Hafta SonuKitapKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yeniden yaşayabilseydik…

0

Fırtına gibi bir hayat süren ve efsane bir kadın nitelemesiyle biyografisi yazılan Suat Derviş’e bu cümleyi söyleten ve kitabını da yazdıran neydi acaba?

Nasıl yaşarsak yaşayalım hep bir şeyler eksik kalacak ve yapmak isteyip de bir türlü yapamadığımız hayallerle dolu olarak göçüp gideceğiz şu dünyadan. Ölümle biyolojik olarak yüzleşmek zorunda kaldığımızda, hızla geçip gitmiş ömrümüz gelecek gözlerimizin önüne, büyük bir durgunluğun içine hapsolarak. Gençliğin hoyratlığı ve dur durak bilmezliği içerisindeyken hiç bitmeyecek zannettiğimiz zamanın sınırına geldiğimizi göreceğiz büyük bir acıyla. Ne diyordu şair “ her ölüm erken ölümdür.”*

Daha yaşayacağımız ne yolculuklar, düzelteceğimiz ne hatalar, dileyeceğimiz ne özürler, gerçekleştireceğimiz ne ütopyalar, sınırları aşan ne çılgınlıklarımız olacaktı oysa. Ama işte ölüm döşeğindeydik. Hem de bir öte tarafın olmadığını, gerçekten sona geldiğimizi, ikinci bir hayatın olmadığını bilerek. Edebiyat tarihinde insanın bu son çırpınışı ya da ölümsüzlük arzusu çok kereler işlenmiştir. Örneğin, Rilke’nin tek ve otobiyografik romanı olan Malte Laurids Brigge’nin Notları’nda ölüyor olmanın sancısı ve ölememenin ağırlığı müthiş bir atmosferle sarar sizi. MÖ 2. binyılın sonlarında yazılan Gılgamış destanında ise Uruk Kralı Gılgamış ölümsüzlük peşinde dünyayı dolaşır. Son örneğimiz de Parfümün Dansı’ndan olsun! Romanın karakterleri Alobar ve Kudra ölümden ölesiye kaçarlar ve ikisi birlikte sınırsız yaşamın peşine düşerler.

Reenkarnasyon isteği

“Yeniden Yaşayabilseydik”in Şadan’ı ise uzun yaşamaktan çok, tekrar yaşayabilme arzusundadır. Kulak verelim Suat Derviş’in, ölümün eşiğine gelmiş Şadan için isteğine:

“Daha yüzlerce seneler yaşasa, acaba hayatının şu gaflet içinde geçen yetmiş senesinde yaptığı hataları tamir edebilecek mi? Tamir edebilmek… Bu imkânsız bir şey. Bu tamir kabul etmez. Sadece bu geçen hayatı, bir kere daha ta başından itibaren yeniden yaşamak lazım o kadar! Bugünkü tecrübelerle yeniden yaşasa… O zaman yapmış olduğu bütün yanlışlıkları tekrar etmez. Bütün hataları tamir eder ve bu ömrü tatlı, mesut yaşanmaya hakikaten layık bir ömür olarak geçirirdi.”[1]

Böyle mi olurdu gerçekten? Yaşamadan bilmek zor ama en azından yazarın beklentisi bu yönde. Aslında dünyada yaklaşık bir milyar insan, ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine inanmaktadır. Hindularda ve Budistlerde yaygın olan bu reenkarnasyon inancının kökleri Batı’da da Pisagor’a kadar gider. Bu inanç Müslüman toplumlarına da İsmaililer aracılığıyla geçmiştir. Pisagor’un felsefesini, İskenderiye okulu ve İslamın ezoterik yorumuyla buluşturan İsmaililer, tıpkı Budizmin reenkarnasyon anlayışında olduğu gibi bu hayat ne kadar güzel yaşanırsa bir sonraki hayata daha üst mertebeden gelineceğine inanıyordu. O nedenle adil yaşamak en önemli öncelikleriydi ve bunun için her türlü eylemi göze alabiliyorlardı. Bu inancın tarihini daha birçok uygarlık ve toplum üzerinden çok gerilere götürebileceğimiz konusunu antropologlara bırakarak, biz insanın ihtiyacına odaklanalım. İnsan psikolojik bağlamda, ölümün bir son olacağına inanmak istemiyor belki de. Ve bu nedenle de hem kendisini rahatlatmak hem de eylemlerine öte dünya inancı ya da reenkarnasyon üzerinden ahlaki bir boyut kazandırmaya çalışıyor.

Evliliğin geç kalınmış muhasebesi

Şadan, ölüm döşeğinde gözlerini bile açmakta zorlanırken çocukluğundan itibaren tüm hayatının bir muhasebesine girişir. Ve bu hesaplaşmada en büyük yeri, Fazıl‘la yaptığı evliliğin boğuculuğu tutar. Genç yaşta aşık olup evlendiği, hayranlık duyduğu ve hatta yanındayken kendini bir hiç gibi hissettiği adamı tanıdıkça ilişkisine dair bütün hayalleri sönmeye başlar. Zannettiği kişi aslında bir maskeden ibarettir. İttihat Terakki’nin cesur, aslan yürekli kalemşörü Fazıl, 31 Mart gerici ayaklanması gibi ilk vakada saklanacak delik arar. Görüntüyü kurtaracak kadar dahi bir cesaret göstermeyişi ve korkaklığını da saklayarak, tehlike geçer geçmez yine aslan kesilmesi ise Şadan’ı iyice çileden çıkarır. Artık Fazıl’a en ufak bir saygısı kalmaz ve onu küçük görür hale gelir. İşin garip tarafı, Fazıl da bunun farkındadır. Daha sonra yazarak çıkar elde ettiğini de öğrenince Fazıl’a olan ilgisi büsbütün kaybolmuş, kişiliğine olan saygısından eser kalmamıştır:

“Evet, sevip evlendiği, bir muharrir zannettiği bu adam, süslü bir kisve gibi giydiği güzel bir şahsiyetten kendi gözleri önünde yavaş yavaş soyundu. Ve çirkin bir manevi varlıkla karşısında çırılçıplak kaldı. Onu, onun yanında, çok yakınında yaşarken kaybetti. Onu yanında ve çok yakınında yaşadığı için kaybetti.” 

İşlettiğim sahafta sohbet halindeyken bu hikâyeyi mücellit ve çok iyi bir okur olan Kenan Şimşirgil’e ( nam-ı diğer Kenan Amca )  heyecanla anlatınca, bahsettiğim karakterin 31 Mart ayaklanmasında Romanya’ya kaçıp, ortalık durulunca geri dönen İttihat Terakki’nin meşhur gazetesi Tanin’in en tanınan yazarı Hüseyin Cahit Yalçın olduğunu söyledi. Seksen beş yaşındaki Kenan Amca’nın edebiyat ve tarih hafızasına, her sohbetimizde hayranlığımın bir kat daha arttığını söylemeliyim.

Şadan bütün bunları görüyor olmasına rağmen, romanda kendi ifadesiyle belki alışkanlıktan belki de merhametten kaynaklı sanki bir acizlik içindeymiş gibi bu evliliği bir türlü bitirememiştir. Bu haliyle bitmeyen bir evlilik, kişinin başına gelebilecek en büyük işkencelerden birisidir aslında. Çünkü hayatta tek geri döndüremeyeceğiniz şey zaman ve onun getirdikleridir. Ancak buna rağmen etrafınıza bir baktığınızda kötürüm evliliklerden geçilmediğini rahatlıkla görebilirsiniz. Bu durum birçok başka edebiyat eserine de sayısızca konu olmuştur. Örneğin, Philip Roth’un Bir Erkek Olarak Yaşamım romanının karakteri Peter, yerlerde sürüklenen evliliğini bitirmesi için yalvaran ablasını dinlemeyip, sonrasında geçen zamana ah eder. Çoğumuzun da ettiği gibi.

“Bir insan ömrünü neye vermeli”**

Şadan, kocası, çocuğu, arkadaşlık ilişkileri ve hayatta peşinden koşturduğu şeyleri gözden geçirdiğinde  derin bir hüzün duyar. Hayatta bir amacı, mücadelesi ve anlamlı gördüğü bir uğraşı olmak yerine, daima sürüklendiğini büyük bir acıyla duyumsar:

“Ve bu kadar gülünç şeylere bu kadar kısa bir hayatı bağlayıp mahvedişi ise acıklıydı. Kuvveti olsa şimdi bu gülünçlüğe acı gözyaşlarıyla ağlardı. Yaşamak…Yaşamanın kıymet ve değerini bilerek yaşamak, onun ne kadar kısa ve ne kadar geçici bir şey olduğunu bilerek yaşamak lazımdı. Ama bunu hiçbir insan bilmiyordu.” 

Suat Derviş ve Reşat Fuat Baraner.

Yaşamın anlam ve amacı psikanalistlerin, felsefecilerin ve yer yer de edebiyatın en büyük uğraşlarından birisi olmuştur. Suat Derviş, yaşamı boyunca sürekli hem zihinsel, hem de bireysel ve kolektif bir hareketlilik içinde olmasına rağmen hep bu sorunun izini sürmüştür. Onun, Nezihe Muhiddin’le birlikte ilk feminist dergiyi çıkarmaktan, komünist örgütlü faaliyete, uluslararası kadın kurultaylarında çalışmaya, gazeteciliğe ve Avrupa’da önemli dergilerde yazmaya kadar uzanan süreçlerde de sorgulama ve değişim arzusu hep canlı kalmıştır. Oldukça fazla ve nitelikli yazınsal üretimlerinin yanında hayatıyla da adeta durağanlığa ve statükonun kahrediciliğine meydan okumuştur. Bu anlamıyla, “Yeniden Yaşayabilseydik” romanında, özellikle içerik açısından biyografik öğeler oldukça azdır diyebiliriz. Çünkü o, bırakın kötü giden bir evliliği terk edememeyi, 20.yüzyılın ilk yarısında yaşamış olmasına rağmen üç evliliğini de kendisi bitirmiş, dördüncü evliliğini TKP’nin yöneticilerinden Reşat Fuat Baraner’le yaparak noktayı koymuştur.

İkinci bir yaşam şansımız olmadığına göre, ölüm kapıyı çaldığında yaşadım diyebilmek için öncesinde ne yapmış olmak gerekir? Bu soruya çok farklı cevaplar verilebilir ve veriliyor da. Kimisi biriktirdiği an-ları yaşam olarak görüyor, kimisi bir eser bırakmayı kimisi de diğerkâmlığı. Yani diğerleriyle, kendi ve başkaları için bir şeyler yapmak. Bireyin, toplumun ve gezegenin esenliği için uğraşıyor olmak. Benim yaşam yolum da bu sanırım, elimden geldiğince ve kudretimi abartmadan!

*Cemal Süreya
** Zülfü Lİvaneli

[1] Suat Derviş, Yeniden Yaşayabilseydik, İthaki Yayınları, 2021

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.