Köye sinema gelince

Köye bu akşam sinema geldi. Kazdağlarının eteklerinde toplam hane sayısı 100’ün altında olup, her geçen sen daha da azalan bir köyden bahsediyorum. Çevresindeki diğer köylerle birlikte ortak bir kaderi paylaşan bir köyden. Yüzlerce yıldan beridir süre giden tüm yaşam döngülerinin parçalanmasıyla insansızlaşmaya, terk edilmeye, yok olmaya mahkûm edilen köylerden birine bu akşam sinema geldi.

Onbir yıldır dünyada ve Türkiye’de çok ses getiren bol ödüllü filmleri sinema meraklılarına ulaştıran !f bu seneki programına Kazdağlarındaki Adatepe köyünü de dahil etmiş. Dersim’den Mersin’e, Rize’den Filistin’e uzanan çok geniş bir coğrafyada İstanbul’dan canlı filmlerin gösterildiği etkinlik için köyün terkedilmiş eski ilkokul binası, Taşmektep hınca hınç doluydu. Odun sobasının ısıttığı salonda değil oturacak, ayakta duracak yer kalmamıştı.

Gösterilen Eğer bir ağaç devrilirse: Yeryüzü Özgürlük Cephesinin hikayesi ( If a tree falls: a story of Earth Liberation Front başlıklı film salonu dolduran insanların çok yakından ilgilendikleri bir konuya dairdi. Film Doğa’nın büyük şirketlerin çıkarları için tahrip edilmesine duyulan tepkinin büyümesi ve belkide tarihin gördüğü en radikal çevre savunucusu grubunun ortaya çıkmasını hikâye ediyor. ‘90’larda ABD’nin kuzey batı bölgelerinde, özellikle kereste ticareti için yüzlerce yıllık ağaçların kesilmesi karşısında çaresiz kalan bir grup insanın giderek düzeni sorgulamaları anlatılıyor.

Filmin burasına kadar anlatılanlar büyük ölçüde filmin gösterildiği köyün hikâyesine benziyor. Piyasa ekonomisine geçişle birlikte ekonomik hayatlarını sürdürmekte zorlanan insanlar günün birinde madencilerin gelip yüzyıllardır koyun otlattıkları, suyunu içtikleri, meyvelerini topladıkları dağlarda altın arayacaklarını duydular. Bozulan ekonomik durumlarına rağmen madencilerin cazip vaatlerine kulak tıkayan Kazdağlarının köylüleri yıllardır yaşam alanlarını savunmaya çalışıyorlar.

Salonda film izleyenlerden bir kaçı daha bir gün önce civardaki üç ayrı köyde ÇED süreci için formaliteleri tamamlamaya gelen şirket yetkililerinin jandarma ile birlikte nasıl diş gösterdiğini görmüşlerdi. Sularının, havalarının, meralarının yok edilmesine rıza göstermeyen başka köylülerle dayanışmalarının nasıl engellendiğini, Devletin Valisi tarafından nasıl tehdit edildiklerini film başlamadan önce arkadaşlarına anlatıyorlardı.

Barışçı yöntemlerin yetersiz kaldığı noktada radikalizm bütün baştan çıkarıcılığıyla tek seçenek olarak kalıyor ister istemez. Filmdeki aktivistler sistemin şirketler lehine işleyişinden sıkılmışlardır. Barışçı protesto eylemleriyle sonuç almak bir yana, gösterilerinde devlet şiddetinin acımasız yüzünü görürler. Her eylem polis jopuyla, biber gazıyla ve gözaltılarla bastırılır.

Barışçı gösterilerle sonuç alınamayacağına karar vererek doğa tahribatına neden olan şirketlere doğrudan zarar vermeyi seçerler. Kısa bir zaman sonra Yeryüzü Özgürlük Cephesi (ELF) bir efsane gibi anılmaya başlar. ELF eylem olarak şirketlere ait mal varlıklarına yönelik onlarca sabotaj düzenler ama çıkarttıkları yangınlarda canlılara zarar vermemeye özen gösterirler. Öyle ki, düzenledikleri onca eylemin ardından bir kişinin bile burnu kanamamıştır.

Pasifistlerle aralarındaki bitmeyen tartışmaların da etkisiyle midir bilinmez ama bir süre sonra Yeryüzü Özgürlük Cephesi kendiliğinden dağılır. Arkalarında kızgın bir Devlet ve piyasaya yeni sürülen eko- terörizm suçlaması vardır. ELF kendini dağıtsa da Devlet’in işin ucunu bırakmaya hiç niyeti yoktur. Çünkü zaman sistemi bir şekilde tehdit eden her şeyi terörizm olarak göstererek şeytanlaştıran 11 Eylül sonrası dönemdir.

Marshall Curry ve sam Culman’ın ortak yönettiği film toplum yararına bir iş yaptıklarını düşünen eylemcilerin terörizm suçlamaları karşısındaki şaşkınlığını anlatan bir politik belgesel olmanın ötesinde kişisel ve samimi bir yaşam öyküsü; son kararı izleyiciye bırakan bir hesaplaşma bir anlamda.

Filmdeki sabotajcı Daniel’in yargılanma sürecini izlerken Erzurum’un Tortum İlçesi’ne bağlı Bağbaşı Beldesi’nde yaptırılacak HES’e karşı gerçekleştirilen eylemlere katıldığı gerekçesiyle hakkında 3 ayrı suçtan 9 yıl hapis istenen Leyla Yalçınkaya’yı düşünmeden edemedim.

Mahmut Boynudelik
Mahmut Boynudelik
1957 doğumlu ve YG ekibinin şimdilik yaşça en tecrübelisi, kimsenin bilmediği bağzı eski kelimeleri kullanır. 6 Ağustos 2012’de kırk yılın başında Yeşil Gazete için yazdığı köşe yazısı vasıtasıyla Noam Chomsky, James Hansen ve Bill Mc Kibben ile köşe komşusu olması nedeniyle yerli yersiz övünür. Aslen Yeşil Gazete esenler muhabiridir; yani estikçe yazar. Bazen okur yazar, bazen yazar okumaz, bazen okumadan yazar, bazen okur yazmaz, bazen ne yazar, ne okur. Okumadığı ve yazmadığı zamanlarda Kazdağları ve İstanbul arasında tembellik hakkı aktivistliği yapar. Ha, bir de YG dış köşe ve yorum editörüdür, yorum yazıları göndermeyi düşünüyorsanız iyi geçinmenizde fayda var. Rumuzu: MB

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Otoban

Otoban yapılmaya başlanmasıyla birlikte şehrin küçük nüfusunu oluşturan otomobil sahipleri yayalara değil, yayalar onlara tabi kılınmaya başlandı.

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

'Üzerinde düşünülmesi gereken, neoliberal pratiklerle frenlenmiş toplumsal dinamik ve mekanizmaların baskı ve zor araçlarıyla kuşatıldığı şartlarda nasıl bir direnişin örülebileceğidir.'

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

EN ÇOK OKUNANLAR