Türkiye’nin enerji tercihi ne olmalı? – Mehmet Kara

Bu yazı enerjigunlugu.net/ den alınmıştır

Enerji insanoğlunun ayakta kalma mücadelesinde en önemli manivelalardan biri olageldi. Soğuktan donup ölmemek için ateşe sığındı. Onu yerine göre savunma ve aydınlatma ile yemek pişirme de dahil, konfor artışı amacıyla kullandı. Yiyeceğini elde etmek ve taşımak için değirmenlerde ve yelkenli gemilerde rüzgar ve suyun enerjisinden/gücünden yararlandı. 

Odunla başlayan katı yakıt kullanma yolculuğu eşzamanlı yakılan katran, zift ve çeşitli yağlardan sonra kömür aşamasına geldi. Kömüre geçiş, enerjinin ısınmadan daha da fazla üretim süreçlerinde kullanılmasını beraberinde getirdi. Çünkü buhar gücü keşfedilince taşımacılıkta da kömür kullanımı ağırlık kazandı, sanayi devrimi ortaya çıktı. 

Petrolün devreye girmesiyle ısınma ve pişirme ile mal ve hizmet üretiminde sıvı yakıtların kullanımı da yaygınlaştı. Günümüzde ise insanoğlu hızla birincil enerji kaynaklarının gaz formuna terfi etti, ediyor. 

Peki bundan sonrası? Daha ekonomik ve daha kullanışlı birincil kaynaklar ağırlık kazanıncaya kadar bu aşama devam edecek.  

Tabii bir de şu var, günümüzde enerjinin en yaygın kullanılan formu elektrik. Çok farklı kaynaklardan elde ediliyor. 

Halen Türkiye’de elektriğin yüzde 30-35’i doğalgaz, yüzde 30’u kömür, yüzde 25’i su, yüzde 10’u rüzgar, jeotermal, güneş ve biyokütleden üretiliyor. 

Önümüzdeki tabloya bakarsak bugün Türkiye, diğer ülkeler gibi kömür, petrol ve doğalgazı kullanmaya devam etmek durumunda. Taşımacılıkta kullanılan petrolün yüzde 90’dan fazlasını, elektrik üretimi, sanayi ve evsel tüketim için doğalgazın yüzde 100’e yakınını ve kömürün ağırlıklı bölümünü ithal etmesi şart. 

Peki bütün dünya, güneş, rüzgar, biyokütle gibi yenilenebilir kaynaklara koşarken Ankara ne yapmalı? Tabii ki yenilenebilir kaynaklara ağırlık vermeli. Üstelik bu kaynakların genel karakteri, yerli olması. 

Şu anda elektrikte kurulu güç fazlası olduğu hereksin malumu. Dolayısıyla bugün sıfırdan elektrik üretim yatırımlarında ağırlığın mutlaka ve mutlaka yenilenebilir kaynaklardan yana kullanılması hem küresel trendlerin hem de dışa bağımlılıktan kurtulma çabasının bir gereğidir. Elbette su da yerli bir kaynak ama hidroelektrik santrallerin dışındaki yerli kaynaklardan söz ediyoruz. 

Türkiye son yıllarda yeni kurulumların içinde rüzgar ve güneşe ağırlıklı bir yer vermeyi başarmış durumda. Ama yetmez, bunun devamı için birtakım pratik önlemlere ihtiyaç var. Özellikle güneş enerjisine yönelik mikro yatırımların önü daha da açılmalı ve vatandaş doğrudan bu işin içinde yer almalı. 

Biyokütle enerji santralleri (BES) bir başka önemli yerli çözüm. İki yönü var. BES’lerle hem atık bertarafını sağlıyorsunuz hem de dışarıdan kaynak ithal etmeden elektrik üretiyorsunuz. 

Nükleerden söz etmedik. Ama bence o başka bir boyut. Orada mesele sadece enerji değil, teknoloji. Dolayısıyla bir başka yazının konusu.

Bu yazı enerjigunlugu.net/ den alınmıştır

.

Mehmet Kara

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR