yandan yine o ‘delilikten’ doğan ve beslenen bir şiir dehası. Sevgi, tutku, delilik ve tanrı kavramlarıyla yoğrulmuş derin mısraların biricik sahibi.
Baharın yirmibirinde geldim dünyaya
bilmiyordum deli doğmanın,
toprağı açmanın
sebep olabileceğini fırtınaya.
Bu yüzden tatlı Proserpina
görür yağmuru otların üzerinde,
büyük narin buğday tanelerinde
ve hep ağlar akşamları
Bu onun duası belki de.
Alda Merini
Milano’da 1931 yılının 21 Mart’ında baharla beraber dünya gelen Merini, üç çocuklu orta halli bir ailenin ortanca kızıydı. Babası bir sigorta şirketinde memur, annesi ise ev hanımıydı. Kendi anlatımıyla içine kapalı, sessiz ve hassas bir çocuktu. Şiir yeteneğinin ilk meyvelerini genç yaşta almaya başlayan şair henüz 15 yaşındayken yazmaya başlamıştı. Yaşına göre kaleminden çıkan zarif mısralar bir o kadar da kendi içinde tutarlıydı. Olgunluk zamanlarında da şairin belirliyici özellikleri arasında olacak olan hasasiyeti, mistisizmi, tanrı arayışı ve belki çoğumuzun gösterme cesareti bile bulamadığı ruhun karanlık taraflarını o genç yaşında dahi cesurca kaleme alabiliyordu.
Böylelikle bu genç yetenek kısa zamanda önemli bir edebiyatçı ve şair olan Giacinto Spagnoletti tarafından keşfedildi. Bu keşfediliş Alda Merini’ye edebiyat dünyasının kapılarını da aralamış oldu. Giacinto Spagnoletti aracılığıyla ‘1909-1949 Çağdaş İtalyan Şiir Antolojisi’ içerisinde bazı çalışmaları yayınlandı.
1947 yılında yani Alda Merini henüz 16 yaşındayken, ilk kez ve onu bir daha yalnız bırakmayacak olan hastalığıyla, kendi deyimiyle “zihninin gölgeleriyle” tanıştı. Bu tanışma bir ay boyunca bir psikiyatri merkezinde kalmasıyla sonuçlanmıştı.
Çok bunaldıysanız eğer sıcaktan
küçük bir dalını alın deliliğin
ve ekin içine gözlerinizin.
Alda Merini
Çıktığında ise ona destek olacak bir çok şair vardı yanında. Özellikle bu hassas dönemde Spagnoletti’nin evinde tanıştığı, ilk ve belki de en büyük aşkı olan İtalya’nın önemli edebiyatçılarından Giorgio Manganelli en büyük destekçisiydi. Sanatsal anlamda da Merini’ye yol gösteren Manganelli şairin üslubunun gelişmesinde çok büyük bir etkiye sahipti. Ancak bu fırtınalı sayılabilecek ilişki Manganelli’nin Roma’ya taşınmasıyla bitmişti.
Kimi zaman Tanrı
öldürür aşıkları
çünkü istemez
aşk içinde
aşılmış olmayı.
Alda Merini
1950 -1953 yılları arasında bir başka önemli edebiyatçı ve şair olan Salvatore Quasimodo ile çalışmaya başladı. İlişkileri iki şairin sanatsal ilişkisininden öteye geçmiş, ancak bu hikaye de Alda Merini’de büyük izler bırakarak bitmişti. Şairin genç yaşındaki başarısına rağmen özel hayatında sular bir türlü durulmuyordu.
1954 yılında Ettore Carniti ile evlenme kararı aldı. Aynı yıl Schwarz editörlüğünde “La presenza di Orfeo” (Orfeo’nun Varlığı), 1955 yılında ise 1947 ve 1953 yılları arasında yazdığı şiirlerle beraber “Paura di Dio” (Tanrı Korkusu) yayınlandı. İlk kız çocuğu olan Emanuella’nın doğumundan sonra, çocuğunun doktoru olan Pietro De Pascale için yazdığı Tu Sei Pietro ise 1962 yılında Giovanni Scheiwiller’in editörlüğünde yayınlandı. 1962 yılından sonra ise bambaşka bir süreç içine girmişti şair.
