AKP’nin AB projesi yok – Ali Yurttagül

Partilerin seçim programlarına değindiğimiz ilk yazıda (3/5/2015) seçim bildirileri Avrupa Birliği (AB) ve üyelik müzakerelerinin Türkiye iç politikasında artık önemli bir faktör olmadığını belgeliyor demiştik.

Meclis Başkanımız Cemil Çiçek’in otomobil metaforu daha çarpıcı: “AB ile müzakereler boşlukta dönüyor, kırmızı ışıkta mazot yakıyoruz.” (Hürriyet 4/5/2015) Aslında durum daha vahim. AKP’nin sadece AB politikası değil, genel olarak politikası Pasifik ile Atlantik arasında rotasını, filosunu yitirmiş, kaptanı cinnet getirmiş bir yelkenli gemiyi andırıyor. Uzun yolculuğa hevesle binen yolcular birer birer güverteden giderken, kaptan tayfalar ve yolcular arasında cadı avı peşine düşmüş, darbe korkusu ile uyuyamıyor. En yakınlarını ihanet ile suçlarken, gemi rüzgâr ve dalgaların insafına bırakılmış, çalkalanıyor. Pusulasız geminin nereye doğru yol aldığını kimse kestiremiyor. Güverteden gidenler derken, sadece Cemaat’i kastetmiyorum. Erdoğan’ın 2010 referandum akşamı destekleri için “teşekkür” ettiği grupların şu anda nerede durduklarını bir araştırın, ne demek istediğimi anlarsınız.

Her neyse, AKP’nin seçim programı ve AB politikasını irdeleyen yazıya böyle başlamak, haksızlık olmuyor mu sorusu aklıma takılmadı değil. Objektif olmak için seçim programına göz atıp partinin ne dediğini yazmak gerekirdi diyenler için söyleyelim. AKP’nin 380 sayfa olan kapsamlı “Seçim Beyannamesi” AB politikamız veya AB ile üyelik müzakereleri gibi bir başlık öngörmüyor. Daha vahimi, AB konusu dış politikaları irdeleyen ana başlık “Vizyoner ve Öncü Ülke” kapsamında alt başlık bile değil. “Bölgesel ve Uluslararası İşbirlikleri” konusuna eğilen alt bölümde bile AB önemli bir yer tutmadığı gibi, diğer bölgesel yapılardan sonra geliyor. Müzakereleri 2005 yılında başlattıklarını söyleyen AKP, “bazı üye ülkelerin siyasi mülahazaları nedeniyle … ilerleme engellenmiştir” diyerek topu dışarı atmaya çalışmakta.

AKP herhangi bir parti değil, 2002 yılından beri iktidar partisi. Bu yüzden Ziya Paşa’nın “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” mantığı ile konuya eğilmek, iktidar partisini vaatleri ile değil, icraatları ile irdelemek zorundayız. Seçim programı ileriye dönük politikası açısından ipuçları verebilir. Ama bu “Beyanname”de de AB konusunda yeni bir açılım işareti, ne yazık ki yok.

Müzakerelerin başlama kararının alındığı ve fiilen başladığı Aralık 2004 ve Ekim 2005 tarihlerinde de, bugün de sürmekte olan “bazı üye ülkelerin siyasi mülahazaları” vardı. Buna rağmen mesafe alındığı gibi, bir ara Sarkozy ile güçlenen karşı tutum Fransa’da değişmesine rağmen, “müzakereler boşlukta dönmeye” devam etti. Bunun arkasında yatan ana sebep bugün daha berrak görünüyor. Tüm veriler AKP içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresinin AB demokrasi kriterleri ve müktesebatının kendi politika ve hedefleri ile örtüşmediğini düşünüyor. Hukuk devleti ve denetiminden rahatsızlar.

“Müzakere” kelimesi genellikle yanlış anlaşıldığı, iki taraf arasında süren bir “pazarlık” olarak düşünüldüğü için isterseniz bir örnek ile açalım. Müzakere edilen konu veya konular, aday ülkenin AB normları kapsamında “ilerleme” kaydedip etmediğinin tespiti ve analizi üzerine. “Normlar” üzerine değil. Mesela hiçbir “siyasi mülahaza” olmamasına rağmen İstihdam ve Sosyal Politikalar Faslı (Fasıl 19) on yıldır açılamıyor. Fasıl 19’un açılması önündeki tek engel Türkiye’nin iş yaşamı, sendikal haklar, iş güvenliği, ILO kriterlerini yerine getirmemekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Bu fasılda açılış kriterlerinden çok uzağız, kapamak şimdilik hayal. AKP, AB müzakerelerini ciddiye alıp iş yaşamında ILO kriterlerini kısmen bile olsa yerine getirseydi, Soma’da yaşanan facia ve iş kazaları büyük bir ihtimalle yaşanmazdı. Örnekleri devlet ihaleleri gibi konularla uzatabiliriz.

Toparlarsak, AKP içerisindeki etkin irade, AB sürecinin AKP’de “başkanlık” adı altında tartışılan proje ile çeliştiğini görüyor. Bu irade demokratik hukuk devletinin etkin denetim mekanizmalarından, Kopenhag Kriterleri’nden rahatsız, kurtulmak istiyor. Bu yüzden AKP’nin AB projesi yok artık. Geminin rotası ise meçhul.

Ali Yurttagül – Zaman

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR