Köşe Yazıları

Yerelleşme ve Bölgeselleşme talebinin temelleri 1: Siyasi Temeller

0

Türkiye’de bölgeselleşme konusu, yani bölgesel düzeyde bir yasama organı ile idari ve mali özerkliğe sahip bölgesel yönetimlerin oluşturulması, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda Anayasa Mahkemesi’nin görevleriyle ilgili tartışmalar çerçevesinde yeniden gündeme girdi. BDP daha önce Komisyon’da kurulmasını önerdiği “bölge meclisleri’ tarafından kabul edilecek bölgesel yasaların da yüksek mahkemenin görev alanına girmesi önerisinde bulundu. BDP aynı konuyu Şubat ayında “bölge meclisleri ve bölgesel başkanlıktan” ibaret önerisiyle  TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun gündemine taşımıştı.

Dünyada ve Avrupa’da Bölgeselleşme Sorunu

Türkiye kamuoyu bölgeselleşme sorunuyla daha çok Kürt siyasi hareketinin bölgeci siyasi talepleri çerçevesinde tanıştı. Ancak bu konu aslında Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik müzakerelerinde de yüzleştiği ve bugüne kadar hep bir dirençle karşıladığı bir sorun olageldi. Halbuki Avrupa’da benzeri bölgeci taleplerle karşılaşan kimi ülkeler, 1990’larda bu taleplere çeşitli düzeylerde merkezsizleştirme (adem-i merkeziyet) uygulamalarıyla yanıtlar üreterek, ortaya çıkan siyasi  çatışma ve şiddeti çözmeye çalıştılar.

Bölgeselleşme, Avrupa’nın gündemine yalnızca bölgeci siyasi talepler nedeniyle giren bir sorun olmadı. Aslında, 1980’lerin sonundan itibaren tüm dünyada bir yerelleşme/bölgeselleşme gündemi, küreselleşme sürecinin ilerlemesine ve üniter ulus-devlet yapılarının sorgulanmaya başlamasına paralel olarak yaygınlaştı. Konunun önem kazanmasında 1980’lerde giderek hissedilmeye başlanan ekolojik krizin neticesinde ortaya çıkan sürdürülebilirilik kaygıları ile siyasi ekoloji hareketinin ve yeşillerin etkisi de yadsınamaz.

Sonuç olarak AB ülkeleri Avrupa Konseyi’nin 1985’de kabul ettiği “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın öngördüğü “yerinden yönetim (subsidiarity)” ilkesi doğrultusunda bir merkezsizleşme dönüşümü yaşadılar. Özellikle 1990’lara kadar üniter bir yapıyı sürdüren Fransa, İspanya ve İngiltere gibi ülkelerde yerel yönetimlerin idari/mali özerklikleri güçlendirilerek ve/veya bölgesel düzeyde ulusaltı yasama ve yürütme organları oluşturularak, merkezden yerellere doğru önemli bir yetki devri söz konusu oldu.

Türkiye ise adı geçen Şart’ı 1988 yılında bir kısım maddelerine şerh koyarak imzaladı ve 1992’de kısmen kabul ederek uygulamaya koydu. Ancak Türkiye halen daha yerinden yönetim ilkesi uyarınca gerekli olan idari reformları tam olarak gerçekleştirmedi. Hatta AKP hükümetinin Büyükşehir Belediyeleri ile ilgili son tasarısının yasalaşmasıyla bırakın yerinden yönetime doğru bir değişimi, tam aksi yönde bir idari merkezileşmenin önünün açıldığı söylenebilir.

Yerelleşme, Bölgeselleşme ve Demokrasi

Siyasi-idari yapıda ölçek sorunu, yani mikro (yerel) ve mezo (bölgesel) düzeylerde yetki devri ve merkezsizleşme demokrasi açısından genelde halkın yerel-bölgesel karar alma süreçlerine doğrudan katılımını maksimize edeceği; böylece toplumsal grupların ve bireylerin ciddi ölçüde güçlendirilebileceği (empowerment), yani yaşadıkları mekanın örgütlenmesi ve kendi yaşantılarını doğrudan etkileyen yerel siyasi-iktisadi süreçlerin üstündeki etkilerinin artacağı düşüncesiyle benimseniyor. Ancak uygulamada, günümüzün tabakalaşmış, hiyerarşik toplumsal yapısında, aynı hiyerarşilerin izdüşümlerinin yerel siyaset ilişkileri içinde de görülmesi nedeniyle, yerel siyasette öne çıkan bazı elit toplumsal gruplar, özellikle yerel sermaye grupları karar almada ve kaynakların dağıtımında diğer toplumsal gruplara göre daha belirleyici oluyorlar. Bu nedenle yerellerde katılımın tam anlamıyla tabana yayılması ve özellikle prekaryalaşmış kentli emekçiler ile kimi diğer dezavantajlı grupların yerel siyaset içinde tam olarak güçlendirilmesi mümkün olmuyor. Dolayısıyla siyasi-idari ölçeğin küçültülmesi karar almaya katılımın mükemmelleşmesini sağlamıyor.

Öte yandan her halükarda siyasi-idari birimlerin olabildiğince küçük ölçekli olması yerel düzeyde demokrasinin göreli olarak da olsa gelişmesi açısından önem taşıyor. Çünkü ilkin yetki devrinin yerel yönetimlere kadar inmesi ve karar alma, planlama, bütçeleme ve politika uygulamalarının merkezsizleşmesi, yerel dezavantajlı grupların yaşadıkları mekanla ilgili ve yaşamlarını etkileyen karar süreçlerine yüzde yüz bir etkinlikle katılımını sağlamasa da onlara, bu kararların mekanın dışından bir “ulusal merci” tarafından alınıp yerellere dayatıldığı bir siyasi yapıya göre oylarıyla seçtikleri yerel yönetimler eliyle nitel bir güçlenme imkanı getiriyor. [1]

Bugünün çağdaş demokrasi anlayışında katılım dendiğinde söz konusu edilen yalnızca temsili sistem çerçevesinde oy verme sürecine katılımı artırmak sorunu değildir. Halkın seçtikleri yönetimin kararları üstünde olabildiğince sürekli ve spontan bir izleme ve geri bildirim sağlaması önem taşıyor bugün. Bu da ilkin özgür ifadeye ve katılıma açık, serbest müzakere imkanını haiz ve olabildiğince kapsayıcı bir kamusal alanın; ve olabildiğince fazla sayıda yerel toplumsal grubun bu kamusal müzakere alanında temsilini sağlayan, katılımcı ve etkin sivil toplum örgütlenmelerinin teşkilini gerektiriyor. Ayrıca seçilen yönetimlerin kendilerini seçen halktan gelen geri bildirimlere karşı duyarlı olması ve gecikmesiz karşılıklar vermesi; şeffaflık, hesap verebilirlik gibi konular da çağdaş demokrasi algısının olmazsa olmazları.

İşte bütün bunlar da mekansal/coğrafi ölçekle yakından ilintili meseleler. Çünkü yöneticilerin kendilerini doğrudan seçenlere mekansal/fiziksel yakınlıkları ne kadar artarsa, onlara karşı duyarlılıklarının ve hesap verebilirliklerinin de o ölçüde arttığı dünyadaki pek çok katılımcı-sürdürülebilir yerel yönetim ve gelişim deneyiminde gözlenmiş olan bir gerçek. [2]

Yerelleşme ve bölgeselleşme yalnızca katılım ve demokrasi açısından önem taşımıyor. Küçük coğrafi ölçek, iktisadi faaliyetlerin ekolojik kıstaslara uygun ve sürdürülebilir şekilde örgütlenmesi açısından da önemli. Bu konuya yazının ikinci bölümünde değineceğim.


[1] Uluslararası kuruluşların -özellikle UNDP’nin- dünya ölçeğindeki katılımcı ve sürdürülebilir yerel yönetim ve gelişim deneyimlerini aktardıkları pek çok belgesinde, yerele ulaşan bir merkezsizleşme ve yetki devrinin özellikle yerel gelişim sürecinde halkın katılımını ve politika uygulamalarından yararlanımını, yüzde yüz olmasa da önemli ölçüde artırdığı ortaya konuyor.

[2] Yine özellikle ILO, UNCDF ve UNDP’nin dünyadaki katılımcı ve sürdürülebilir yerel yönetim ve gelişim deneyimlerinin aktarıldığı çeşitli belgelerinde bu konuda örnekler sergileniyor.

 

 

Gökçen Özdemir

You may also like

Comments

Comments are closed.