Dört kız çocuğu dünyaya getirdiği Ettore Carniti ile olan evliliğinde de sorunlar ve sıkıntılar bitmeyecekti. 22 yaşında yaptığı bu evlilikte şiirden uzaklaşmıştı. İki kız çocuğuyla ilgilenen ve eşine ekonomik olarak destek olmak için özel dersler veren Merini’nin hastalığı annesinin ölmesiyle tetiklenmişti.
“ Tedavi için akıl hastanesine ilk yattığımda çocuk denilecek yaştaydım. İki küçük kızım ve hayatla ilgili çok az deneyimim vardı. Ancak zihnim temiz, saftı ve karşıma çıkacak olan güzellikleri bekliyordum. Kimi zaman yorgunluk işaretleri versem dahi zihnimi sakinleştirebiliyordum. Yaşadıklarımı, hissettiklerimi eşimle konuşmayı denedim. Ancak beni anladığına dair herhangi bir işaret alamıyordum. Böylece tükenmişliğim büyüdükçe büyüdü. Annemin ölümüyle ise her şey daha da zorlaşmıştı. İşlerin ağırlığı ve devam eden fakirliğin yıpratıcılığıyla belki eşim beni akıl hastanesine götüreceklerini tahmin etmeyerek bir ambulans çağırmaktan başka bir yol bulamadı.
O yıllarda kadın erkeğin malı gibiydi. Erkek karısıyla ve onun geleceğiyle ilgili kararları kendisi verebiliyordu. İşte bu nedenle bana danışılmadan hastaneye yatırıldım. Daha önce böyle yerlerin olduğunu bile bilmiyordum. Daha sonra çıkmakta oldukça zorlanacağım bu yere, bu labirente girdiğimi anladığım o an, gerçekten aklımı kaçırmıştım.”
İnsanın nefesinin
çıplaklığını örten
yapraklardır elbise
Her şeyi gören şair
düşünce özgürlüğü
ile suçlanır.
Alda Merini
Alda Merini için zor yıllar başlamıştı. ‘Zihninin gölgeleri‘ yine iş başındaydı. Muhtemelen bipolar bozukluk hastalığı olan şair, Milano’da uzun süre Paolo Pini Akıl Hastanesi’nde gözetim ve tedavi amaçlı olarak kalacaktı.
Hastalığın seyrine bağlı olarak zaman zaman, kısa süreli de olsa evine ve ailesine dönebiliyordu. Eve geri döndüğü bu dönemlerde iki çocuk daha dünyaya getirdi şair. Dördüncü çocuğunu dünyaya getirdiği süreç ise hem fiziksel hem de manevi olarak oldukça yıpratıcıydı. Eşi çocuğun başka bir erkekten olduğunu iddia ediyordu.
Suda terkedilmiş taşların
bazen hiç yok umut çiçeği
tıpkı benim senin sevgini
ummadığım gibi.
Altındalar tüm düşüncelerin
ve zehirliyorlar suyu.
Yazık! Ne talih var
ayın ağzından kaçan balığın içinde
ve parçalanır çarpıp
ölmekten gergin güzel yüzüne
Alda Merini
Hem görmüş olduğu -muhtemelen yanlış- tedavinin ağırlığı hem de uygulanan elektroşoklar ile oldukça yıpranan şair için 1962 yılından 1972 yılına kadar sürecek olan 10 yıllık Paolo Pini dönemi, hem kişisel hem de sanatsal anlamda bir sessizlik ve izolasyon dönemi olarak hayatında büyük bir iz bırakacaktı. Ancak yazmayı bıraktığı belki de yazamadiğı bu zor ve sancılı süreç ileride, sanatsal anlamda en verimli olacağı döneme gebe kaldığı zamandı.
