Dış Köşe

10 yıl oldu, özlüyoruz Ahparig! – Bülent Aydın

0

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

Hrant Dink, bir asırdır sürdürülen nefretle vurulup yatarken o kaldırımda koşarak gelmiştik belki yalandır diye. Doğruymuş, duramadık yürüdük acımızı bağırarak Taksim’e. Duramadık, yürüdük yine düştüğü yere. O gün bu gün “Hrant’ın Arkadaşları”yız. Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz…

Ocak ayı soğuk geçer İstanbul’da. Kar getirir bazen, beyaz bir örtü serilir kentin üzerine. Bu yıl da öyle oldu. Çok kar yağdı. Değil güvercinler, martılar bile sığınacak yer aradı. Her yıl önceki yılların sevinçlerini ve acılarını da taşır zamana. Zamanla geçmeyen acılar da vardır ama. Kara delikler gibi oymuştur içimizi. Hrant Dink’in vurulup düştüğü 19 Ocak günü yaklaşırken yüreği sızlamaya başlayanlardanım ben. On yıl oldu hiç kapanmadı bu yara. İstanbul’un orta yerinde, Agos’un önünde sanki hala yatar o kaldırımda arkadaşımız.

“Hrant’ın Arkadaşları”ndanım ben. Hrant Dink’i hayattayken tanıyan, tanımayan ama ona kulak veren, milli mutabakatla katledilişini içine sindiremeyen, ardından davasını takip edenlerden biriyim. On yıldır her 19 Ocak’ta olduğu gibi, saat 14.30’da orada olacağız yine. Tutup elinden, düştüğü yerden kaldırmak ister gibi arkadaşımızı. Keşke bu mümkün olsa. Daha dün gibi, bir asır önce gibi. Gelecek güzel günlere umudu taşır gibi. “On yıl oldu buradayız, özlüyoruz Ahparig” demeye hazırlanıyoruz.

Yüzünü göreceğiz yine gazetesi Agos’un binasında, özlediğimiz sesini dinleyeceğiz Agos’un önünde. Bir vicdan denizi gibi dört bir yandan akıp gelen iyi insanlarla buluşacağız. Yüreğimiz ellerimizde, gözlerimizde öfke, inat. “On yıldır Hrant yok, adalet yok” diyeceğiz. Acımızı bağıracağız.

Aslında her 19 Ocak’ta Hrant Dink ile konuşur gibiyiz. Bu kalabalığın bir kısmı daha çocuktu o zaman. Genç oldular şimdi. Hrant’ın komşuları, çocukluktan arkadaşları var. Nar taneleri gibi dağıldığı uzak ülkelerden gelenler var. On yıl bu dile kolay ama bir yandan daha dün gibi. Hrant Dink, bir asırdır sürdürülen nefretle vurulup yüzükoyun yatarken o kaldırımda koşarak gelmiştik belki yalandır diye. Doğruymuş, duramadık yürüdük acımızı bağırarak Taksim’e. Oturduk dizlerimiz kesik gibi bir zaman. Duramadık, yürüdük yine düştüğü yere. Geceydi artık, hava karanlık, gözlerimizde çakmak çakmak yanan acımız. O gün bu gün “Hrant’ın Arkadaşları”yız. Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz…

Üç gün sonra tarihin birikmiş öfkesini akıtır gibi, ağır ağır akan sel gibi ardından yürüdük arkadaşımızın cenazesinin. Koca kenti baştan başa geçtik gözyaşı ve sloganlar içinde. Sesimizi tutamadık içimizde. Hrant Dink’in sevdiği insanlarla, sevdiği caddelerinden geçtik İstanbul’un. Yürüyoruz hala biz o caddelerde ama on yıldır çok eksiğiz.

