Yeşeriyorum

Anneannemin bahçesinden Slow Food’a – Ergül Akyürek

0

Eski evlerin sonunda tahtadan ufak bir kapı görünüyor. İçten içe kapıya yaklaşmak istesem de, kapının arkasındakileri görmekten korkuyorum. İçimdeki merak duygusu ise herşeyin üzerine çıkıyor ve kapıya doğru hızlıca  yürüyorum, üzerindeki  kilidi açıp bir süre öylece kapıya bakıyorum,  ayaklarım korkudan geri geri gitse de  içimdeki ses- kapıdan girmek mi yoksa kapının kilidini açmak mı önemli olan, içeri bakmadan görebilir miyim dünyayı- diyor. Sonunda  tüm cesaretimi toplayıp hızlı kalp atışlarıyla  kafamı kapıdan içeri doğru uzatıyorum ama gördüklerim karşısında kalbim daha da hızlanıyor …   Kapıdan sonrası alabildiğine meyva ağaçlarıyla dolu, her şey sınırsız; kayısılar, kara-beyaz dutlar, fındıklar, kirazlar, incirler,  ceviz, armut.. vs hersey var. Kapıdan bakmış olmamın cesaretiyle ağaçların içine koşup ağaçlara tırmanıyorum ve  her türlü meyvayı dalından yiyorum, her şey o kadar renkli, taze ve güzel kokulu ki çok mutluyum…  Gözlerimi ise bu mutluluğun yansıması olan  kocaman bir gülümsemeyle açıyor – neyseki evimdeyim diyip- tekrar uyuyuorum

Sabahsa Porto´da eski bir evde uyanıyorum, Porto´da olmak güzel de, rüya da olsa evde olmak daha da güzel… Bana evde olduğum hissini verense, bu eski, içi ahşap kokan, yüksek tavanlarıolan, aynı anneannemin evine benzeyen ve kokusunu hatırlatan ev. İşte cocuklugumun büyük bir kısmı o tahta kapının arkasında geçti. Okul tatil olduğu zaman eşyalarımızı alır, anneannemin evine giderdik. Ormanı anımsatan bahçesinde kızılderili çadırı kurar, ağaçlarına tırmanır, yemeklerimizi bahçede yerdik. En kolay kayısı ve dut ağacına tırmanabildiğim için midir bilmiyorum ama ben hep kayısı ve dutu diğer meyvalardan daha çok sevmişimdir. Karadutları avuçlarıma doldurup ağzıma sokuşturmak, ellerimi üzerime sürmek çok zevkliydi : ) Bahçenin girişindeki ocakdaysa anneannem  “kuşburnu kaynatirdi ” , o kadar güzel kokardı ki, kuşburnunun kendi özündeki aromasının tadı hala damağımda. Biz tabi yıllarca oraya gitmiş olsak da değişen toplum şartlari, etkileşimler zamanla tatil anlayisimizi degistirdi – anne  bak ayşe teyzeler denize gidiyorlar ama biz neden gitmiyoruz–  ve yazları deniz tatili yapmaya başladık. Hatırlıyorum da minibüsümüzün arkasına çadırımızı atıp neredeyse tüm Türkiye’yi gezmiştik ama artik her yaz ilk durağımız Marmaris Datça yolu üzerindeki “Çubucak Orman Kampı” olmuştu. Sanırım 13 yıl başka yerlere de gitsek orayı mekanımız kabul etmiş, yılın 1 ayı orada kalıyorduk, Çubucak´ta ormanin bittigi yerde deniz başlar, orayı o kadar çok sevdik ki topraktan kopamamış olsakta, anneannemin bahçesini unuttuk. Artık sadece 9 günlük bayram tatillerinde gittiğimiz bir yer halini aldı, zaten bir süre sonra  anneannem de yoktu. O olmayınca bayram yemekleri artık bahçede değil de dört duvar arasında yenmeye başlandı. Böylece yıllar yılları kovaladı,  2009 yilinda o tahta kapıdan baktığımızda gördüümüz tek şeyse kuru bir araziydi, hiç abartmıyorum hüngür hüngür ağlamıştık.  O kapıdan bakınca insan neleri kaybettiğini o zaman farkediyor, anneannemin sevgisiyle yetişmiş o kadar ağacın ölmesine göz yummuş, saçma sapan ellerde ziyan olmasına neden olmuştuk. Belki kendimize bu kadar önem verip koştururken bu emeğin birazını da bahçemize, dünyamıza vermiş olsaydık bugün rüyalarda bile kapının arkasına bakmaktan korkmazdık. O kadar çok başkalarını eleştiriyor, onların hayatlarına seyirci kalıyor, sahip olmadıklarımızın sahip olduğumuzda bizi mutlu edeceği düşüncesiyle tüketime yöneliyoruz ki  kaybettiklerimizin farkında bile değiliz. Genelde böyle umutsuzluğa kapılınca yüzünü güneşe çeviren ayçiçekleri gibi yüzümü umuda çevirmek daha çok hoşuma gidiyor,

Çünkü  dünyada hala birileri UMUT var diyor ve inanılmaz çalışmalar yapıyor. Geçen hafta işte bunu diyen bir grubun tam olarak içindeydim,  Terra Madre Avusturya 2011´e katildim. Rathaus´ta düzenlenen etkinlikte hem Avusturya hem de dünya mutfağından bir çok stant kurulmuştu. 25.000 katilimcinin katildigi ” Etkinlikte Slow Food” kriterleri tartışıldı, çeşitli tanıtımlar yapıldı ve Workshoplar düzenlendi. Benim katıldığım workshop   yağlar, sirkeler ve sebzeler üzerineydi. Gayet zevkli gecmesine ragmen benim gibi nerdeyse hic yağ kullanmayan biri için o yağları ve sirkeleri tatmak bir noktadan sonra miğdemi altüst etti : )  Kendi gözlemlerimi aktarırsam bence gayet organize olunmuş, güler yüzlü sıkılmadan, bunalmadan paylaşan, paylaşıma açık insanların olduğu bir organizasyondu. Ama kendi grubumun en genç katılımcısı olarak ve pazarın katılımcı kitlesinin yaş oranını gözlemlediğimde, aynı zamanda tanıtımcıların konuşmalarını dinlediğimde ister istemez bir türk katılımcı olarak kendi ülkemle karşılaştırmalar yaptım: Bence gerek Türkiye´deki genç nüfus potansiyeli olsun , gerekse kültürel zenginliğimiz ve coğrafi konumumuz göz önünde tutulunca ne kadar büyük bir gücü elimizde tuttuğumuz bu tarz etkinliklerde daha çok görülüyor.

Tabi  nüfusun az olması ve insanların daha bilinçli yaklaşmaları, bir çok aktiviteyi aktif olarak takip etmeleri de onların adina büyük bir artı…  Zaten Avusturya´nın  Kurier-Standart gibi gazetelerinde etkinliğe baslangıcından bitimine kadar  oldukça geniş yer vermis, çeşitli röportajlarla da Slow Food hakkinda kuruluşundan gelişimine kadar halkı bilgilendirici yazılar sunmuştu.Yani hiç birşey bilmiyorsanız da günlerce yazılan yazılardan dolayı – neymiş bu diyip, işin içine bir şekilde dahil olabiliyorsunuz. Eğer siz de  Slow Food da nedir? diyorsaniz:  –  SLOW FOOD, 1987 yilinda Carlo Petrini tarafindan, Italya´da kurulmus bir hareket. Slow Food´un felsefesiyse kısaca.. :  Fast Food´a ve hızlı yaşama karşı koymak; unutulmuş geleneksel yiyecekleri tekrar yaşatmak, usulüne uygun olarak yiyecekleri imal edip, besin üreticilerine çalışmaları için adil olan ücreti temin edebilmektir.  Yani slow food, iyi, dogru, temiz, adil yemektir. Ve  bugün 100.000 in üzerinde destekçisi var. ARCHE PROJESI ise ARCHE NOAH, SLOW FOOD WIEN, ARCHE AUSTRIA,  bu projenin içinde çalışıyor  ve internasyonal Slow Food´a katkıda bulunuyor.-  ben de baktım Türkiye´de zamanlama problemi yasiyorum –  ki Türkiye´de de oldukca güzel çalışmalar yapılıyor– ve bilgim internette okuduklarımdan öteye gitmiyor,  daha bilinçli hareket edebilmek icin ARCHE projesinde yer almaya karar verdim ve egitimlere Terra Madre hareketiyle basladim.

Bundan sonraki aşama  meyvalar üzerine olacak, sonra yavaş yavaş toprakla haşır neşir olmaya başlıyacağim. İşin içine girdikçe öğrendiklerim arttıkça belkide kafamda oluşan oluşumları hayata geçirmek için daha çok -Umudum- olacağına inanıyorum.- UMUDUM ise  açmaya korkmadığımız, kilit vurulmamiş kapılarımız, kapılarımızın ardında üretebildiğimiz, tadabildiğimiz, yaşatabildiğimiz lezzetlerimiz, kaybettiğimizde neyi kaybettiğimizi anladığımız degil de neleri dünyamıza kazandırdığmızı gördüğümüz anlarimizin olmasi.
KALBINIZDE SEVGI, TIRNAKLARINIZIN ARASINDA TOPRAK EKSIK OLMASIN…

Yazı ankanindogusu.blogspot.com ‘dan alıntılanmıştır

 

 

Ergül Akyürek

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.