1972 yılında hastaneden çıkmasına rağmen 1979 yılına kadar hastalığıyla mücadele etti. Hastalığından kurtulması ve onu yenmesini ise şöyle anlatıyordu.
“ Benin için iyileşmek geçmişle bağımı koparmak demekti. Her şey birden bire oldu. Depresyon tedavisi için son kez enstitüde bulunduğumda daha önce hissetmediğim bir şeyi hissettim. Bir sabah uyandım ve kendime ben burda ne yapıyorum diye sordum. İşte o zaman hayatım yeniden başladı. Yeniden yazmaya başladım ve hayalini bile kuramakta zorlandığım bir başarıya ulaştım. İnsanlar alkışlıyordu. Bense tüm bunları haketmek için ne yaptığımı soruyordum kendime. Sanırım az da olsa sizi seven insanların varlığı yaşamanız için bir neden teşkil ediyor. Aslında şairliğin teatral bir tarafı da var. Bu yüzden akıl hastanesi benim için en güzel aşk ve ölüm şiiriydi. Şimdi o yer bana uzakta olsa bazen rüyalarıma giriyor. Kapalı bir yerde olduğumu ve oradan çıkmak için bir anahtar aradığımı görüyorum sık sık. Belki de zihnen hala beni öldüren ve yeniden doğmamı sağlayan o hastanedeyim”
Depresyon
yaratıcılık üstüne
saf bir konuşmadır.
Dahi, kendisi için ölür
ve zayıf hatıraları içinde
gömülmek ister.
Alda Merini
1979 yılında yeniden yazmaya başlayan Alda Merini, 1984 yılında Vanni Scheiwiller’in editörlüğünde ‘La Terra Santa’ (Kutsal Toprak) isimli kitabını yayımladı. Alda Merini, başyapıtı olarak kabul edilen bu kitabıyla 1993 yılında Librex Montale ödülünü alacaktı.
La Terra Santa’nın hazırlandığı süreç içerisinde, 1981 yılında eşi Ettore Carniti’yi kaybeden şair, yalnız kalmıştı. Bu yalnızlık hem bir kadın olarak hem de bir sanatçı olarak yakalamıştı onu. Artık tanınmış bir şair olmasına rağmen alehinde konuşanların yarattığı baskı onu bir sanatçı olarak oldukça etkiliyordu. Kadın olarak yaşadığı yalnızlık ise; yaşadıkları onca sıkıntıya ve sorunlara rağmen kocasını sevmiş olmasıydı. Yalnızlığa bir de fakirlik eşlik ediyordu. Böylece küçük evinin bir odasını kiralamaya karar verdi. Bohem sayılacak bir tarzı olan evinin yeni kiracısı ise genç ve henüz tanınmamış bir ressam olan Charles’tı. Evin genç ressamı Merini’nin kalbini de kazanacaktı.
Charles, Charlot, Charcot,
tatlı hatıra,
Endülüs’ten mi geliyorsun?
duyguların seçkisinin gizli serabından mı geliyorsun?
Charles, Charcot,
sen ki sert şapkanın içinde oyunun melodilerine sahipsin,
hokkabaz mı yoksa sevgili misin?
Alda Merini
Merini aynı dönemde Taranto’da yaşayan kendinden 30 yaş büyük bir şair olan Michiele Pierri ile görüşmeye başlamıştı. Pierri aynı zamanda doktordu. Sıklıkla telefonda görüşen, mektuplaşan bu iki şair 1983 yılında evlendi. Taranto’ya yerleşen Alda Merini burada yeni ve huzurlu bir hayata başlamış ve üç önemli kitap yayımlamıştı. ‘L’altra Verità’ (Başka Hakikat), ‘Diario di una Diversa’ (Bir Diğerinin Günlüğü) ve ‘La Gazza Ladra’ (Hırsız Saksağan).
Sen derin bir nehirdin
ve ben senin sularını emen
dutun aşkından daha çıplak
bir kayık.
Bir ısırıkla ayırdın kulağımı
ve duanın Van Gogh’uydum.
Umutsuzca Cézanne’i aradım
ve senin mezarlığını buldum.
Alda Merini
Bu huzurlu birkaç yıl Merini’nin hastalağının tekrar nüksetmesiyle gölgelenmişti. Taranto’da bir kliniğe yatırılan şair tekrar aynı acıları yaşayacaktı.
1986 yılında Milano’ya ve çok sevdiği evine geri dönen Merini, burada Marcella Rizzo isimli bir psikiyatristle yeni bir tedaviye başlayarak kısa sürede kendini toparlamıştı. Bu nedenle şair hayatı boyunca Marcella Rizzo’ya müteşekir kaldı.
Milano’ya döndükten sonra yazmaya devam eden şairin birçok kitabı farklı yayınevlerince yayımlandı. 1993 yılında Librex Montale ödülünü aldıktan sonra 1996 yılında Viareggio ödülünün ve ardından Elsa Morante ödülünün sahibi oldu ve yine aynı yıl edebiyat dalında Nobel Ödülü’ne aday gösterildi.
Kendine has üslubu ve derinliğiyle Alda Merini yaşamı boyunca çağdaş İtalyan şiirinin en önemli kalemlerinden biri oldu. 1 Kasım 2009 yılında kemik kanseri nedeniyle hayatını kaybedene dek her zaman sevmiş olduğu o küçük evinde yaşadı ve çalışmalarına burada devam etti.
≈ ≈ ≈ ≈
“ Tanrıya inanıp inanmadığımı bilmiyorum. Yani aslında beni yaratan zalim bir tanrıya inanıyorum. Hepimizin kafasında bir tanrı var, bir idol. Ancak dağları, ormanları nehirleri yaratan o Tanrı yalnızca sakallı, yaşlı ve biraz kötü olarak hayal edilir. İnsanları kusurlu ve şanssız yaratan tanrı. Ben işte tanrının içindeki o merhametsizliğe inanıyorum”
İbrahim koyardım adını
eğer olsaydın kaderimde.
Yerine İsak’ı getirdin
muhteşem yolculuğu boyunca inancın.
Evrensel kalpte
yaraladın bizi
bilgi ağacıyla.
Yaşıyoruz senin içinde
yorgun ve bıkkın
başlangıcından dünyanın
Alda Merini
Bronşitimin çiçekleri
sigaralarımdır.
Bir hayata son vermek
ölümden vazgeçmek demek.
Alda Merini
***
Aşk ve telefon
Seninle beraber yaptığımız
bu uzun, isimsiz telefon görüşmeleri Alberto,
tahrif ederken kabloları ve sınırları
yalnızca aşkın casusuydular
kimsenin anlamadığı.
Alda Merini
***
Biraz siyah ve beyaz
olduğunu söylediler bana,
biraz cani ve biraz Eldorado.
Ama öptüğünde beni
dönüşüyorsun anne suyuna
berrak bir çayır oluyorsun
kaderim oluyorsun.
Alda Merini
***
Bir atı öpmek için
genç bir adamı kaybettim,
ateşten bir adam.
Dizginlenemez burun delikleri,
soğuktan hırpalanmış bir burnu vardı,
bir samuray maskesiydi.
Antik bir savaşçı olduğunu düşünürken
attım kendimi burçlarından
nadide helenistik bir kalenin
ve toplandım
lanetli bin itfaiyesiyle şiirin.
Alda Merini
***
Altından üzüm tanelerin
kayıp limonların
seni yalnızca düşlemiş
diğer kadınların kucağında.
Benim de başıma geliyor, Efendim,
aşk yapmak
hiç tanımadığım
insanlarla.
Alda Merini
* Alda Merini- Aforismi e Magie
*Alda Merini- Vuoto d’Amore
*Alda Merini-Mistica D’Amore
Şiir Çevirileri ve Hazırlayan : Nükhet Akgün Bordignon