Dış Köşe

Türkiye iklim değişikliğini ciddiye alabilir mi? – Lisa Friedman

0

Bu yazı ekoiq.com/ dan alınmıştır. Çeviri: Zeynep Hayzen Ateş

E5’te giderken uzakta bu tarihi şehrin beton gökdelenleri ve Osmanlı mimarisi kubbeleriyle camiler görünüyor. Gelecek, ufukta ışıldıyor.

59

Gösterişli lüks siteler ve alışveriş merkezleri yeni modern mahalleleri ele geçirmiş. Turuncu inşaat makineleri yolların kenarına yerleşmiş, yeşeren şehrin bitmek bilmeyen inşaatlarını besliyor.

İstanbul’un büyümesini ve dolayısıyla ülkenin ekonomik merkezi olduğu için genel olarak Türkiye’nin kalkınmasını kömür sağlıyor. Enerji tüketimindeki büyümeyle dünyada Çin’den sonra ikinci sırada gelen Türkiye, yüksek oranda Rus ve İran petrolüne ve doğalgazına bağımlı. Ülke, Avrupa ve Asya arasındaki konumunun avantajlarından yararlanıp enerji koridoru olmaya çalışsa da hükümet geleceğe enerji kaynağı sunmak için kömüre de ciddi miktarda yatırım yapıyor.

60

Türkiye’den bir enerji danışmanlığı firmasına göre Türk hükümeti önümüzdeki dört yılda kömür santralı kapasitesini ikiye katlamayı planlıyor. Böylece Türkiye, dünyada fosil yakıtlara en fazla yatırım yapan üçüncü ülke olacak. 80 termik santral planı, mevcut 22 kömür santralının sayısını beşe katlayacak.

1998-2010 arası üç cumhurbaşkanına danışmanlık yapan Kadir Has Üniversitesi’nden  Profesör Volkan Ediger, “Ülkede var olan yegane doğal kaynak bu” diyor. Türkiye’nin tükettiği enerjinin dörtte birini ürettiğine ve yıllık 60 milyar dolarla Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın önemli bir miktarının enerji ithalatına harcandığına dikkat çekiyor. Ediger “Bu durum önümüzdeki yüzyıl için sürdürülebilir değil. Türkiye’deki enerji talebi konusunda bir numaralı öncelik bağımsız enerji kaynakları bulmak. Bu, Türkiye için çok önemli bir mesele. Geri kalan her şeyden daha önemli. İklim değişikliğinden, çevreden, her şeyden önemli” diyor.

İklim Değişikliği Vurgusu Duymuyoruz

Hükümet liderleri de aynı şekilde düşünüyormuş gibi görünüyor. Resmi kaynaklara göre Türkiye’nin salımı 1990 ile 2013 arasında %110 gibi şoke edici bir oranda artmış. Bu tüketim büyük ölçüde enerji sektöründen özellikle de çimento üretiminden kaynaklanıyor. Climate Action Tracker’daki (İklim Eylemleri Takibi) araştırmacılar 2030’a kadar Türkiye’nin karbon kirliliğinin %134 artacağını öngörüyorlar.

Bu, aralık ayında Paris’te imzalanacak yeni küresel değişim anlaşmasıyla veya gelişmiş ülkelerin yüzyıl sonuna dek dünya enerji sistemlerini karbondan arındırma arzusuyla tutarlı değil. Yeni anlaşma kapsamında tüm ülkelerin, özellikle de Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin seragazı salımlarını azaltacak önlemleri duyurması bekleniyor.

Paris’ten kısa süre önce Antalya’da yapılacak G-20 toplantısı da hesaba katılınca, Türkiye iklim değişikliğiyle ilgili sorumluluklarını ciddiye aldığını göstermek için baskı altında olacak. Ama çevre eylemcileri pek iyimser olmadıklarını dile getiriyorlar.

WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) İletişim Müdürü Özgür Gürbüz, “Türk hükümeti iklim değişikliğini asla hükümet programına almıyor. İklim değişimini ülkeye değil politik duruşlarına bir tehdit olarak görüyorlar” diyor. Gürbüz sözlerine şöyle devam ediyor: “Otoyol, köprü, mega projeler inşa etmek istiyorlar. Tüm seçim vaatleri fosil yakıtlara dayanıyor. İklim değişikliği ya da toplu taşımaya yönelik vurgular duymuyoruz. Bundan 20 yıl sonra insanlar Türkiye’ye bakıp ‘Şimdi ne yapacaksınız? Yeni açtığınız kömür madenlerini kapayacak mısınız’ diyecekler” şeklinde konuştu.

Çoğu çevre eylemcisi, Türkiye’nin bırakın dünyayı karbondan arındırmakla ilgili yükümlülüklerini ciddiye almayı, ülkeye yönelik yasal düzenlemeler uygulanmadan önce olabildiğince fazla kömür çıkarmayı planladığını söylüyor. Türk enerji araştırmacılarından biri, “Türk zihniyeti bu. Sarı ışık gördüğümüzde yavaşlayacağımıza gaza basıyoruz” diye özetliyor durumu.

Havaalanları, Köprüler ve “Katledilen” Bir Orman

61

Türkiye’nin sınır tanımayan kalkınmasına dair tartışmaları, belki de İstanbul’un Avrupa yakasına inşa edilmesi planlanan üçüncü havalimanının yerinden daha iyi açıklayan başka bir örnek yok. Dünyanın üçüncü en büyük havalimanı olacağı açıklanan 3500 hektarlık alan, çoktan ağaçlardan arındırıldı.

Havalimanının, üçüncü köprünün ve İstanbul’un kuzey ormanlarının ortasından geçecek yeni bir otoyolun yapılmaması için mücadele veren Kuzey Ormanları Savunması’ndan Onur Akgül, ağaçların kesildiği bölgeyi “açık bir yara” olarak tanımlıyor ve “Tüm ormanı katlettiler” diyor.

Bazı köylüler onunla hemfikir. 53 yaşındaki Hayri Koyuncu, Yeniköy’ün etrafındaki yakında havalimanı olacak çayırları işaret ediyor. Söylediğine göre 1924’ten beri ailece İstanbul’un Karadeniz bölgesinde yaşıyor, hayvancılıkla geçimlerini sağlıyorlar. “Geçmişte İstanbul’da satılan fasulye ve diğer sebzeler burada yetiştirilirdi. İneklerimiz ve küçükbaş hayvanlarımız vardı. Mutluyduk. Bu köy kendi başının çaresine bakıyordu” diyen Koyuncu, “Bana kalırsa havalimanı inşa edilirse köylülerin özgürlüğü ortadan kalkacak. Çünkü birinin özgür olabilmesi için hayatta kalmasına yetecek kaynaklara sahip olması gerekir” diye devam ediyor. Dıger bir taraftan İstanbullu taksi şoförü Hamdi Akyüz ise daha fazla mega-proje görmek istediğini dile getiriyor. İstanbul’un ünlü trafiğinde saatler geçiren Akyüz “Bu kadarı yetmez. Üçüncü köprü bile yetmez. Dört, beş köprü lazım bize” diyor.

Havalimanını inşa etmekle görevlendirilen beş şirketten biri olan Mapa İnşaat ve Ticaret A.Ş. İş Geliştirme Müdürü Özcan Ömüral, Türkiye’nin Batı ülkelerinin ormanları kesip termik santrallar inşa ederek elde ettikleri refah seviyesine ulaşmayı hak ettiğini dile getiriyor. Çoğu Türk gibi o da Türkiye ekonomisi tam şahlanırken ülkesine getirilen bu eleştirileri şüpheyle karşılıyor: “Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve altyapıya ihtiyacı var. Şehir büyümek zorunda ve siz de yeni yerler inşa etmek zorundasınız. Bana göre yeni kuralları gelişmekte olan ülkelerdeki sanayileşmeyi kontrol altına almak adına getiriyorlar.”

“Özel Koşullar”ın Arkasına Saklanan Bir Ülke

Uluslararası iklim değişikliği görüşmelerinde Türkiye kendine özgü ve kimi zaman izole bir rol oynuyor. 1997’de imzalanan Kyoto Protokolü ülkeleri iki kategoriye ayırdı –sanayileşmiş olanlar veya Ek-A denilen, karbon salımında azaltıma gitmesi zorunlu ülkeler ve gelişmekte olan ve o dönem için paçayı kurtaran “Ek-A olmayan” ülkeler. Türkiye her nasılsa iki gruba birden girdi.

Türk yetkililer bunun basit bir evrak hatası olduğunu söylüyor. Ancak kimileri, ülkenin müzakere masasına yolladığı yetkililerin hazırlıksız gelmelerinden ve gelişmiş ülkeler arasına girmenin ülkenin çıkarlarına daha uygun olacağını varsaymalarından kaynaklandığını belirtiyor. Liderler bu tercihle gelen sorumlulukları anladıkları anda geri adım atmayı denediler. Sonraki yıllarda Türkiye’nin tek bir hedefi vardı: Ek-A listesinden çıkmak. 2001 yılında bunu başardı ve “özel koşulları” kabul edildi. O gün bugündür, analistlerin yorumlarına bakılırsa, ülke dikkat çekmemeye özen gösteriyor.

Hükümet iklim görüşmelerindeki çetin konuların çözümünde nadiren önerilerde bulunuyor. En son öneri sunumu 2013’teydi. Türk delegeler genelde müzakere görüşmeleri sonrası ülkelerine ilk dönenler arasında yer alıyor. Lima’daki son görüşmelerde Türkiye’nin yaptığı tek kayda değer müdahale, başmüzakerecinin “Görüşmelerin saat 17:00’yi geçmesi halinde uygulayacağı veto tehdidi” ile gerçekleşti. Çevre grubu 350.org’dan Mahir Ilgaz “Ses çıkarmazsan belki kimse bizi fark etmez. Pozisyonumuzun bu olduğunu düşünüyorum” diyor. Türkiye delegasyonuyla yapmaya çalıştığımız görüşme girişimleriyse sonuçsuz kaldı.

İngiltere merkezli düşünce kuruluşu E3G’de bir iklim diplomasisi projesine başkanlık eden Liz Gallagher, Türkiye’nin BM görüşmelerinde ne bu konuda taviz vermeyen ülkelerle ne ilerici ülkelerle ne de bölgesel komşularıyla yan yana durduğunu açıklıyor. Gallagher, “İklim pazarlıklarında Türkiye’yi sınıflandırmak zor. Kendi başlarına gibiler. Bazı yönlerden Rusya’ya dönüşüyor, gitgide daha inatçı oluyor. Jeopolitik açıdansa dünyanın geri kalanının kendisi hakkında ne düşündüğüne aldırmıyor” diyor. Gallagher şöyle devam ediyor: “G-20’de sahneye çıkmak, iklim değişikliğini konuşmak zorunda kalacaklar. Ama dürüst olmam gerekirse söyleyecek hiçbir şeyleri yok.”

Yol Var, Ya İrade?

Yine de Türkiye temiz enerji konusunda hiçbir şey yapmamış değil. Hükümet 2010 yılında temiz enerji kullanımını tarife garantisi teşvikleriyle 2030’da %30’a çıkarmayı hedefleyen bir yenilenebilir enerji yasası geçirdi. Başka bir enerji planında ise birincil enerji yoğunluğunu 2023 yılında, 2008’in %20 altına indirmek hedefleniyordu.

Çevreci gruplar yenilenebilir enerjinin %29’u bulduğunu söyleyerek hedefin önemsizliğini vurguluyor. Ayrıca hükümetin güneş ve rüzgar enerjileri için lisanslara sınırlamalar getirirken kömüre yasal ve finansal teşvik verdiğinin altını çiziyorlar.

Ama Türkiye’de Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ile çalışan Adonai Herrera-Martinez hükümetin küçük enerji şirketlerini ve enerji yeterlilik projelerini destelemek için kredi sağlayan bir sürdürülebilir enerji girişimiyle çalışmaya çok istekli olduğunu dile getiriyor. Eurosolar Türkiye Bölümü Başkan Tanay Sıdkı Uyar ise ülkenin 2023’e kadar %100 yenilenebilir enerjiye geçebileceğinden emin. Uyar, “Türkiye Kaliforniya’dan bile önce %100 yenilenebilir enerjiye geçebilir. Bu mümkün. Yenilenebilir enerji teknolojileri gelişti ve fosil yakıtlarla rekabet edecek aşamaya geldi” diyor.

Ama o noktaya ulaşmak, ilerleyen yıllarda hükümetin ne gibi politikalar uygulayacağına ve Paris hedefine bağlı. Çevreciler, Türkiye’nin emisyonunun doruk noktaya ulaşacağı yılı belirlemesini istiyordu ama hükümet Paris bildirisinde 2030’a kadar salımı %21 oranına “kadar” azaltmayı hedeflediğini açıklayınca bu umutlar söndü.

Aktivistler bu hedefin 2030’a kadar Türkiye’nin karbon salımının 11 tona yükselmesi anlamına geleceğini hesapladı. Bu %116 civarı bir artış demek. Özgür Gürbüz attığı tweet’te bu beyanın “hiçbir şey önermediğini” kaydetti.

Uluslararası Enerji Ekonomisi Birliği’nin (IAEE) sıradaki başkanı olarak seçilen ve Türkiye’nin Paris beyanı için bir model hazırlama projesine başkanlık eden Gürkan Kumbaroğlu, Türkiye’nin hâlâ iklim değişikliğine karşı üretilecek küresel çözümün parçası olabileceği umduğunu dile getiriyor. Ama bunun olabilmesi için de kömürü sahiplenmeyi bırakması ve temiz enerjilerin önündeki engelleri kaldırması gerektiğini kaydediyor.

“Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeli Avrupa ülkelerinden yüksek. Enerji verimliliğinden rüzgar ve güneş enerjilerine, Türkiye’de işlenmeyi bekleyen ciddi bir potansiyel var” diyen Kumbaroğlu sorunlarla ilgili olarak da “Şu anda çatınıza güneş paneli koymak isteseniz zorlu bir bürokratik mücadeleye girmek zorundasınız. Evinize yeni bir kat inşa ediyormuş gibi izin almanız gerek” diyor.

2025’e kadar enerji yoğunluğu artışının radikal biçimde değişmesini, Avrupa ülkelerine benzer oranlara gelmesini ve yenilenebilir enerjinin büyük bölümünün bir karbon fiyatlandırılmasıyla kesin olarak belirlenmesini istediğini kaydeden Uyar, “Türkiye eğer yenilenebilir enerji yolunu seçerse Ortadoğu ülkelerine örnek olabilir” diyor.

WF’ten Gürbüz, eylemcilerin Türkiye’de hakim olan ‘haksız bir yükün altına sokulmak istendiği’ söylemiyle savaşması gerektiğini söyledi. Gürbüz “Bence bu bilinçli bir yanlış anlaşılma. Biz Türkiye’den dünyayı kurtarmasını beklemiyoruz. Her ülkenin kendine düşeni yapmasını istiyoruz. Herkes evinin önünü süpürürse sokaklar temiz olur” diyor.

Not: Orijinal makale Environment & Energy Publishing LLC’nin (E&E) yayını Cli­mateWire tarafından hazırlanan Greater Ex­pectations (Daha Büyük Beklentiler) dosyası kapsamında yayımlandı. Dosya, her ülkenin karbon emisyonlarını azaltmasını isteyen bir dünya karşısında gelişmekte olan ülkelerde­ki temel gerçeklikleri ortaya çıkarıyor. E&E, ABD ve dünyadaki enerji ve çevre politika­larına dair günlük haber konusunda önde gelen kaynaklardan biri.

www.eenews.net

 

Bu yazı ekoiq.com/ dan alınmıştır

Çeviri: Zeynep Hayzen Ateş

62-Lisa Friedman

 

 

Lisa Friedman

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.