Bu karnede rakamlar yok, yeşilin tonları var – Pelin Cengiz

Cumhurbaşkanlığı seçiminde herkes kime oy vereceğini biliyor, kararsızların durumu azınlıkta. Seçim kampanyasında Erdoğan 12 yıllık iktidarı boyunca neler yaptığını, Ekmeleddin İhsanoğlu kim olduğunu, Selahattin Demirtaş ise seçilirse neler yapacağını anlattı. Üç adayla ilgili yapılan değerlendirmelerin neredeyse tamamı da siyasi söylemler üzerinden gerçekleşti. Herkesin aklında adaylarla ilgili siyasi bir karne var. Şimdi, üç adaya ekoloji ve kentleşme meseleleriyle ilgili yeşilin tonları üzerinden bir karne verelim istiyorum.

Şu noktanın hakkını teslim ederek başlayalım. Ekoloji, ekonomi, kentleşme arasındaki sorunlu ilişkinin, eşitsizliklerle dolu denklemin, önüne ne varsa katıp götüren kalkınma ve büyüme fetişinin gelişmekte olan, sürekli “daha iyi” yaşam, daha çok tüketim isteyen kitlelere sahip ülkelerde konuşulması neredeyse imkânsız. Bu konunun sorgulanması hâliyle öncelikler arasında yer alamayınca, ne vatandaşların ne de siyasilerin gündemi olabiliyor. Bu kalkınma efsanesinin yarattığı hiç yabancısı olmadığımız hava kirliliği, trafik, su taşkınları, susuzluk, kuraklık gibi sorunlarla yüzleşmek kimsenin işine gelmiyor.

Bunu değiştirecek unsurlar, toplumsal mücadele hareketlerinin değişim isteyen taleplerinin artması ve siyasal kurumların bu taleplere eninde sonunda cevap verecek olması… Ekoloji ve yeşil hareketin çığ gibi büyümesinin, dayanışma içinde olmasının mimarlarından biri şüphesiz Erdoğan ve iktidarının uygulamaları. Ancak taleplere cevap verme konusunda henüz hiçbir varlık gösteremeyen de yine Erdoğan ve iktidarı hâliyle.

Erdoğan’ın yaptıkları ardında. Türkiye ekosisteminin 12 yılda nasıl bir rant, talan ve gasp düzenine kurban verildiğini artık herkes biliyor. Geçmişi ve 2023 hedeflerini sıraladığı Vizyon Belgesi’nde iki başlık dikkat çekici. Biri ekonomik refah, diğeri yerel yönetimler ve çevre. Ekonomik Refah bölümündeki tarım kısmında, “Tarımda büyük bir yapısal değişim ve dönüşüm gerçekleştirdik. Uyguladığımız stratejiler ve desteklerle istikrarlı bir büyüme sağladık” diyor. Türkiye’nin giderek tarım ülkesi olma özelliğini kaybettiğini söylemiyor. Son 20 yılda üç milyon hektar tarım arazisi amacı dışında kullanıldığı için yok oldu, 13 yılda 1,7 milyon çiftçi tarımı bıraktı, 13 yıl önce tarımın istihdamdaki payı yüzde 36 iken bu rakam yüzde 23,6’ya düştü.

Çevreyi sadece yerel yönetimlerin uhdesinde bir mesele gibi görmenin sakatlığı bir kenara, en can alıcı cümlelerden biri şu olsa gerek: “Çevre alanında ülkemize çağ atlattık. Son dönemde çevreyi koruma, her türlü kirliliği giderme, ağaçlandırma noktasında bir devrim yaşamıştır.” 12 yıldır ne duruyordunuz dedirten şu vurucu cümle sona saklanmış: “Çevre alanında yeni Türkiye hedefimiz, ekonomik kalkınma ile çevre arasında en uygun dengeyi kurmak.”

Seçim vizyonunda, “Ülkemizin tüm mega projelerini iktidar ve muhalefetin el ele kutlayacağı, birlikte kurdele kesip ortak sevinç yaşayacağı bir Türkiye inşa etmek” ifadesine yer veren Ekmeleddin İhsanoğlu’nun TEMA Vakfı’na üye olması dışında dişe dokunur bir faaliyeti yok. O sırada söylediği ilkokul bir seviyesindeki şu cümleleri saymazsak tabii: “Çevre bizim yaşam kaynağımızdır. Her bir birey çevresine sahip çıkmalıdır. Yoksa geleceğimiz tehdit altındadır. Seçilirsem, en öncelikli hizmetim doğal yaşamı korumak olacaktır.”

Yeşil’i Yeni Yaşam Çağrısı’nın başlıklarından biri hâline getirmiş Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden daha önemlisi, Türkiye siyasetine getirdiği yeni soluktur. İlk kez çevre, siyasi bir kampanyanın temel belirleyicilerinden oldu. Ekolojik dengeyi gözeten, doğayla barışık siyasi kampanya yapılabileceğini, koruma ordularıyla gezenlere inat bisiklete binen siyasetçi de olabileceğini gösterdi. Demirtaş’ın açtığı yolun, ekoloji ve kalkınma arasındaki ilişkinin yeniden sorgulanmasına yol açacak zihin değişikliğinin bir adımı olarak görüyorum.

 

Pelin Cengiz -Taraf

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR