1992 yılında Rio’da toplanan BM Konferansı’nda varılan diğer kararların yanı sıra bir de yeni iklim rejiminin kurulmasına yönelik BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) imzalandı. Bu anlaşmayı imzalayan neredeyse tüm ülkeler sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin altına indirmeyi kabul ettiler. Ancak burada alınan kararlar gelecekte alınacak önlemler için sadece bir çerçeve niteliğini oluşturuyordu.
1995 yılından itibaren her yılın aralık ayında bu çerçeve sözleşmesine taraf olan ülkeler Taraflar Konferansı (COP) çerçevesinde bir araya gelerek atılacak somut adımları irdelediler. 1997’de Kyoto’da yapılan COP3 sırasında 2008 ile 2012 yılları arasında uygulanacak azaltımlar için anlaşmaya varıldı. Bu protokol bağlamında gelişmiş ülkeler sera gazı salımlarını 1990 seviyesine göre belirli oranlarda azaltmaya söz verdiler. Avrupa Birliği’nin bu dönem için azaltım taahhüdü toplu olarak %8 seviyesindeydi.
2050: Net sıfır emisyon
2009 Kopenhag Zirvesi’nde Kyoto Protokolü’nün devamı için anlaşmaya varılamamasına rağmen AB kendisine 2020 yılına kadar %20 azaltım hedefi belirledi. Bu hedeflerin dünya ortalamasının üzerinde belirlenmesi Avrupa politikasında yeşil politikaların ağırlığının bir göstergesidir.
Paris Anlaşması tüm ülkelerin kendi hedeflerini 2oC sıcaklık hedefinin altında kalacak şekilde belirlemelerini öngörür. Avrupa Birliği de 2030 yılı için sera gazı salım hedeflerini 1990 seviyesinin %55 altında kalacak şekilde belirledi ve bu hedeflere uyacak şekilde ilerliyor. Bunun yanında birliğin aldığı bir diğer karar da salımların 2050 yılında net sıfıra düşürülmesi yönünde. Yani AB 2050 yılında sera gazı salmayan bir bölge olmayı planlıyor.
Mutabakatın kapsamı geniş
Her ne kadar bu planların önemli kısmı AB iç politikasının bir sonucu olsa da fazla sera gazı salan endüstrilerin birlik dışına kaydırılması ve birlik içerisinde kalan endüstrilerin de yatırım yaparak azaltıma zorlanması AB içinde bir baskı unsuru yarattı. Ayrıca birlik içinde yaşayan insanlar etik bir yaklaşım çerçevesinde sadece birlik içerisinde değil kendilerine ürün sağlayan tüm dünyada aynı kuralların uygulanmasını istediklerinden AB bu konudaki politikalarında kısmi bir değişime gitti. Bu değişim ve ilerleme paketine Avrupa Yeşil Mutabakatı diyoruz.
Avrupa Yeşil Mutabakatı genel kapsamıyla gerek AB sınırları içerisinde yapılan faaliyetlerde gerekse AB sınırları içine sokulacak ürünlerde iklimi ve doğayı koruma şartını güdüyor. Bu karar ilk anda hemen uygulanabilecek boyuttan çok daha kapsamlı olduğundan bu uygulamaların parça parça kullanıma sokulması planlanıyor.
Türkiye, ihracatının neredeyse yarısını Avrupa Birliği’ne yapıyor. Bu nedenle AB’nin bu yeni uygulamaları ürünlerini AB’ye ihraç eden herkes açısından önemli değişiklikler getiriyor. Bu alanda çalışan firmaların tamamı, en geç 2030 yılına kadar AB Çevre Standartları’na uyumlu üretim yapmaları gerektiğinin bilincinde olmalılar.
Bu konu görüşülürken benim karşılaştığım bir yorum “Ama biz elmayı ihraç etmeden testini yaptırıyoruz zaten, kimyasal testini yapmadan AB bu ürünü zaten almıyor” oldu. Bu tür yaklaşımların karşılaşacağımız engelleri aşabileceğini düşünmemeliyiz. AB direktifleri, sadece ithal ettikleri ürünlerde belirli kimyasalların olmasını yasaklamıyor, ithal edilen üründe bulunmasa bile üretim sırasında doğaya ve çevreye zarar verecek hiçbir şeyin bulunmamasını öngörüyor. Yani traktörle elma toplamaya giderken o traktörün de elektrikli traktör olması ya da o traktörün saldığı karbondiokside karşılık olarak çiftçinin başka bir metotla o karbondioksidi yerin altına gömmesi gerekiyor.
Uzun vadeli planlarda CO2 vergisi de düşünülmeli
Elbette çiftçinin bu karbondioksidi bir biçimde toprağa gömmesi nispeten kolay olabilir ama hazır giyim üreticisinin aynı şeyi başarması o denli kolay olmayabilir. Ancak aynı kurallar tüm sektörler için geçerli. AB Yeşil Mutabakatı doğayı ya kirletmeden üretim yapılmasını ya da eğer doğa kirletiliyorsa bunun bedelinin ödenmesini şart koşuyor. Yani hazır giyim üreticisi firma eğer ürününü AB’ye ihraç etmek istiyorsa, gümrükte AB’ye o ürünü üretirken saldığı karbondioksidin vergisini vermek zorunda olacak.
Bu durumda firmaların önünde iki seçenek var: Ya temiz üretim yaparak bu karbon vergisinden kurtulmak ya da vergiyi vermek. Firmalar bu iki seçenekten hangisinin finansal açıdan kazançlı olduğuna karar vererek ona göre hareket edecekler. Burada aklımızın arkasında durması gereken bedel, salınan bir ton karbondioksit için yaklaşık 50 Euro civarında bir vergi ödenmesi gerekeceği. Dolayısıyla da uzun vadeli planlamamızı buna göre yapmak zorundayız.
Ama, AB bu konuda bir kolaylık sağlıyor: Eğer ihracatı yapan ülkede karbon vergisi varsa ve o ürünün üretiminde bu verginin ödendiği kanıtlanıyorsa, o zaman sadece AB karbon vergisi ile ülkenin karbon vergisi arasındaki fark sınırda ödenecek. Bu durumda da en mantıklı olan bizim de AB’nin öngördüğü karbon vergisini almamızdır.
Buraya kadar güzel de bizim ülkemizde karbon vergisi yok. Eh, o zaman vergiyi bizim devletimiz alacağına Avrupa Birliği alacak. Elbette burada mantıklı olan AB sınırdaki karbon vergisi sistemine geçmeden bizim de söz konusu vergiyi koymamız ve bu şekilde ek miktarın AB kasasına girmesindense ülkede kalmasını sağlamamızdır.
Karbon piyasası
Bunun bir alternatifi de zorunlu bir karbon piyasasını acilen çalıştırmaktır ama bu işlemin hızla uygulanabilirliği karbon vergisinden çok daha düşüktür. Ayrıca karbon piyasası dediğimiz zaman karbonun fiyatının piyasa tarafından belirlenen bir mekanizma olduğunu kabul ediyoruz ki şu anda gönüllü yapılan piyasalarda karbonun fiyatı 0.50 sent civarında dolaşıyor. Bu nedenle de zorunlu bir piyasa oluşturulması gerekli. Bu zorunlu piyasa için de öncelikle ülkemizin bir karbon azaltım hedefi olmalı. Ülkemizin karbon azaltım hedefi hazırlayıp bunu uluslararası ortamda kabul ettirmesinden sonra zorunlu bir karbon piyasası oluşabilir. Bunun da ne derece zor ve uzun bir işlem olduğunu kolayca düşünebilirsiniz.
Son olarak diyeceksiniz ki, “AB bu sınır vergisini tüm ürünlere değil en fazla kirlettiğini düşündüğü beş sektöre getirdi, o zaman biz rahatız.” Ne yazık ki değilsiniz, çünkü kısa vadede sıra size de gelecek. Ülke olarak en kısa zamanda bu karbon vergisine istesek de istemesek de uymak zorunda kalacağız. İhracatımızın yarısının rekabet avantajını kaybetmesine ülke ekonomisinin dayanabileceğini düşünmüyorum.