Yakıtımızı değiştirdik – Murat Belge

Bu yazı t24.com.tr sitesinden alındı

“İslamcı siyaset” akımlarına verilen bir ad “radikal İslâm”dı. AKP ilk kurulduğu zamanlar “radikal” olmadığının sinyallerini veriyordu. O zamanın “Milli Görüş gömleğini” çıkarmak bunu anlatıyordu. Çünkü o hareketin içinde, başından beri devam eden ve “değişmezlik” mesajı veren İslamcı çizgiler, öğretiler, kurallar vardı.

Şimdi AKP için kolaylıkla “radikal İslâm” denebilir; ama bu sıfatı yalnız İslâm’a saklamak da doğru değil. AKP, bugün, her sözünde ya da eyleminde “radikal”. Çünkü önderi öyle. Seçtiği siyaset öyle; siyaset tarzı öyle. Falanca iş, filanca düşünce “yanlış”tır dersin, biter. Ama hayır, orada ve öylece bitirmek yok: Falanca iş ve falanca düşünce ihanettir, alçaklıktır, bu millete düşmanlıktır v.b. Aklınıza ne gelirse sıralayacaksınız. Muhalefetin önderi bir olayı protesto ediyor (olay da protesto edilmeyecek gibi değil): Ankara’dan İstanbul’a yürüyor. Vay  sen misin yürüyen? Bu zaten FETÖ’nün programı, PKK’nın talebi. Bize düşman bir “dış dünya” var – orada planlanmış bir eylem! Sonuç olarak “hıyanet-i vataniye”.

Bu tarzın altyapısı Türkiye’de fazlasıyla atılmıştır. Batılılaşma zorlamasını duyan bütün toplumlarda, özellikle de dünyada önemli bir güç olma iddiasını yaşatan toplumlarda değişme gereğinin duyulmasıyla aynı anda değişme zorlamasına da tepki duyulmuştur. Dünyada bunları ilk, en erken duyan toplumlardan bir olan Osmanlı toplumu da bu travmaları yaşadı. Gerek duyanlar ve tepki duyanlar diye ayrışmaya başlayan toplumda, asıl çoğunluk, bunların ikisini birden duyuyordu. Onun için de, kendini “şizoid” durumda bulan, yalnızca toplum değildi. Bireyler de aynı bölünmeyi yaşıyorlardı. Bu ruh haline giren insanlar, aynı durumla karşılaşan her yerde (ki bu da, son analizde, “bütün dünya” demektir), üç aşağı beş yukarı, aynı çözüm yolunu aynı formülü buldular: “Maddi şeyleri alalım; manevi şeyleri almayalım.”

Bu, mümkün mü? Aslında değil. Ama gene bütün dünyada, birçok insan, mümkünmüş gibi davrandı, hâlâ da öyle davranıyor.

Davranabiliyor, çünkü kısa zamanda bunun siyasi pratikteki faydası belli oldu: “Elle tutulamaz” şeyleri almayı reddederek, eski tarz otokrasiyi devam ettirmek daha kolay oluyor. Batı’dan Mercedes almakta sakınca yok, makinalı tüfek almanın hiçbir sakıncası yok. Ama zinhar “insan hakları” gibi kavramları almaya kalkışma. Bunlar gâvur icadıdır, bize gitmez, bize ancak zarar verir. Bölünürüz.

Bu yalnız Türkiye’ye özgü bir ideolojik yaklaşım değil. Batılılaşma serüvenine birlikte girdiğimiz Rusya da böyleydi (hâlâ böyle).  Olayı bizden bir süre sonra yaşamaya başlayan İran’da, Çin’de, Japonya’da aynı travmalar hep yaşandı, hâlâ da yaşanıyor.

Türkiye’de, geleneksel toplumda egemen ideoloji din olduğu, bütün kültürel hayatı da din düzenlediği için, bu değişim zorlamasına karşı ilk direnişler de din içinde biçimlendi. Ama yüzyıl dönümünde sesini duyurmaya başlayan Türkçülük de aynı tepkiyi ya da onun birkaç derece hafifini duyuyordu. Irkçı milliyetçilerin bu konuda ne duyması, ne düşünmesi gerektiğini Nihal Atsız oğluna vasiyetinde yazmıştı. Kısa ve kestirme olarak, bütün dünya düşmanımızdır. Bunun bir istisnası olmadığı gibi olamaz da. Varoluşun değişmez kuralıdır.

Doğru değil bu; mümkün de değil. İnsanlar birbirleriyle iletişir, etkileşir, sürekli bir alışveriş içindedir. İyi bir şeydir bu. Daha da genişleyerek devam etmelidir.

Ancak şimdi Türkiye’de gene izolasyonist ideoloji egemen olmaya başladı. Bu sefer başı AKP çektiği için “dinci” motifler “ulusalcı” motiflerin önüne geçiyor ya da onunla eşdengeli bir bileşim arıyor. Belirli ulusalcı çevrelerin de bu izolasyonist, izolasyonistten öte zenofobik ideolojiye yakıt sağlamak için çalıştığı anlaşılıyor.

Bu iktidar bu değişimi sağladı. Ne kadar derine  gider bu, bilmiyorum; umarım çok derine gitmez. Ama artık adına “Türkiye” dediğimiz bu makinanın çarkları öfkeyle, kinle, intikam duygusuyla, düşmanlıkla döner hale geldi. Çok tehlikeli bir durum.

Murat Belge – t24.com.tr

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR