Dış Köşe

‘Susmak değil söylemek mecburiyeti’ – Ahmet Şık

0

Ya ülkenin “sivil, demokratik ve özgür” olduğunu ya da bizlerin “terörist” olduğunu söylüyorlar. Onlar nutuk attıkça tehcir uygulanıyor…

Anlatmak istediğinin ne anlama geldiğini bilenler için Roland Barthes’in çok güzel bir faşizm tarifi vardır: “Faşizm, sumak değil söylemek mecburiyetidir”.

Türkiye uzun yıllardır söylemek mecburiyetinin olduğu günlerden geçip gitti. Gidiyor. Ama söylemenin, konuşmanın bu kadar mecburi olduğu günleri sadece darbe dönemlerinde yaşamıştı. Son birkaç yıldır ne kadar “DEMOKRATİKLEŞTİĞİMİZİ”, “SİVİLLEŞTİĞİMİZİ” anlatıp duruyor birileri. Son seçimlerden sonra ortaya çıkan tablodan ders alındığından olsa gerek birkaç namuslu, vicdan sahibi dışında cunta dönemini anımsatan bu baskı ortamını hatırlatan yok bu sivil demokratlara.

Geçenlerde Nuray Mert Milliyet gazetesindeki köşesinden çok güzel anlatmıştı “SİVİL DEMOKRAT” CENAHIN HALİNİ. 1 Ocak 2012 günü “Yas tutmayı bilmeyenler” başlıklı yazısında şöyle diyordu Mert: “Geçmişin hesabını sorarken mangalda kül bırakmayan ‘çok bilmiş’lerin çoğunun da sesi kısılmış. Nasılsa geçmişin hesabını sormak kolay, nasılsa geçmişin sorumlularının gazabına uğramak gibi bir tehlike yok. Bugünün hesabını sormaktan kaçmak için hesaplaş hesaplaşabildiğin kadar, bugün olanlar karşısında susma hakkını kullanmak için bağır bağırabildiğin kadar. Korkaklığı örtbas etmek için ölmüşlere meydan okuyan sahte cesaret, suskunluğu gizlemek için kuru gürültü! Hepsi bu. Sonu bugünü hesaba çekmeye varmayan geçmişle hesaplaşma ancak ahmakları oyalar…”

Nuray Mert’in tarif ettiği “çok bilmişer”de dahil olmak üzere itirazı olan var mıdır acaba bu söylenenlere? Benim yok. Bu yazıyı okuyan sizlerin de olduğunu sanmıyorum. Hele son tutuklamalarla sayıları 100’e yaklaşan cezaevindeki meslektaşlarımın itirazı olacağını düşünmem bile. ABD merkezli gazetecileri koruma komitesi’nin bir takım siyasi hesaplarla Türkiye’deki tutuklu gazeteci (sahi o listeden çıkmak istiyorum. GÖP bir iletirse bu isteğimi CPJ yetkililerine) sayısını 8 olarak gösteren CPJ raporlarını ciddiye alan lümpenler itiraz edebilir. Onlar etsin. Yazdıklarının, söylediklerinin değeri yok zaten.

Aslında tutuklu gazetenin bu sayısına yazmak niyetinde değildim. Hakkımı aramıza yeni katılanlara vermek daha doğru olacaktı. Sevgili Ercan İpekçi duruşmalarım sırasında anımsatınca yazmaya koyuldum. Birkaç anımsatmada bulunup noktalayacağım diyeceklerimi.

Deniz Feneri adıyla anılan hırsızlık, dolandırıcılık soruşturmasının şüphelileri ile ilgili olarak mahkeme kimsenin itiraz edemeyeceği bir karara imza atmıştı. Uzun tutukluluk hali cezaya dönüşmesin diye özetleyeceğimiz bir gerekçeyle tahliye kararı verilmişti AKP-Cemaat koalisyonu iktidarının her iki bileşeniyle de siyasi akrabalığı bulunan hırsızlık, dolandırıcılık şüphelileri 3 ayda özgürlüğüne kavuşmuştu böylece.

1990’ların devlet politikası olarak uygulanan infazlar, işkenceler, gözaltında kayıplarla ilgili o dönemin tetikçilerinden birisi de birkaç aydır konuşuyor. Türkiye’nin kanlı ve karanlık bir dönemde,  bir katil, suç ortaklarının adını veriyor. Hep birlikte kimleri nasıl infaz ettiklerini, dipsiz kuyularda adressiz mezarlarda nasıl kaybettiklerini anlatıyor. Emri verenleri de söylüyor. Katil benim. Katil biziz. Katil devlettir diyor. Ama bir de bakıyorsunuz bu itiraflarla tutuklanan iblisler bir kaç haftada özgürlüklerine kavuşuyor. Suç ortağı olan tetikçinin itirafları soyut olduğu, kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığı anlatılıyor tahliye gerekçelerinde. O soyut bulunan itirafları anlatan kimliği araştırılmayan meçhul e-posta ihbarcılarından biri değil. Virüs yoluyla bilgisayara kaydedilmiş ne idüğü belirsiz bir word dökümanı hiç değil. Kanlı canlı bir “insan”. Tırnak içinde “insan” yazmamın nedeni malum: Kan döken, can alan bir tetikçi o. Ama buna rağmen itirafları soyut. Suç ortaklarına ilişkin kuvvetli suç şüphesi oluşturulmayan birisi olup çıktı bu yargının elinde.

Şaibeli bir soruşturmayla şike iddialarıyla tutuklu olanların bir kısmı da 6 ay kadar sonra serbest kaldılar yakın zamanda. AKP, koalisyon ortağının itirazlarına rağmen kendi yaptığı yasayı değiştirdi bu tahliyeleri sağlamak için. Soruşturmacılar eliyle yaratılan mağduriyet, siyasetçilerin çıkar hesaplarıyla giderilmiş oldu.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki yasak duvarlar ile bu duvarları yükseltmeye çalışan “marangoz hataları” ise olduğu gibi duruyor. Ülkeyi darbe dönemlerinden beter hale getiren konunun ilgileri ise sadece hamasi nutuklar atıyor. Ya ülkenin “sivil, demokratik ve özgür” olduğunu ya da bizlerin “terörist” olduğunu söylüyorlar. Onlar nutuk attıkça gazetecilik faaliyetleri ite kaka “terör faaliyeti” olarak yorumlanıp polis ve savcıların nezaretinde, muhalif gazetecilere, öğrencilere, akademisyenlere, yayıncılara, Kürtlere, sosyalistlere varış noktası hapishane olan tehcir uygulanıyor. Bugünlerde sıkça tartışma konusu Ermeni soykırımının da bir tehcirle başladığını bilmemiz muhaliflerin sonu hakkında bir fikir edinmemizi sağlıyor.

Alıntının bol olduğu bir yazı olacak ancak Nuray Mert’in seslendiği güruha Umur Talu ağabeyin ne dediğini de aktarıp bitireyim: “Bir gazetecinin başına gelebilecek en büyük kazalardan biri, dün bir takım güçlere katiplik yaparken bugün özgürlük neyin vaaz etmesi… bir başka gazetecinin başına gelebilecek en büyük kazalardan biri de, dün özgürlük neyin vaaz ederken bugün bir takım güçlere katiplik yapmasıdır.”

Bu kadar çok “kazazede”nin olduğu memleket medyasının namuslularının başına bir “kaza” gelmez umarım. Aynı zamanda “davasız” bir yıl geçirirler.

Ahmet Şık – www.habervesaire.com

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.