Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Atatürk’ün orman anlayışından günümüz fidan anlayışına

0

Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Türkiye Ormancılar Derneği Danışma Kurulu Toplantısında, dört gün boyunca Türkiye ormancılığının değişik boyutlarını ve elbette derneğin bu açıdan üstlendiği rol ve sorumlulukları konuştuk. Aralarında benim de olduğum ve yeni oluşan dernek bilim kurulu olarak ayrıca yaptığımız toplantıda, önümüzdeki süreçte öncelik kazanacak ormancılık sorunlarını gözden geçirip, bu sorunların çözümü için raporlar hazırlamak üzere bilim kuruluna bağlı çeşitli çalışma gruplarının oluşturulmasını karara bağladık.

Diğer yandan geçtiğimiz hafta, 2019 yılında başlatılan ve Milli Ağaçlandırma Günü olarak ilan edilen 11 Kasım ağaçlandırma etkinliklerine de sahne olacaktı. Ben bu yazıyı etkinlikler gerçekleşmeden önce, 10 Kasım Çarşamba akşamı yazıyorum. Önceden yapılan açıklamalara göre 252 milyon fidan dikilecekmiş. Ne fidanı, nereye, ne amaçla, ne zaman dikilecek belli değil. Nasrettin Hoca’nın ‘inanmayan ölçsün’ hikâyesi gibi, inanmayan saysın. Biz bütün değerlendirmelerimizi, haklı olarak havada uçuşan bu anlamsız sayılara bakarak değil Orman Genel Müdürlüğü tarafından açıklanan yıllık ağaçlandırma miktarlarına bakarak yapıyoruz. O miktarlara baktığımızda ise aşağıda da göreceksiniz durum hiç ama hiç parlak değil.

Türkiye ormancılığın diğer alanlarında olduğu gibi ağaçlandırma çalışmalarında da çöküş yaşıyor. 

Ben ve sorumluluk duygusu taşıyan diğer meslektaşlarım belki yüz kere söyledik ama gerekirse yüz kere daha söylemeye de hazırız. Ağaçlandırma geçmişten günümüze Türk ormancılığının önemli etkinlik alanlarından biri oldu. Türkiye toprakları tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yaptığı için büyük bir ormansızlaştırmaya maruz kaldı; orman alanları başta tarım alanı olmak üzere farklı arazi kullanım türlerine dönüştürüldü. Bu sürecin tersine çevrilmesi ve kaybedilen orman alanlarının en azından bir kısmının geri kazanılabilmesi ve niteliğini yitiren orman alanlarının rehabilite edilebilmesi için ağaçlandırma çalışmaları zorunluydu. Bu zorunluluğun anlaşılması biraz daha geriye gitse de planlı ve düzenli bir ormanlaştırmaya dönüşmesi için önce 1937 yılında 3116 sayılı Orman Yasası’nın çıkması, sonra da İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı koşulların ortadan kalkması gerekti. Özetle Türkiye’de ağaçlandırmalar yoluyla orman varlığının ve niteliğinin artırılması çalışmaları gerçek anlamda 1940’ların ikinci yarısında başladı. Zamanla hem ağaçlandırma çalışmalarıyla ilgili bilimsel ve teknolojik ilerlemeler hem de ağaçlandırmalara karşı sosyal direncin[1] azalması ile daha yüksek miktarlarda ağaçlandırmalar yapıldı. Orman Genel Müdürlüğü tarafından açıklanan ağaçlandırma istatistiklerine göre Türkiye’nin yıllık bazda en çok ağaçlandırma yaptığı dönem 1980’li yıllar. O yıllarda yıllık ortalama 90 bin hektara ulaşan ağaçlandırmalar yapıldı. Karşılaştırma yapmak için 2010’lu yıllarda yapılan yıllık ortalama ağaçlandırma miktarının 43 bin hektar civarında olduğunu söyleyeyim. O nedenle yaklaşık 20 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın kendilerinden önce hiç ağaçlandırma yapılmıyormuş ya da kendileri önceki dönemden daha iyi ağaçlandırma yapıyormuş şeklinde bir algı yaratmaya çalışması bütünüyle gerçek dışı. Dediğimi daha net gözler önüne serebilmek için değerli dostum ve meslektaşım Prof. Dr. Erdoğan Atmış’ın yukarıda bahsettiğim danışma kurulu toplantısında yaptığı sunumda kullandığı son 18 yıl ve önceki 18 yıl ağaçlandırma miktarları tablosunu aşağıya koyuyorum.

Tabloda da rahatlıkla görülebileceği gibi, bu iktidarın görevde olduğu 18 yılda (2003-2020) yapılan toplam ağaçlandırma miktarı yaklaşık 658 bin hektar ve bunun bir yıla düşen ortalaması yaklaşık 36 bin hektar iken önceki 18 yılda (1985-2002), önemli bölümü tek parti iktidarlarıyla değil değişik koalisyon yönetimleriyle geçen dönemde yapılan toplam ağaçlandırma miktarı yaklaşık 1 milyon 27 bin hektar ve bunun bir yıla düşen ortalaması ise 57 bin hektar civarında. Bu iktidardan önceki 18 yılda bu iktidarın 18 yılda yaptığı ağaçlandırmadan 369 bin hektar daha çok ağaçlandırma yapılmış. Yani her yıl ortalama 20 bin hektar civarında fazla ağaçlandırmaya denk geliyor bu. İşin en garip yanı da ilk 11 Kasım etkinliğinin yapıldığı, bir günde en fazla fidan dikme rekorunun kırılması nedeniyle parlatıla parlatıla yere göğe sığdırılamayan 2019 yılında, bu iktidarın 18 yıllık yönetimindeki en düşük ağaçlandırma miktarı kayıtlara geçti. 2020 yılında da 2019 öncesiyle kıyaslandığında son derece düşük bir ağaçlandırma miktarı var. 2021’in de farklı olacağını sanmıyorum. Sözün özü şu: Türkiye’de ağaçlandırma çalışmalarının köklü ve başarılı bir tarihsel birikimi var. Ağaçlandırmalar için bir şahlanış döneminden söz etmemiz gerekirse o dönem 1980’li yıllardır. Son 20 yılda bir şahlanma olmadığı gibi son birkaç yılda açık bir çöküş yaşandığı da gözlerden kaçmıyor ve o çöküşün Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi yıllarına denk gelmesi de rastlantı olmasa gerek. Sanırım bütün bu göz boyama faaliyetleri biraz da bu çöküşün perdelenmesi amacını taşıyor.

Bu noktada önemle vurgulanması gereken bir diğer nokta da yapılan her ağaçlandırma çalışmasının ya da dikilen her fidanın orman alanına dönüşmüyor olması gerçeği. Ağaçlandırma çalışmaları çoğu zaman zaten orman sayılan alanlarda yapıldığından ormanlarda alansal bir artışa yol açmıyor. 11 Kasım etkinliği gibi işlevden çok algıya hitap eden kampanyalarda dikilen fidanların orman orman ekosistemine dönüşme oranı ise çok daha düşük. Örneğin, Türkiye’nin FAO tarafından beş yılda bir yapılan küresel orman kaynakları değerlendirmesi için 2020 yılında sunduğu rapora göre, bütün Türkiye’de ağaçlandırma yoluyla oluşturulmuş orman alanı miktarı yaklaşık 707 bin hektar ve toplam orman varlığı içindeki payı yalnızca %4,21. Oysa bir üst paragrafta aktardığım verilere göre yalnızca 1985-2020 yılları arasındaki 36 yıllık dönemde yapılan ağaçlandırma miktarı bile 1 milyon 700 bin hektara yaklaşıyor. Pek çok defa pek çok yerde söylediğimiz gibi Türkiye’de orman alanı artışının yaşandığı bölgelerde [2] bu artışın asıl nedeni yapılan ağaçlandırmalar değil, tarım ve hayvancılık yapılmadığı için terk edilen tarım alanları ve otlakların civar ormanlardan yayılan orman ağacı tohumlarının etkisiyle kendiliğinden ormanlaşması. O nedenle, üstüne basarak tekrarlayayım, ağaçlandırma çalışmaları elbette çok önemli. Ancak ne dünyada ne de Türkiye’de doğal ormanları korumanın alternatifi ağaçlandırma olamaz. Doğal ormanların korunmadığı hiçbir ülkede ya da bölgede, ne kadar ağaçlandırma yapılırsa yapılsın başarılı bir ormancılık politikasından söz edilemez.

Keşke yapılan işler gerçekten öncekilerle kıyaslanamayacak boyutlarda olsalar da biz de alkışlasak, takdir etsek, gururlansak. Ancak gerçekler öyle olmadığı için birilerinin bunu söylemesi, kral çıplak demesi gerekiyor. Yaratılan korku ikliminde gerçekleri açıklıkla dile getirmeye cesaret edebilenlerin sayısı pek fazla olmadığı için bu sorumluluk üç beş kişinin omuzlarına biniyor. Bu üç beş kişiden biri olarak ben ne kimsenin yandaşıyım ne de kimsenin karşısında. Hiçbir siyasi parti ya da oluşumla doğrudan ya da dolaylı bir bağım yok. Doğru yapılırsa doğru, yanlış yapılırsa yanlış demek gibi çok basit bir şiarım var. Doğru ya da yanlış dediklerimde yanılırsam özür de dilerim. Ancak sayılar çok kolay hata yapmaya yer bırakmıyor. Her şey yukarıdaki istatistiklerde alenen ortada. İstatistikleri de ben hazırlamıyorum, Orman Genel Müdürlüğü açıklıyor.

Atatürk ve ormanlarımız

Üç gün önce ulusumuzun kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 83’üncü ölüm yıldönümüydü. Milyonlarca insan tek yürek, tek beden olarak Atamızı andık. Elbette milyonlarca insan samimiyetle, özlemle, sevgiyle ve saygıyla andık Atatürk’ü. Sanıyorum ki samimiyetsizce, içinden gelmediği halde anan veya anmak zorunda kalanlar da az değildir. Keşke Atatürk’ün yüzde biri kadar cesur olup, samimiyetsiz anmalar yerine açık yüreklilikle, bahanelerin arkasına gizlenmeden anmamayı tercih edebilseler. İnanın onlara şimdikinden çok daha fazla saygı duyardım.

Yukarıda sözünü ettiğim danışma kurulu toplantısının son günü 10 Kasım’a denk gelince, 1924 yılında kurulmuş, Cumhuriyet’in ilk sivil toplum kuruluşlarından biri olan ve Atatürk’ün çizdiği yolu ana rehber edinen Türkiye Ormancılar Derneğinin bu günü atlaması düşünülemezdi. O gün saat dokuzu beş geçe sanıyorum 250 kişiden fazla kapasitesi olan salon bütünüyle dolmuştu. Ben hiçbir dernek etkinliğinde salonun böylesine dolu olduğuna şahit olmamıştım daha önce. Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’ndan sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesinden değerli hocamız Prof. Dr. Cantürk Gümüş Atatürk’ün son devrimi olarak nitelendirdiği Türk orman devrimini anlattı. 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Yasası ile vücut bulan o devrim yapılmamış, ormanlardan parasız yararlanma kaldırılmamış ve imtiyazlı şirket ormancılığından devlet ormancılığına, devlet orman işletmeciliğine geçilmemiş olsaydı bugün ülkemizde şimdikinden kat kat daha az orman kalmış olurdu.

10 Kasım nedeniyle sosyal medyada büyük şirketlerin anma videoları da dolaşıma sunuldu doğal olarak. Yalova’daki Yürüyen Köşk’ün öyküsünü konu alan bir tanesi sanıyorum en çok izlenip paylaşılanlardan. Atatürk tek bir ağacın kesilmesini bile umursayıp, onun yerine bir köşkün temelinden taşınmasını isteyecek kadar doğanın, ağacın, ormanın değerini bilen büyük bir önderdi. Onun bu liderliği sergilemesinin, bu ışığı tutmasının üzerinden neredeyse 100 yıl geçtikten sonra, bir ağacın değil ağaçların, ormanların yok edilerek tepelere, koylara saraylar yapılması noktasına gelmiş olmamızı bazen gerçekten anlayamıyorum. Fakat umutsuz değilim, üzülüyor ama karalar bağlamıyorum. Atatürk’ü okumuş ve anlamış birisinin bir saniye bile umutsuzluğa düşmesi düşünülemez çünkü. Atatürk varsa umut var. Ve o hep ama hep olacak!

*

[1] Ağaçlandırılan alanlar özellikle otlatmaya ve diğer kullanımlara kapatıldığı için o bölgede hayvancılıkla uğraşan toplum kesimleri tarafından pek hoş karşılanmazdı.
[2] İstanbul ve Marmara bölgesi, Ege bölgesinin önemli bölümü gibi nüfus artışının yüksek arazinin değerli olduğu yerlerde orman alanı artmıyor, tersine azalıyor.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.