görüşmek üzere…- ayşe düzkan

Bu yazı yeninyasamgzetesi.com sitesinden alındı

duymuşsunuzdur, istinaf mahkemesi benim de aralarında olduğum gazeteciler hakkında açılan davada çıkan kararı onayladı. böylece özgür gündem gazetesiyle dayanışmak amacıyla bir gün nöbetçi genel yayın yönetmenliği yaptığımız için bana, ragıp duran’a 18’er ay, haberlerinden dolayı hüseyin bektaş ve mehmet ali çelebi’ye yine 18 ay, hüseyin aykol’a iki yıl hapis cezası verilmiş oldu.

çok yakın bir zamanda, bu cezayı yatmak üzere teslim olacağım. cezaevinde yazma ve yazıyı ulaştırma koşulları nasıl olur bilemiyorum. o yüzden bu, bir süreliğine bile olsa bir veda yazısı.

mehmet ali çelebi’nin zaten cezaevinde olduğunu, türkiye genelinde siyasi sebeplerle cezaevinde olanların sayısının 50 bine dayandığını ve disk basın-iş’in kayıtlarına göre bunların arasında 150 civarında (civarında diyorum çünkü sayı sürekli değişiyor) gazeteci bulunduğunu düşününce, “geçmiş olsun”ları kabul ederken bile mahcup oluyorum.

özgür gündem’in ve onu önceleyen gazetelerin bürolarında, bu gazetelerde çalıştıkları için canlarından olanların fotoğrafları asılıydı ve bu fotoğraflar bir duvarı kaplayacak kadar çoktu. onları düşününce konudan bahsetmek dahi zoruma gidiyor.

son dönemde birçok gazeteci sürgüne gitmek zorunda kaldı çünkü aldıkları ya da alma riski taşıdıkları cezalar ömürlerinin ciddi bir kısmını oluşturuyor. insanın yakınlarından, yurdundan, -hele de gazetecilik gibi dille yapılan bir mesleği varsa- anadilinden uzak olması, avrupa’da adım başı ırkçılığa maruz kalmak nasıl zor bir iş, bilen bilir. ben de, ege’nin sahillerini, denizi, istanbul’un sokaklarını,vapurları, istiklâl caddesi’ni, müziğin iyi, içkinin ucuz olduğu barları, pazar yerlerini, buralara mahsus yemekleri, pul biberi seviyorum, insanı uykusundan uyandıran ezana, gündüzleri ona karışan çan seslerine, hiç dinlemesem de sözlerini bildiğim alaturka şarkılara, 15 yaşıma kadar varlıklarından bihaber olduğum alevilerin deyişlerine, kürtçeye, çocukken kulağıma çalınan rumcaya, çok sonra tanıştığım ermeniceye, şimdilerde duyduğum arapçaya aşinayım, bütün bunlardan ve anadilim türkçeden kopmak çok zor geliyor bana çünkü bütün bunlar yurdum, yoksulluğa ve savaşa mahkum edilmesi karşısında kahroluyorum ve sürgündeki arkadaşlarımı düşününce…

selahattin demirtaş’a yönelik aihm kararına karşı ışık hızıyla sonlandırılan davada mahkum edilen sırrı süreyya önder’in yine ışık hızıyla hapse atıldığını gördükçe…

gezi’ye yönelik soruşturmalara baktığımda ve barıştan söz edenlerin yaşadıklarını hatırlayınca, şu 18 aydan bahsetmek bile ayıp geliyor.

ama en basitinden bir gazeteci dayanışmasına dava açılmış olması bir yana, hapis cezası verilmesi birçok şeyi gösteriyor tabii. en başta bu mesleğin ve dolayısıyla halkın haber alma hakkının nasıl bir tehlike altında olduğunu…

çünkü özgür gündem nöbetçi genel yayın yönetmenliği, her şeyden önce gazeteciliği korumaya yönelik bir dayanışma eylemiydi.ama aynı zamanda, -en azından benim için-  bir türk olarak, bu topraklarda barış talebine sahip çıkmak anlamına geliyordu.

böyle durumlarda cesaret kavramının çok fazla dolaşıma sokulduğuna şahidim. kendi adıma söyleyeyim, cesur değilim. sadece, tarihin her aşamasında farklı bir biçim almış olan eşitlik, özgürlük ve adalet davasına, kendimi bildim bileli ucundan tutmaya çalıştığım davaya yararlı olmaya çalışıyorum. zaten mesele cesaret de değil. günde on saat, on iki saat çalışan, işinden olduğu anda çocukları, ailesi ve kendisi aç kalma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bir emekçinin bu kadarını bile yapma lüksünün olmadığının farkındayım. bu, kelimenin her anlamıyla bir “nöbet”, sıra bize gelmişti, tuttuk, devam ediyoruz.

bu gazetenin okuruyla kurduğu ilişki başka mecralardan çok farklı, sokakta, pazarda karşılaşınca selamı esirgemeyen okurların yanımızda olduğunu biliyorum. bu yazının, biraz fazla öznel ve kişisel olmasını da bu seferlik bağışlayacaklarına güveniyorum. gidiyoruz ama bir gün döneceğiz. şimdilik, meşrebinize göre, yol arkadaşlığınıza, iyi dileklerinize, dualarınıza talibim.

ayşe düzkan – Yeni Yaşam Gazetesi

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR