Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Ada

0

Ada, anakaranın dışarısına işaret eder. [1]

Ada yalıtılmışlıktır; bir nevi çoklu münzeviliktir, uçsuz bucaksızlıkta kaybolma arzusunun ilk adımlarından biridir.

Herkesle ve her şeyle araya mesafe koyma isteğinin cisimleşmesidir.

Herkese ve her şeye siktir çekerek çekip gitme isteğinin en çekici ve en son durağıdır.

Dış etkilere en az maruz kalarak yaşama isteğinin coğrafyasıdır.

Sınırı deniz olduğu için sınır karakolları, duvarları ve anlaşmazlık potansiyeli taşıyan komşu devletleri de yoktur.

Otoyolları, nükleer santralleri, gökdelenleri, hayvanat bahçeleri, endüstriyel tarım alanları, çokuluslu bankaları, devasa tapınakları, görgüsüz sarayları da mevcut değildir.

Anakaradaki yabandan daha organik ve daha ulaşıl(a)mazdır.

Anakarada yaşanan büyük savaşlardan, toplu katliamlardan, toplama kamplarından, idam sehpalarından artakalan acı adada bir sızı olarak varlığını sürdüremez.

Bu yüzden…

Bu yüzden acı şimdiyi ve geleceği biçimlendiremez.

Bu yüzden ada topraktan değil de denizden ve gökyüzünden (yeniden) başlamaya daha yatkındır.

Bu yüzden ada “minör”ü, anakara “molar”ı esinlendirir.

Bu yüzden ada varlık ve yokluk arasındaki yerimizi (tekrar) düşünebileceğimiz en uyarıcı ve esin verici ortamdır.

Bu yüzden ada toprağın nesneyi, deniz ve gökyüzünün imgeyi esinlendirdiğini bilerek on beş yaşında ev’den kaçanların buluşma noktasıdır.

Bu yüzden ada boşluktan, yabandan, başlangıçtan (yeniden) başlama isteğini daha çok kışkırtır.

Bu yüzden ada bu dünyaya ait olma duygusunu anakaradan çok daha fazla biriktiren ve hissettiren bir coğrafyadır.

Bu yüzden ada düşünceyi öncesine; boşluğa, imgeye, henüz ad konulmamış olana; ilk sese, ilk görüntüye, ilk kokuya, ilk tada, ilk dokunuşa da taşıyan bir hatırlatıcıdır.

Bu yüzden ada tarihe değil coğrafyaya dikkat çekerken düşünenin düşünceye hükmetmesinin esin verici boyutuna da zemin hazırlar; böylece hem yaratıcılığın hem de erotizmin anlamını genişletir.

Bu yüzden ada yaratıcılığa erotik bir çekicilik de yükleyerek hem onu sır’lı ve ele geçirilemez kılar hem de bu dünyaya ait olmayı öngörülemez bir boyuta taşır.

Bu yüzden ada, “Tanrı boşluktan önce de varsa boşluğu neden yarattı? Ya da boşluktan sonra zuhur ettiyse boşluk mu onu yarattı?” gibi soruları çağıran bir içedönük çarpışma alanıdır.

Bu yüzden ada boşluğun temsil edilemez bir yoğunluk içerdiğini fark ve kabul ederek kendisiyle buluşanların dudaklarında bir gülümsemeyle dolaştıkları bir esin dünyasıdır.

Bu yüzden, “Sevinçle ya da kaygıyla adalar düşlemek, ayrıldığımızı, zaten ayrı olduğumuzu, kıtalardan uzakta, yalnız ve kayıp olduğumuzu düşlemektir  –veya sıfırdan başladığımızı, yeniden yarattığımızı, yeniden başladığımızı düşlemek[tir.]” [2]

Bu yüzden ada; yaşamanın etkin bir özelliği olarak esin sahibi olmanın, başkasına esin vermenin, esini beraberce çoğaltmanın hazzına gülümsemenin de eşlik ettiği, öngörülemez bir yok-yer coğrafyasıdır.

Bu yüzden ada dil hapishanesi içerisinden şekillenen “din ve din dışı”, “milli ve gayrı milli”, “çağdaş ve çağdışı”, “aydınlık ve karanlık”, “uygar ve ilkel” gibi ikilemlerin dışarısından düşünenlerin buluşma noktasıdır. Çünkü “din ve din dışı”, “milli ve gayrı milli”, “çağdaş ve çağdışı”, “aydınlık ve karanlık” gibi “uygar ve ilkel” de birbirine muhtaçtır; biri diğeri üzerinden var olur. Ada, bu saçma sapan döngünün dışarısını arayanların konaklama yeridir.

Bu yüzden ada tüm kapatılma mekanizmalarını ait olduğu yere (= kendisine) hapsedebilmek için Abdûlgaffar el Hayatî’nin yüzyıllar öncesinden yankılanan sorusuna da kulak verenlerin toplandığı yerdir. –Tekrar etme pahasına soruyu hatırlatalım: “Ne oldu da yabanıl, varoluşunun kaynağını kendi dışında aramaya başladı?”

Bu yüzden ada sevgilinin yüzüne hükmetmek için bakanlardan tiksinerek “sevgilinin yüzünde kaybolmayı” seçenlerin buluşma noktasıdır. Çünkü imgenin tinsel bir içerik edinerek görünür olduğu tek hakikat sevgilinin yüzüdür.

Bu yüzden ada her su damlasının aynı zamanda bir ada, her adanın aynı zamanda su damlası olduğunu idrak edenlerin kulaç attığı bir (iç) deniz coğrafyasıdır.

Bu yüzden ada yalnızlığın “maruz kalmaya”, tek başınalığın ise “razı olmaya” kayıtlı olduğunu bilenlerin en çok tercih ettiği buluşma noktalarından biridir.

Bu yüzden ada yaralarını bıçaklayan Çok Kalpli Asi’nin bir su damlasına dönüştüğü haritasız bir uçsuz bucaksızlıktır. [3]

*

[1] Kıtaların ve hatta dünyanın da ada olduğundan söz etmek mümkün. Burada düzenli ordu, nükleer bomba, endüstriyel tarım, hayvanat bahçesi, Çernobil Faciası ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla tarihe sahne olan “anakara” ile bunların dışarısında kalan “ada” arasındaki farka dikkat çekmek istiyorum.  
[2] Deleuze, G., Issız Ada ve Diğer Metinler, s. 18.
[3] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanan Yarabıçak adlı deneme kitabından bir bölüm.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.