Bir çocuk tetik çeker, bir tarih devrilir

Çocuk yaşta tetikçi cinayetin ertesi günü yakalandı. Bir yanında polisler, bir yanında jandarmalar, eline verilen bayrakla çekilen sırıtan görüntüleri yüzümüze çarpıldı. Dava açıldı, üç ay sonra başladı duruşmalar. Hrant’ın Arkadaşları, arkadan vuranları müsamere gibi yargıladıkları mahkeme kapısındaydık her duruşma. Beşiktaş İskelesi şahittir inadımıza. Yaz oldu, kış oldu, biriktirdik zamanı. Elden ele, dilden dile yayılan bir çağrı oldu yıllar geçtikçe feryadımız: “Hrant için adalet için.” Çocuklardan katil yaratan karanlığı sorguladık her defasında: “Öldür diyenler yargılansın.” Katillerin arkasında duranları işaret ettik. Bağırdık yetmedi, elimizdeki kartonlara tek tek yazdık isimlerini. “Katilleri koruyan cinayete ortaktır.”

Beş yıl sonra bir karar çıktı, olmaz dedik, yürüdük o akşam mahkemeden vurulup düştüğü yere kadar. Hrant Dink’in eşi, çocukları, kardeşleri düştü önümüze. Öfkemiz dilimizde, yüzümüze çarpılan adaletsizliğe isyan ettik. Yokuştu yol, yokuştu zaman. İki gün sonra onu anmaya on binlerce toplandık yine Agos’un önünde. “Beş yıl değil doksan beş yıl da geçse bu dava böyle bitmez” dedi o gün Hrant’ın Arkadaşları. Yıllar boyunca arkadan vuranlara hedef olmuş canlarımızın yakınları da oradaydı. Akrabalar zaten hepsi, acının akraba ettiği insanlarımız. Omuz omuza caddeyi kapladılar bir baştan öbür başa…

Bir asır önce Hrant Dink’in halkını bu topraklardan yok eden karanlık tekrar çıkmıştı karşımıza. “Emin misiniz, son kararınız mı?” diye sormuştuk. Karar verenler bile emin değildi kararından. Ama adet böyleydi bu topraklarda. İyiliğin bayrağını açanları kötülüğün bekçileri hedef gösterir. Bir çocuk tetik çeker bir tarih devrilir. Acılar birikir, adaletsizlik büyür. Ama tarihin de bir adaleti var, gün olur devran döner. Altıncı yılında yeniden başladı mahkeme. “Müsamereyi bırakın, asıl sorumluları yargılayın” dedi o gün Hrant’ın Arkadaşları.

Sesimizi biriktirdik, anlatmaya devam ettik. Dünya duydu feryadımızı. Her 19 Ocak’ta “Buradayız Ahparig” diye Agos’un önüne geldik. Bazen az, bazen çok. Bazen kar, yağmur yağdı üstümüze. Cinayetin sekizinci yılında nihayet genişledi dava. Hrant Dink’i korumakla yükümlüyken, bir yıl önceden bildikleri cinayeti önlemek için parmağını bile kıpırdatmayanlarla, tetik çekenlerin yanında duranların bir kısmı çıkarıldı bu sefer hakim karşısına. Onlar birbirlerine suçu yıkmaya çalışırken, Hrant’ın arkadaşları “Hepiniz oradaydınız” diyorduk mahkeme önlerinde. Kimi terfi etmişti çoktan, kimi hala görevde. Mahkeme Çağlayan’daki “Adalet Sarayı”na taşındı. Hrant’ın Arkadaşları sarayın önüne.

Dokuzuncu yılı da bitirdik adalet nöbetinde. Üstüne örtülmeye çalışılan kalın perdeye rağmen, cinayetin hemen arkasından apaçık görülen yerdeyiz şimdi. O perdeyi kaldırmaya birazcık niyet etseydi muktedirler belki devletin kendini temize çekmesine bir vesile olurdu bu dava. Hrant Dink’in dediği gibi belki gerçekler, belki tarih konuşurdu. Geçen on yılda yeni acılar eklendi acılarımıza.

Duyduklarımızı on yıl önce de biliyorduk

23 Ocak 2007 günü. Hrant Dink’in cenazesi. Bülent Aydın, Tayfun Mater ile birlikte anons aracının üzerinde.

Davanın ilk gününden beri tüm adalet nöbetlerine katılanlardan biriyim. Bazen koşa koşa, bazen umutsuzlukla gittim adliye önlerine. Adaletle alay ediliyordu ilk davanın duruşmalarında. Birbirimize sarılarak merhem olduk aslında. Zafer için değildir aslında adalet talebi. Öldürülenin anısına saygı, hakkı yenmişin yanında durma iradesidir o talebi canlı tutan.

Geçen yıl, cinayette sorumluluğu olan kamu görevlilerinin yargılandığı duruşmaların ise hemen hepsine katıldım. 9 celse halinde 32 duruşma yapıldı. Bu bölümün son celsesi 16-17-18 ve 20 Ocak günlerinde yapılacak. Cinayete giden yolun taşları döşenirken her şeyden haberdar olanların bir kısmı çıkarıldı bu kez hakim karşısına. Trabzon’da, Ankara’da, İstanbul’da görevli istihbaratçılar, polis şefleri, müfettişler birbirlerini suçladılar duruşmalar boyunca. Ama hiçbiri Hrant Dink’i korumak için hareket etmemişlerdi. Bunu neredeyse hiç düşünmemişler bile. Uzun uzun mevzuat ve prosedür anlattılar.

O salonda duyduklarımızın çoğu irkilticiydi. Bugün ortaya çıkanları on yıl önce de biliyorduk biz aslında. Israrlı adalet talebi bütün bu yıllar boyunca davanın sürmesinde etkili oldu. Kamu görevlilerinin yargı önüne çıkarılması ise 9 yıl sonra, devlet içinde örgütlenmiş bir yapıya suçu yıkma olanağı ortaya çıkınca mümkün oldu. Dava dışında da önemli gelişmeler oldu. 25 Temmuz darbe girişimi ardından Trabzon ve İstanbul’dan jandarma istihbarat görevlilerinin cinayet mahallinde katili kolladığına dair görüntüler ortaya çıktı. Bunu da 10 yıl önce biliyorduk. Yeni tutuklamalar oldu. Jandarmalarla ilgili dava henüz ortada yok. Davanın açılmasını ve kamu görevlilerinin tetikçilerle birlikte yargılandığı davayla birleştirilmesini bekliyoruz. O takdirde on yıldır haykırdığımız talebimiz kısmen gerçekleşecek.

Trabzon Emniyetinden görevliler başka suçlara da karışmış olan tetikçi ekibi önce takip etmiş, İstihbarat Daire Başkanlığı ve İstanbul Emniyeti’ne Hrant Dink’in kesin olarak öldürüleceği raporunu yazdıktan sonra tetikçileri takibi bırakmış. Cinayetin önlenmesi için, tetikçi ekibin bir parçası olan muhbirlerinin ikna kabiliyetine güvenmiş başka önlem almamışlar.

Cinayetin hemen arkasından inceleme için Trabzon’a gönderilen müfettişler, jandarmanın bağlantısını tespit ettiklerini fakat sağlıklı bir araştırma yapmalarının engellendiğini, ifade alamadıklarını jandarma binasına bile yanlarında askeri müfettişler olmadan giremediklerini anlattılar. Trabzon Jandarma komutanının görevden alınmasını istemişler fakat yapılmamış. Jandarmanın da baştan beri haberi var tetikçilerin hazırlığından.

İstanbul Emniyeti, zaten sürekli tehdit altında yaşayan, üstelik öldürüleceği bilgisi alınan Hrant Dink’i korumaya gerek görmemiş.

Dönemin İstihbarat Daire Başkanı, İstanbul Emniyet Müdürü’nün cinayeti neredeyse bir yıl önceden haber veren evrakı yok etmesini kendisinden istediğini duruşmada söyledi. “Yoksa hepimiz yanarız” demiş. Bu ifade üzerine duruşma salonunda ikisi arasında tartışma yaşandı. Sonraki duruşmada bu konu tekrar gündeme geldi. İstihbarat Daire Başkanı Ankara’ya döndüğünde tartışmayı İçişleri Bakanı, Müsteşar ve Emniyet Genel Müdürüne ve dönemin Başbakanına aktardığını anlattı. Hepsinin bu cinayetin örtbas edilmek istendiğinden haberi varmış.

İstanbul Emniyet Müdürü cinayeti haber veren evrakı önceden görmediğini söyledi. Cinayetten sonra İstanbul’a gelip inceleme yapan müfettişler ise İstanbul’da evrak üretildiğini gördüklerini, Emniyet Müdürünün görevden alınmasını istediklerini ama bunun yapılmadığını anlattılar.

Neredeyse bir yıl önce Trabzon’dan İstanbul emniyetine gelen cinayet ihbarı ve tetikçi bağlantısı bilgisi üzerine ne yapıldığını sordu mahkeme İstanbul İstihbarat Müdürüne. Hiç birşey yapılmamış. Hatta verilen adrese gidilmemiş bile. Cinayette sonra incelemeye gelen müfettiş gidip bulmuş adresi.

Sadece Dink ailesi avukatları değil, hakimler de İstanbul Emniyet Müdürü ve İstihbarat şefine linç girişimleri, tehditler ve Trabzon’dan gelen cinayet hazırlığı ihbarına rağmen Hrant Dink’in neden korunmadığına dair defalarca soru yönelttiler. Trabzon emniyeti ve İstihbarat Daire Başkanlığı neden önleyici bir operasyon yapmadı? Bunların hiçbirinin ikna edici yanıtını duymadık.

Ben o duruşmalarda tanık olduğum önemli ifadeleri bu davayı takip eden insanlarla mümkün olduğunca paylaşmaya çalıştım. Yine Hrant’ın Arkadaşları sosyal medya hesapları üzerinden de bunu sağlamaya çalışıyoruz. Bilinen nedenlerle sayıları giderek azalsa da duruşmaları düzenli bir şekilde izleyen gazeteciler var. Her duruşma kamuoyuna yansıyor. Bunca yıldan sonra adalet nöbetlerine ilginin doğal olarak azaldığını görüyorum. 14. Ağır Ceza Mahkemesinin büyük salonunda yapılıyor duruşmalar. Davanın önemli bir aşamasındayız.

16-17-18-20 Ocak günlerinde yapılacak celsede kendini en sona bırakmayı tercih eden dönemin İstihbarat daire başkanlığı ırkçılık ve azınlıklara yönelik suçlarla ilgili şube müdürünün savunma ve sorgusu yapılacak. O bu davanın en önemli sanıklarından biri. Daha sonra tanıkların dinlenmesine geçilecek. 9 yıldır süren Hrant Dink cinayeti davasının neresindeyiz onu söylemek zor. Ancak günün ortamı, sahiden sonuç almaya yönelik sağlıklı bir yargı sürecine dair umut beslemeyi zorlaştırıyor.

Hrant’ın Arkadaşları olarak biz bu davayı sonuna kadar takip etmeye devam edeceğiz. Hrant Dink’i öldüren tetikçilerden, cinayeti planlayanlara, katillerle işbirliği yapan, cinayeti önleyebilecekken parmağını bile kıpırdatmayan kamu görevlilerine ve bütün bu süreçte sorumlulukları olan bürokratlara, siyasetçilere kadar bütün sorumlular yargı önüne çıkmadan bu dava bitmeyecek.

19 Ocak’ta Agos’un önünde olacağız

19 Ocak Perşembe günü, vurulduğu yerde, saat 14.30’da Agos’un önündeyiz.

On yıldır Hrant yok, adalet var mı? Ne geçti elinize öldürdünüz arkadaşımızı? Gerçekler gizlenir belki bir zaman ama tarihi susturmak mümkün mü? O iyi insanı kötü ilan edenler, kardeşlik bayrağını elinden almak için ona düşman diyenler, konuştukça yaraları iyileştiren dilini susturmak için sıraya girenler, onu mahkemelere çekip linç ettirenler, hain ilan edenler, tertip kurup arkasından vuranlar, ne geçti elinize?

Hrant Dink’e Anadolu’nun her köşesinden bir selam getirerek, isimleri değiştirilmiş caddelerden, sokaklardan geçerek, dilimizde adı, yüreğimizde özlemi ve birikmiş öfkemizle düştüğü yere geleceğiz. 19 Ocak günü bir kez daha orada Hrant Dink ile konuşacağız. Biliriz artık duyamaz bizi. Ama onun hep istediği gibi biz kalanlar ne zaman birbirimizin sesini gerçekten duyacak ve acısını anlayacağız?

Fotoğraflar: Bülent Aydın arşivi

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

 

Bülent Aydın

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.