5 dakikada kaşe yapılır – Yunus Muluk

Cadde üzerindeki bir dükkân tabelasında şöyle bir reklam okudum “ 5 dakikada kaşe yapılır”. Yaşamı boyunca çok fazla kaşe yaptırma ihtiyacı duymayan biri olarak kaşe ile ilgili en son hatırladığım kaşenin 1 günde yapıldığı idi. Kaşenin 1 günde yapılabileceğini okuduğum zaman da bana şaşırtıcı derecede hızlı gelmişti. Bu durumda 5 dakika benim için çıldırtıcı olmalıydı. Kaşe yaptırmak için bu kadar hıza ihtiyacımız var mı gerçekten? Yaşamımızı sahiden kolaylaştırıyor mu? Kaşe yaptırma ihtiyacımız kaşe yapım süresini 5 dakikaya mı indirdi? Yoksa kaşe yapım süresi 5 dakikaya inmiş olması mı böyle bir ihtiyacımız olduğunu hissettiriyor.

Benzer biçimde 0 km’den 100 km’ ye 2.8 saniyede ulaşan bir araç olduğunu bilmesek bunu araç seçimimizde bir kriter olarak kabul eder miydik? Bilgisayar seçerken bilmem kaç çekirdekli bilgisayara ekonomimiz oranında yaklaşmaya çalışır mıydık? Ankara-İstanbul arasını hala 10 saate gidebilen ulaşım teknolojimiz olsaydı daha kısa sürede gitmemeyi bir eksiklik olarak algılar mıydık? Birileri çıkıp kendi ülkesini gelişmiş ülke olarak tanımlamasaydı biz ülkemizi gelişmekte olan ülke olarak tanımlayıp yaşam biçimimizi ve standartlarımızı onlara yakın olması için çabalar mıydık? Tamamen hızlı yaşama ve hızlı tüketme üzerine devam ederken kendinizi aniden bu hıza kaptırmış buluyorsunuz. Yetişemezsen eksiksin çünkü… Eksikliğini gidermek için de öndekine yetişmek zorundasın. Yetişmesen de geridekinden önde olmamalısın. Endüstriyalizmle birlikte başlayan bu akıl almaz hıza yetişmek için kullandığımız teknolojik aletlerimizi o kadar çok yenilemek ya da güncellemek zorunda kalıyoruz ki bir süre sonra takip etmeyi dahi bırakıyoruz. Aslında tam bir kısır döngünün içerisine çekiliyoruz; ihtiyaç çözmek için var olan teknolojik buluşlar, korkunç sayıda ve hızda çevremizi kuşattıktan sonra ihtiyaç hissediyoruz. Sonra yeni hız ivmesine yetişmek için yeniden o teknolojik aletleri kullanıyoruz. Maruz kaldığımız bu durumu kısaca şöyle formüle edebiliriz: icat et- ihtiyaç hissettir- tükettir. Hız karşısında sürekli yenilenen, yenilenmek zorunda kalan sadece teknolojik aletler değil. İnsan olarak da hiçbir zaman bu hıza yetişemeyeceğimizi bile bile her gün, her ay ve her yıl kendimizi güncellemek zaman zamanda yeniden biçimlendirmek zorunda kalıyoruz.

Hız, teknoloji ve tüketim ilişkisi artık kentlerde de kuruluyor. Kentler artık yeni bir biçim aldı. Kent kendi başına bir tüketim objesine dönüştü. Yaşadığımız kentin büyüme hızı karşısında kenti kaç defa yeniden öğrenmek zorunda kalıyoruz? Her yıl açılan birden çok AVM’lerin hangisini ne amaçla kullanacağımız bilgisine sahip olmak zorundayızdır. Ya da kentin yeni yapılaşan bölgesinin tüm yol bağlantılarını, ulaşım biçimlerini yeniden, yeniden ve yeniden öğrenmeliyiz. Kent projeleri, kentin ihtiyaçlarını çözmek yerine ekonomik değer yaratmak için yapılıyor. Yukarıdaki formül inşaat teknolojisinin de hızlanması ile birlikte kent için, projelendir- ihtiyaç hissettir- tükettir, biçiminde uygulanıyor.

Bu durumun en somut yansımalarını ülkenin en büyük kentinde sıklıkla görüyoruz. Barınma ihtiyacını çözme iddiası ile başlayan konut projeleri İstanbul’da 150 000 konut fazlası yarattı. Konut inşaatında konut fazlası yaratılmışken Çevre ve Bakanı Erdoğan Bayraktar 1,5 milyonu İstanbul’da olmak üzere 7 milyon yeni konut yapacağını açıklaması projelerin barınma sorunu çözmekten çok ekonomik değer yaratmak için yapıldığının bir göstergesidir. İstanbul’un en büyük projelerinden biri olan 3. Köprü projesinin İstanbul’un trafik sorununu çözmeyeceğini tartışmaya bile gerek yok. Köprü inşaatı tamamlandıktan sonra kentin kuzey yönüne doğru baskı yaratacağı yeni yerleşimleri tetikleyeceği ve kendi kentlerini oluşturacağını ön görmek için kâhin olmaya gerek yok sanırım. Taksim’i kullanan hiç kimse Taksim ve çevresinde alışveriş yapma mekanlarının yetersizliğini hissetmemişken Topçu Kışlasının alışveriş merkezi olması amacıyla yeniden inşa edilmeye kalkışılması belli ki, ihtiyacı gidermekten çok, Taksim ve çevresini ticari çekim merkezi yapmak içindir. Vapurla Sivriada ve Yassıada’nın yakınından geçerken ya da kent planlaması yapılırken hiçbir uzman ve vatandaş bu iki adanın imara açılması ve Kongre Merkezi olması gerektiğini hissetmemişken plan revizyonları ile imara açılmalarını anlamak mümkün değil. Bir süre sonra kentin kongre merkezi ihtiyacı tartışılmaya başlanıp bu iki adanın da en iyi çözüm yeri olacağı konuşulduğunu duyarsak şaşırmayalım.

Tek başına iktidar olan AKP ile birlikte büyüme hızının arttığı ve bu artışı yaşamımızda daha fazla hissettiğimiz bir gerçektir. %50 oyla iktidar olmuş AKP’nin endüstriyalizmin hızlı büyüme biçimini en iyi uygulayıcısı olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Her ne kadar, Türkiye’nin Batıya oranla az gelişmiş olması ve ekonomik anlamda Onlara yetişme arzusunun daha güçlü olması AKP’ye vahşi kapitalizmin yöntemlerini uygulatıyor olsa da genel ekonomi politiğinin neoliberal olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Sanayileşmeye, gelişmeye, büyümeye, teknolojiye hayranlığımız olduğunu düşünürken patlayan Gezi Direnişi bu anlamda da ezberleri bozdu. Aslında, gezi parkı direnişinin toplumsal ön planında kente sahip çıkma ve karar verme süreçlerinde bulunma isteği olsa da arka planında içinde bulunduğumuz kontrolsüz hızlı yaşamı kontrol etme arzusunun olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Gezi bir frendi. Kendine dayatılan yaşam biçimine karşı frene basma eylemiydi.

 

 

Yunus Muluk

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

Güzelliğe, iyiliğe açık kalmak için Açık Radyo

Kötülüğün eşiği aşıldı. Elimizdekileri kaybetmememiz ve kötülüğe karşı durabilmemiz için Açık Radyo açık kalmalı. Sesimize ve sözümüze sahip çıkmak için elimizden geleni yapmalı, dayanışmayı büyütmeliyiz.

Açık Radyo’suz olmaz!

'Hüznün fiziği'nin diyalekti açısından bakarsak en derin hüzünler en coşkulu ve en mutlu adımları getirecektir. Tabii yaşama ve mücadeleye olan inancımızı yitirmemişsek...

EN ÇOK OKUNANLAR